Mukarrir (Ar. s.)
Arabça bir kelime olarak dersi takrir eden, ders veren manâsında kullanılmaktadır.
Kavram olarak, Osmanlı Devleti’nde, Ramazan ayının ilk günü başlamak ve umumiyetle sekiz derste sona ermek üzere sarayda padişah huzurunda, zamanın tanınmış âlimleri tarafından yapılan huzur derslerinde dersi takrir edene verilen isimdir.
Ramazan’a mahsus bu güzel gelenek, pâdişâh, şehzâde ve diğer devlet erkânının özellikle dinî ilimlerde birçok şeyi öğrenmelerine sebeb olurdu, Bu derslerde mukarrir tarafından bir âyet-i kerime okunarak tefsîr edilirdi. Bundan sonra daha önceden tesbit edilen ve adına muhatab denilen kimseler tarafından vaki itirazlara cevap verirdi. Böylece ilmî bir mubâhese açılmış olurdu. Bu mubâhesede mukarrir ve muhatablar fikirlerini açıkça söylerlerdi.
Mukarrirler önceden meşihat makamınca seçilirlerdi. Mukarrir olabilmek için belli bazı şartları taşımak gerekiyordu. Mukarrirler rütbelerine göre ders okuturlardı. Bu yüzden, rütbesi büyük olanın takaddüm hakkı vardı.
Dersler, saray salonlarından birinde ve öğle ile ikindi arasında takrir olunurlardı. Mukarrir efendinin rahlesi sedef işlemeli olduğu gibi minderi de muhatablarınkinden büyükçe olurdu.
Dersin sonunda mukarrir, muhatablara sorulacak sualleri olup olmadığını sorardı. Onlar da rütbelerine göre sual tevcih ederlerdi. Mukarrir bunlara gereken cevabı verip dersi bitirirdi. Dersin sonunda mukarrir duâ ederdi. Bundan sonra padişah tarafından mukarirîere birer miktar atiyye ile birer bohça verilirdi. Atiyyenin miktarı zamana göre değişirdi. Bohçanın muhteviyatı ise her zaman bir top çuha, iki top kumaş ve bir tane Lahor şaldan ibâret olurdu. 1341(M.1923) senesi Ramazanında yapılan son dersle birlikte mukarrirlik de tarihe karışmış oldu.