Şâir (ar. i. ç. şuarâ)
Şiir yazan veya söyleyen kimse.
İlk şairlerin aynı zamanda kahin, din adamı oldukları hakkında bir kanaat vardır. Bu, eski Babil, Sümer ve Mısır medeniyetleri için doğru olabilir. Bu devirlerde şâirlerin biri dinî törenlerde manzum parçalar okumak, diğeri ise yapılacak büyülerin tesirli olabilmesini sağlamak için güzel ve uygun sözler söylemek üzere iki vazifesi vardır. Eski Türklerde de şâirlerin dinî hüviyetleri vardı (bk. Ozan). Bunlar aynı zamanda musikişinas halk şâirleridir de. 15. asra kadar “ozan” diye anılmışlardır. Ancak Eski Arab şairleri ise dinî olan her şeyden uzak kalmışlar, şiirlerinde daima dindışı konulan işlemişlerdir.
Cahiliye devrinde şâirlerin, cinler tarafından ilham edilen bilgilere sahip olduklarına inanılırdı. Şâirin ilham kaynağını bu kuvvetin teşkil ettiği kanaati yaygındı. Şâirlerin yanında bir de onun şiirlerini ezberleyen ve okuyan “râvi” denilen yardımcıları bulunurdu. Şairlerin sosyal hayattaki yerleri çok yüksekti. Kendi muhitlerinin temsilcileri sözcüleri olarak kabul edilirler, hatta siyasi müzakere ve anlaşmalara katılırlardı.
Kurân-ı Kerîm’de Şuarâ (şâirler) adlı bir süre vardır: “(Peygamberi hicveden kâfir ve İslâm dışı) şâirler ise, onlara sapık kimseler uyarlar. Görmez misin o şâirler, her yöne meyleder ve boş şeylere dalarlar. Gerçekten onlar şiirlerinde yapmayacakları şeyleri söylerler (K.26/ 224-226). Hz.Muhammed’in İslamiyet’i yaymaya başlamasıyla birlikte, bu yeni Hak dinden rahatsız olan, eski geleneklere bağlı Arab şâirlerin onu yermeye, hicvetmeye başlamaları üzerine nâzil oldu.
Müşrikler tarafından Hz.Muhammed’in bir şâir olduğu da söylenmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu husus şöyle geçer: “(Müşriklerden bir kısım şöyle) dediler: Hz.Muhammed’in getirdiği bu âyetler rüya saçmalarıdır. Yok onu kendisi uydurdu, yok o bir şâirdir (K.2/5); “Ve hiç bir mecnun şâir için biz putlarımızı kırar mıyız diyorlardı. “
Bu iddiaların cevabı yine Kur’ân-ı Kerîm’de vardır: “Biz ona (Hz.Peygambere) şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da” (K.36/69) ■
Hz.Muhammed bazı hadîslerinde şâirleri de şiiri de övmüştür. Burada yerilen ve yasaklanan Cahiliyye Dev-ri’nin ahlâk dışı şiirleri ve bunları yazan şâirlerdir.
İslâmiyetin zuhurundan ve yayılmasından sonra muhtelif emir ve hükümdarlar, saraylarını edebî faaliyetlerin merkezi yapma gayreti hususunda birbiri ile yarıştılar. Şâirler büyük itibar gördü. Arab şâirleri yanında 10. yüzyıldan itibaren en büyük Iran şâirleri yetişti. Türkler arasında ise, İslâm medeniyeti dairesine girdikten sonra, eskiden devam eden ozan tipi şâirler yanında, daha çok İslâmî İran edebiyatı tesiri altında yetişen şâirler göründü. Bunların ilk önemli temsilcisi Yusuf Has Hacib’dir, Bu şâirler, 15. yüzyıldan sonra sanatlarının esaslarını tespit ettiler, 16. asırdan sonra da mükemmel eserler vermeye başladılar. 18.yüzyıl içinde Türk şâirleri, bu ölçüler içinde, sanatlarının zirvesine vardılar. 19. yüzyılda ise değişen şartlara bağlı olarak, kültürümüze başka tip şâirler girdi. En son tesir bugüne kadar devam etti.