Mevlevi tarikatının popüler özelliklerinin başında gelen “sema”nın anlamı, “Musiki nağmelerini dinlemek, dinlerken vecde gelip harekette bulunmak, kendinden geçmek, oynayıp dönmek”tir. Mevleviler sema esnasında, “Musikiye uyup sağdan sola, hırkalıysa, sağ eliyle hırkasının yakasını tutup göğsünü biraz açarak, sol eliyle bel hizasında, hırkanın sağ yanını, açılmaması için tutarak, tennûreliyse kollarını açarak” dönerlerdi.
Semanın helal veya haram olduğu konusu İslam bilginleri ve mutasavvıflar tarafından uzun boylu incelenmiştir. Çeşitli görüşler ileri sürülmüş, Hz. Peygamber’in şiir, şair, musiki ve güzel ses ile ilgili hadislerini düşüncelerine belge olarak ileri sürmüşlerdir. Mutasavvıflar semayı kabul ederler.
Sema, Mevlânâ’dan önce de vardı. Fakat Mevlâna’nın, Şems gelmeden önce sema edip etmediği bilinmemektedir. Mevlâna ile ilgili en önemli eserin sahibi Sipehsâlar, “Mevlânâ’ya semayı sevdirenin Şems olduğunu yazıyor. Sultan Rüknettin Kılıçarslan’ın bir ziyafetin davetlisi olan Mevlânâ’nın sultanın önünde semaya kalktığı ve kendisine hazır bulunanların da katıldığı biliniyor.
Onun, sema ile ilgili bazı şiirleri şöyledir:
“Canların Kâbe’sisin sen, çevrende tavaf etmedeyim. Kuzgun değilim ki yıkık yerlerin üzerinde dönüp dolaşayım.
Bundan başka sanatım yok, bundan başka işim-gücüm vok. Sanatım da gökyüzü gibi dönüp durmak, işim-gücüm de.”
“…Sema’a girdin mi, İki dünyadan da dışarı çıkarsın. Semaın şu âlemi, iki âlemden de dışardadır.
Yedinci göğün damı, yüce bir damdır. Amma sema merdiveni bu dama aşar geçer, bu damdan da yücedir.
Ondan gayrı ne varsa ayağınızın altına alma, vurun ayağınızı, ezin. Sema sizin malınız, mülkünüz, siz de semaın malı. mülküsünüz.”
“Genellikle cuma öğle namazından sonra yapılan sema ayininde dervişler özel giysilerini giyerlerdi, Tennure dedikleri beyaz, kolsuz bir etekli giysi, destegül dedikleri uzun kollu bir ceket, bir de sema başlayınca çıkardıkları siyah bir hırka. Başa, çevresine türban sarılabilen keçe bir külah giyilirdi. Sikke denilen başlık, Mevlevîlerin tipik işareti olmuştur, birçok dua ya da dini söz, Osmanlıcayla Mevlevi başlığı biçiminde yazılmıştır.
Sema’nın sıkı kuralları vardır, şeyh, sema yerinin en saygı gören köşesinde durur, dervişler üç kez önünlen geçerler, her defasında selamlarlar, sonunda dönme hareketi başlar. Dönme hareketi, sağ ayakta başlayarak gittikçe hızlanır. Dervişlerden iri kendinden geçerse, ayinin düzenle yapılmasından sorumlu başka bir süfi, hareketini yavaşlatsın diye giysisine hafifçe dokunur. Dervişlerin raksı, İslâmdaki tasavvufî hayatın en ilginç yanıdır, musikisi de pek nefistir, (Peygamber için Celaleddin’in kendi tarafından yazılmış) nat-ı Şerif denilen ulu ilâhiyle başlar ve bazen kısa, Türkçe okunan vecd şarkılarıyla,son bulur. “
“Mevlevi zikrinin en belirgin şekli Sema’dır. Bunu, Mevlevilikte toplu zikir olarak da ifade edebiliriz. Çünkü zikir, insan ruhunun belirlenmiş bazı motivlerle Allah’a doğru yükselişini sağlama ve bir vecd hali doğurma gayesine yönelik faaliyettir, O halde sema zikrin bir şeklinden başka şey değildir. Sema hakkında şunları söyleyebiliriz:
Mevlâna’nın düşünce dünyasında Allah’a sevgi ile insana sevginin beraberliği, insana hizmetin esas alınması ve insanın maddeye esaretten kurtarılması, hâkim unsurlardır. Bu unsurların birlikte en belirgin ifadesi Mevlevilik’in semamda ortaya çıkmaktadır.
