Mütekellimin (Ar. s.)
Mütekellim kelimesinin çoğul sıygasıdır. Mütekellimler, konuşanlar demektir. Bir ilm-i kelâm ıstılahı olarak mütekellim, Kelâm ilmi ile meşgul olan, Kelâm âlimi manâsına gelir, kelime daha ziyâde çoğul siygasıyla Mütekellimîn, (Kelâmcılar) şeklinde kullanılmaktadır.
Hicrî ikinci asırlarda Kelâm ilmi ile meşgul olanlar hakkında söz edilirken “tekelleme” (Kelâm ile uğraştı) dendiği bilinmektedir. Hatta o devirlerde Ehl-i Bid’at’ın, özellikle Mu’tezile’nin inhisarında bulunan İlm-i Kelâma ve dolayısıyla Kelâmla meşgul olanlara karşı Ehl-i Sünnet tarafında mevcut bulunan şiddetli tepkinin ifadesi olarak “men Tekelleme Tezendaka” (Kim Kelâmla meşgul olursa zındıklaşır) sözü şöhret bulmuştur. Hicri dördüncü asırdan itibaren Ehl-i Sünnet âlimleri de itikadî konularda Mu’tezile’nin Kelâm metodunu kullanmağa başlandıktan sonra ilm-i kelâma karşı bu tepki giderek azalmış ve kitaplarda, ilm-i kelâm ile meşgul olanlardan bahsedilirken onlardan Mütekellimîn (Kelâmcılar) ismi ile söz edilmeye başlanmıştır.
İlm-i kelâm, İslâm dünyasında ortaya çıkan bir ihtiyacı karşılamak üzere doğmuştur.
Bilindiği gibi, asr-ı saadete, henüz Hz. Peygamber sağ iken, itikadî konulardaki problemlerini sahâbîler doğrudan Hz. Peygamber’e sormak suretiyle hallediyorlardı. Hz. Peygamber de bu sorulara ya o konuda gelen vahiy ile veya bizzat kendi görüşü ile cevap veriyordu. Böylece mesele çözümleniyor tereddüt ortadan kalkıyordu. Asr-ı saadetteki bu vasatın sağladığı akide birliği Hz. Peygamberin vefatından sonra da bir süre devam ettiği halde bu fazla sürmemiş daha Hicri birinci asrın ikinci yarısının ortalarına doğru önce kader meselesi ile Allah’ın sıfatları meseleleri olmak üzere itikadî konularda fikir ayrılıkları ve münakaşalar başlamış ve hatta ortaya çıkan görüşler ekolleşme istidadı kazanmışlardır. Bunda Hz.Peygamber’in vefatı ile ortaya çıkan halife seçimi meselesi, Hz. Osman’ın şehadeti (35/656) üzerinde çıkan iç savaşlar, fetihler sebebiyle çeşitli din ve kültürlere sahib milletlerin İslâm âlemine katılması ve bu arada müslümanlara tanınan fikir hürriyeti de büyük rol oynamıştır. Bu hadiseler üzerine çıkan tartışmalar, hilâfet (imamet) konulan, ölen ve öldürülenlerin işledikleri günâhlar ve bu günâhların iman ile ilişkileri (mürtekib-i kebîre meselesi) ve bunlara bağlı olarak da irade, kaza-kader konuları üzerinde yoğunlaşmış ve Hicri ikinci asrın başlarında fırkalar halinde gurublaşmalar, mezhebleşmeler belirginleşmiştir.
Hâvaric ve Mürcie’nin, büyük günâhın iman ile ilişkisi konusundaki zıt görüşleri karşısında bir başka çıkış yolu arayan düşünürlerden Vâsıl b. Atâ (ölm.748) iîe Amr b. Ubeyd (ölm. 761), hocaları Hasan el-Basrî (ölm.728)’nin görüşlerini yeterli bulmayarak bir başka görüş ortaya atarlar (menzile beyne’l-menzileteyn) ve böylece Mu’tezile mezhebi ortaya çıkar (bk. Mu’tezile).
Mu’tezile, itikadî konuları izah ederken nassların yanında akla da büyük önem vermiştir. Aklın da izah edebildiği nasları aynen, aklın izah edemediği, akılla çelişir görünümde olan naslan ise tevil suretiyle alan ve bütün akaid konularında akla hakem rolü veren bu metoda Kelâm Metodu denmiş ve böylece İlm-i Kelâm teessüs etmiştir.
Kelâm ilminin ilk ricali Mu’tezile mütekellimleri’dir. Hicri üçüncü asrın ortalarına kadar mütekeliim denince ilk akla gelenler bunlar olmuştur. Ne var ki bu zamana kadar akaid meselelerinde aklın hakemliğine ihtiya duymayan ve hatta buna şiddetle karşı çıkan Ehl-i Sünnet, selef âlimleri içinde İbn Küllab el-Basrî (ölm. 854), Hâris el-Muhâsibi (ölm. 857) Ebû Abbas el-Kalanisî (H.3. asır) gibi zevat bazı itikadî konuların akılla te’yid edilmesinin lüzum ve zaruretini görmüşler ve böylece Ehl-i Sünnet İlm-i Kelâmına zemin hazırlamışlardır.
