Nasûh (Ar. s.)
Nasihat edici, öğüt verici, ikaz ve ıslah edici.
“Nasûh” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de (Tahrîm suresi/8. ayet) tevbenin sıfatı olarak geçer (bk. Tevbe) ve dilimizde “Tevbe-i nasûh” şeklinde ifade edilir. Tefsîrciler, Tevbe-i nasûh’u, “samimi kesin, tevbe edeni günâh işlemeye karşı uyaran, bir daha günâh işlemesine mâni olan ve geçmişteki günâhlarını bağışlatan tevbe” diye yorumlamışlardır. Hz. Peygamber Tevbe-i nasûhu, beliğ bir teşbih ile şöyle açıklamışlardır: Tevbe-i nasûh, kulun, işlemiş olduğu günâhtan dolayı öyle pişmanlık duyması, Allah’tan öyle bir özür dilemesidir ki, artık memeden çıkan süt, nasıl memeye geri dönemezse bu kul da terk ettiği günâha bir daha dönemez.
Ey iman edenler, Allah’a öyle tevbe ile tevbe edin ki, nasûh (gayet ciddi, samimi) bir tevbe olsun! Ola ki Rabbiniz kusurlarınızı örter, Allah’ın peygamberi ve onun beraberinde iman edenleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onların nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşacak, şöyle diyecekler: «Ey Rabbimiz, bizlere nurumuzu tamamla ve bizi bağışla; şüphesiz ki sen her şeye kadirsin!»
Tahrîm suresi/8. ayet meali
İslâm âlimleri, bir tevbenin Tevbe-i nasûh mertebesinde olması için şu şartların bulunması gerektiğini bildirmişlerdir:
- Günâhı terketmek,
- O günâhın daha önce işlemiş olmaktan ötürü pişmanlık duymak,
- Ölünceye kadar o günâha tekrar dönmemeye azmetmek
- Eğer tevbe edilen günâh kul hakkı ile ilgili ise, hak sahibini memnun etmek.