İslâm tasavvufunun hemen her tarikatinde çeşitli adlarla yer alan sema en ideal şeklini Mevlevilik’de bulmuştur. Semai, tek kelimeyle ifade etmek için “raks” tabirini kullanmak isabetsiz ve yanlıştır. Buradaki raks unsuru birinci derecede rol oynamaz. Ritmin ve konsantrasyonun dönüşle elde edilişi bu faaliyete raks denmesi için yeterli değildir. Çünkü raksda esas gaye artistik figürlerle seyredeni cezbetmektir. Sema’da asla böyle bir gaye yoktur.
Sema, mutlak güzelliğe aşık olarak yaratılmış insanın ses, söz ve ahenkle beliren güzellik aracılığa ile kendinden geçmesi, vecd içinde ilahi âleme yükselmesidir. Mevlâna’nın deyimiyle bu yükselme insanı, özü olan Allah ile birleştirmektedir. Kur’an: “Allah’ın İnsana şahdamarından daha yakın olduğunu” açıkça söyler. (Kaaf Sûresi, 16) Tasavvuf eğitiminin gayesi bu yakınlığı insana duyurmak ve insanı varlığın özüyle temasa getirmektir. Sema, bu sonucun alınmasında en büyük yardımcılardan biridir. Hz. Mevlânâ da sema sayesinde Allah’a yükselmiş ve bu yükselişin kazandırdığı ilham, Mesnevi gibi ölümsüz bir esere vücut vermiştir. Bütün Mevlâna araştırıcıları bilmektedir ki Mesnevi’nin yüzde seksenden fazlası, sema ile girilen vecd halinin hemen ardından yazılmıştır…
Sema’da insana hürmet ve hizmet esprisinin de çok güzel bir biçimde ifadeye konduğunu görmekteyiz. Semada bir Mukabele vardır. Mukabele, dervişlerin birbirleri önünde saygı ile baş eğmeleridir. Bu, insanın insana saygısının esas olduğunu sembolize eder.
Tasavvufta en önemli prensiplerden biri olan insana hizmet de semada ifadeye büründürülmüştür. Semazenler, dönme sırasında ellerinin birinin içini göğe, diğerininkini yere çevirirler. Bunun anlamı şudur: Bizler, aracıyız; Allah’ın lütfü olarak gönderden verileni, yeryüzünde insanlara aktarırız.
Kur’an, bütün varlıkların teşbih halinde yani yaratıcı karşısında sürekli bir vecd, ibadet ve dönüş halinde olduklarını söylemektedir. (İsra sûresi,/ 44) Sema, bu genel ibadet ve dönüşe insanın bilinçli bir katılımıdır. Bu katılım ses, söz ve hareket beraberliğinde olmaktadır. Semada sesi mûsikî temsil eder. Mûsikî unsurunun, başta Mevlânâ olmak üzere, bütün Mevlevilerde en mühim vecd unsuru olduğu kesindir. Bizzat Mevlâna çok güzel rebap çalardı.
Semain söz kısmım, bir takım güftelerin okunuşu şeklinde kavval denen okuyucular yerine getirir.
Hareket ise, dönmekte olan semazenler tarafından sergilenir. Hareket dairevîdir. Bu, varlıklarda atomdan galaksilere kadar hâkim alan hareket tarzıdır. Sema’a girenler, dairevî hareketleriyle kâinattaki bu ilâhî düzene uymaktadırlar.”
Mevlevilerin, Şems geldikten sonra Mevlânâ’nın giydiği rivayet edilen bir giyim şeklinden esinlenerek saptanmış giysileri vardı. Kendilerine has ibarelerle konuşurlar, 18 rakamını kutsal sayarlardı. Mevlevi tekkelerinde haftanın belirli günlerinde yapılan sema âyinlerine dışardan da izleyici alınırdı.
Mevlevi tekkelerinde katı bir disiplin uygulanırdı. Binbir günlük çilenin her gecesi muhakkak Mevlevihanede geçer, bir gece dışarda kalındığında çile dönemi yeniden başlardı.
Dedeliğe soyunan müptediler her konuda iradelerini kontrol etmek zorundaydılar. Kendilerinden kesin itaat istenir, tekkenin mahremiyeti böyle korunurdu.
İlgili Konular
Mevlevi Müziği
Mevlevi Tekkesi
Mevlevihane
Günümüzde Mevlevilik
Mevlevi Ayini
Mevlevi Tarikatı Silsilesi
Mevlevilik ve Siyasi İktidarlar
Nasıl Mevlevi Olunur