Cumhuriyetçilik Nedir, Ne Demektir Felsefesi, Anlamı

CUMHURİYETÇİLİK

Cumhuriyetçilik, ortak noktaları monarşiye karşı bir muhalefet ile temsilî hükümet yönünde ve değişen ölçülerde, eşitlik ve özgürlüğü tercih eden bir dizi siyasî hareket ve felsefeyi ifade eder.

Cumhuriyet (yahut republica) terimi, Avrupa’da, XVII.yüzyıldan önce, ister verasette devredilen bir monarşi ile, isterse seçilmiş görevlilerce yönetilmekte olsun, iyi teşkilatlanmış, bîr devleiİ ifade etmek üzere kullanılıyordu. Böylece, modern Fransız mutlak monarşisinin teorisyeni olan Jean Bodin hükümet üzerine konuşmalarını 1576’da yayımlayabildi. Benzer şekilde, Sİr Thomas Smith, İngiltere’nin monarşik hükümetini 1583’de çıkan İngiliz Cumhuriyeti adlı kitabında incelemişti. Yine İngiltere’de I645’de monarşisi partinin yenilgisinin ardından ise “hür bir İngiliz Milletler Topluluğu (cumhuriyeti)” terimi, Stuart hanedanımı! köktenci-cumhuriyetçi sağ kanada mensup muhaliflerince, veraset usulü bir monarşi ile yönetilen devlete karşılık demokratik olarak kontrol edilen bir devleti ifade edecek surette kullanıldı. Bu bağlamda, Ludlow, “Kralın mı bir Tanrı gibi ülkeyi yöneteceğine, yoksa halkın mı kendilerinin rızası altında gelişen bir yönelim altında yaşayacağına” bizzat halkın karar vermesi gerektiği düşüncesini savundu. Zamanın cumhuriyetçi risale yazarları arasında en seçkin olanı, verasete dayalı yönetimin “tabiat kaıuınu”na aykırı olduğunu ilan eden, John Milton idi. Öte yandan ve sözde “tesviyeciler” olarak bilinen köktenci kanat, Lordlar Kamarası ve monarşinin ilgası ile evrensel oy hakkına dayalı olarak iki seneliğine seçilen bir avam kamarası oluşturulmasını istemekteydi.

Aynı dönemlerde yazan Harrington, Commonwealıh (topluluk) Cumhuriyeti terimini, klasik çağdaki Atina, Roma, Venedik ve Hollanda’nın yönetim sistemini tanımlamak için kullanmıştır. Gene yazar, tercihini, hürriyetin teminat altına alındığı toplumlardaki cumhuriyetler yönünde koymaktadır: “Bir cumhuriye­tin hürriyeti, yokluğunun onu müstebitlerin baskısına terkedebileceği bir kanunlar hakimiyeti içinde gerçekleşir ve ben bunları, Aristo ve Livy’nin “Cumhuriyetin, insanların değil kanunların hakimiyeti olduğu”yolundaki iddialarına temel aldıkları ilkeler olarak anlıyorum.”

Fransa’da Cumhuriyet terimi XVII.yüzyılda “devletin yönetim’ini tanımlamak için kullanıldı. Gene terim monarşinin zıddı yönünde

ele alınmaktaydı, XVIII.yüzyılda ise Montesquieu, bir ileri adımla Cumhuriyet teriminin kullanımını modern anlamına doğru götürürken şunları öne sürüyordu: “Cumhuriyetçi bir hükümet, içerisinde halkın bütününün, yahut sadece bir kısmının en üstün güce malik olduğu yönetimdir; monarşi, içerisinde bir tek kişinin sabit ve yerleşmiş kanunlar vasıtasıyla yönetimde bulunduğu hükümet şekli, despotik bir hükümet ise bir tek kişinin bizzat kendi irade ve heveslerine göre herşeyi yönlendirebildiği yönetim tipidir.”

Fransız Cumhuriyetçiliğinin atası JJ.Rousseau cumhuriyet terimini hem modern ve hem de geleneksel anlamda kullanmıştır. Baş eserinde, bir taraftan, “bir cumhuriyetten anladığım, hükümetin alabileceği şekle hiç bakılmaksızın kanunla yönetilen herhangi bir devlettir” diye yazarken, diğer taraftan, şunları ileri sürmektedir: “Monarşi, cumhuriyetçi hükümet şeklî karşısında aşağı seviyede kalışını doğuran, esaslı ve kaçınılmaz bir kusuru beraberinde taşır. Cumhuriyetçi şekilde, kamuoyu tarafından idari görevlerin güvenilerek yalnızca kendilerine bırakıldığı kimseler, kabiliyet ve zekâ sahibi olanlardır; oysa bir monarşide güç ve imtiyaz mevkilerine, hemen daima düzenbaz ve alçakça her şeye karışan kimseler gelir.” Aynı yazar, bir yandan monarşik yönetimi “despotizm” ile ve cumhuriyetleri de “hür devletler”le bir tutarken, öte yandan “aristokrasi” yahut “monarşi” karşısında “demokrasiyi destekleyenleri “cumhuriyetçiler” olarak adlandırmaktadır.