Hicri dördüncü asırda, aslen Mu’tezile Kelâmcısi olarak yetişmiş ve fakat hocası Mütekeliim Ebû Ali ei-Cübbâî (ölm. 916) ile düştüğü fikir ayrılığının sebeb gösterildiği (üç kardeş meselesi) olay iie Mu’tezile görüşlerini terketmis bulunan Ebu’l-Hasen ei-Eş’arî (ölm. 936) yeni bir mezheb tesis etmiştir. Aslında Mu’tezile mezhebinde gördüğü tutarsız taraflardan dolayı mezhebin bu yönlerini terkederek, Ehl-i Sünnet sistemini Mutezile’nin kurduğu Kelâm metodu ile te’yîd, ve izah suretiyle Ehl-i Sünnet İlm-i Kelâmını kurmuş oluyordu.
İlk Ehl-i Sünnet Mütekellimi el-Eş’ar’inin yaşadığı yıllarda, aynı tutum ve davranışı Mâverâünnehir’de gösteren Ebû Mansur el-Mâtüridi (ölm.944)de bir başka kanaldan Ehl-i Sünnet İlm-i Kelâmını kuruyordu.
Ehl-i Sünnet’in Mütekellimleri olan Eş’arî ile Mâtüridi’nin yazdıkları Kelâm kitapları ile teessüs eden Ehl-i Sünnet Kelâmı, bu zevatın tilmizleri vasıtasıyla genişlemiş ve yayılmıştır,
Eş’arî mütekellimleri, Kâdı Ebû Bekir Bâkıllanî (ölm.1013)’nir. büyük gayret ve himmetiyle sistematize ettiği Kelâm sistemini iyice geliştirmişler, daha önceleri Mu’tezile Kelâmcısı ve ilk İslâm filozofu Yakub b. İshak el-Kindi (ölm. 866)’nin başlattığı el-Farabî (ölm.950)-İbn Sina (ölm.1037) gibi filozofların tesis edip yerleştirdikleri İslâm felsefesi ile de irtibatlandırmak suretiyle İslâm akaidinin aklî ve feisefî temellerini ortaya koymuşlardır.
Eş’arî ile başlayan ve İmamu’l-Haremeyn Ebu’l-Melâlî el-Cüveynî (ölm.1085)’ye kadar gelen mütekellimler zincirine Mütekellimîn-i Mütekaddimîn veya sadece Kudemâ (ilk Kelâmcılar) adı verilmektedir.
El-Cüveynî’nin talebesi el-Gazzalî (ölm.1111) kendisine kadar gelen Kelâm sisteminde önemli değişiklikler yapmak, mantığı idhal etmek ve felsefî bahislere yer vermek suretiyle yeni bir çığır açmış ve bundan sonra gelen kelâmcılara Mütekellimîn-i Müteahhirîn adı verilmiştir.
Müteahhirîn devrinin en önemli mütekellimi olan Gazzalî’den sonra Kelâm ile felsefe adamakıllı mezcedilmiş ve felsefe ile mezcedilmiş Kelâm devri başlamıştır. Bu devrin belli başlı mütekellimleri: eş Şehristanî (ölm.1153), Fahreddin er-Razî (ölm.1210), Seyfeddin el-Âmidî (ölm.1233), Kâdî el-Beydavî (ölm.1286) olarak sayılabilmektedir.
Bu tarihlerden sonra gelen mütekellimler, orijinal, yeni bir eser vermek yerine, eski eserleri cem’etmek, tahkik, tehzib gibi, şerh haşiye gibi işleri yapmak yolunu tercih etmişlerdir. Bunlardan en önemlileri: Sadeddin et-Teftazanî (ölm.1390), Adududdın el-İcî (ölm.1355) Seyyid Şerif el-Cürcani (ölm.1413), Celâleddin ed-Devvânî (ölm. 1502).
Hicri onuncu asrın sonlarında Mutekellimler zincirinin hemen hemen son bulduğunu müşahede ediyoruz. Miladî 19. yiizyıia kadar tam bir durgunluk devrine giren ilm-i kelâm, ortaya çıkan yeni felsefeler ve cereyanlar karşısında yetersiz kalmış, yeni ihtiyacı karşılayacak bir revizyon, bir yenileme zaruret halini almıştır.
İzmirli İsmail Hakkı (1869-1946} Osmanlı Devleti’nin verdiği bir görevle bu revizyon işini üzerine almış ve yazdiği Yeni İlmi Kelâm isimli eserle bu yolu açmıştır.
Yeni ilm-i kelâm devrinde yetişmiş kelâmcılar umumiyetle İsbat-ı Vâcib (Allah’ın varlığını isbat), Kaza-Kader, Âhiret gibi konuları teker teker ele alan, zararlı yeni felsefe ve cereyanları red amacını güden eserler yazmışlardır.
Bu devirde yetişen mütekellimlere örnek olarak, İzmirli ismail Hakki, Abdüllatif el-Harputî (ölm.1911), Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi (ölm.1913), Elmahii Muhammed Hamdi Yazır’ın isimleri zikredilebilir.