Fransız ihtilâli esnasında Cumhuriyetçi önderlerden olan Condorect, cumhuriyetçi hükümetin hak ve eğitim eşitliği üzerine dayandırılması gerekliği üzerinde ısrarla durmaktaydı. Robespierre de 1793’deki cumhuriyetçi anayasanın başlangıcında şu cümlenin yer almasına ön ayak oluyordu: “Hükümran olan halktır. Hükümet onun eseri ve ürünleri, kamu görevlileri ise bunların kâtipleridir.”

Amerikan ve Fransız ihtilalleri döneminde radikal demokratik cumhuriyetçiliğin en popüler sözcüsü T.Paine idi. Paine, 1791-92’deki/«-sanut Haklan adlı eserinde, cumhuriyet terimini “Devlet” yahut “Kamu yararı” anlamında kullanır ve halka dönük temsil kurumlarına sahip monarşik olmayan devleti “demokrasi” olarak adlandırır. Bununla beraber, kamu yararına en iyi şekilde bir “demokrasi” İçerisinde hizmet edildiğini ima ederek, cumhuriyeti temsilî demokrasi ile eş tutar. ABD başkanlarından Jefferson, 1801’de göreve başlama nutku sırasında, “Cumhuriyetlerin vazgeçilmez ilkesi” olarak, “Çoğunluğun kararlarına mutlak teslimiyetten söz etmiş ve bunu “despotizmin can alıcı ilkesi olan kuvvete başvurma”mn karşısına koymuştur.

XIX.yüzyılın erken bir döneminde Kıta Avrupasında Mazzini Cumhuriyetçiliğinin iyi bir örneğini teşkil ettiği yeni bir tür cumhuriyetçilik ortaya çıkmıştır. Mazzini’ye göre, “Cumhuriyet sadece bizim millet oluşumuzun tabiî ifadesi olmakla kalmayıp… aynı zamanda bir eğitim ilkesi…, herkes için bir eşitlik, bir hürriyet ve dolayısıyla bir sorumluluk formülüdür… O, görev elde edilmesini doğum veya servet esasına değil, yalnızca erdem ve başarı esasına bağlar.”

Viktorya devrinin radikal İngiliz liderleri, terimi, yönetimin demokratik olarak düzenlenişine temayül gösteren bir siyasî felsefe olduğunu öne sürerek, daha ihtiyatlı ve ölçülü bir surette kullanıyordu. Söz gelimi, 1874’deki bir konuşmasında J.Chamberlain şöyle diyordu: “Eğer bir Cumhuriyetçi olmak, temsil kurum­larına karşı derin ve sarsılmaz bir inanca sahip olmak ise ve gene özgür ve akıl sahibi insanlar için onun, içerisinde erdemin, doğumdan gelen imtiyazlara tercih edildiği en iyi yönetim şekli olduğunu, hemen hemen her durumda bir teori sorunu olarak kabul etmek demekse, o zaman ben ülkemin aşağı-yukarı bütün büyük düşünürleri ile birlikte anılmak ve bir cumhuriyetçi olarak adlandırılmaktan şeref duyarım.”

Üçüncü Cumhuriyet sırasında -1875’den sonra- Fransa’da pozitivist ve ruhbanlık karşıtı bir cumhuriyetçilik türü kendisini gösterdi. Başta gelen temsilcisi olan J.Ferry, hedeflerini şöyle belirtiyordu: “Benim hedefim insanlığı, Tanrı ve krallar olmaksızın teşkilâtlandırmaktır.” Bir “Sosyal Cumhuriyet” fikrini en iyi ifade eden J.Jaurs’nin, onunla ilgili yorumu ise şöyle oldu: “O, sosyal sorunun hemen eğiğinde durmaktaydı.”

1875’den bu yana Fransa’da Cumhuriyetçilik terimi, genellikle, laik bir eğitim sistemini tesis eden kanunlarınyanısıra, demokratik hükümet sistemini savunmaya hazır bulunmakta bir tutuldu. Bununla beraber, II.Dünya Savaşı sonlarından itibaren cumhuriyetçi deyimi, daha sık olarak, demokrasi karşıtı gruplar tara­fından kendilerini tanımlamada kullanılmaya başlanmış ve fakat daha yakın zamanlarda, De Gaulle ile çevresindekilerin kullandığı şeklîyle, anlam bakımından Anglo-Sakson geleneğindeki ‘demokratik’liğe hayli yakınlaşmıştır.

(SBA)

Daha yeni Daha eski