Tabiat (ar. i.)
Yaradılış, yaradılıştaki hususiyet, huy, âdet, mahiyet. hilkat, mizaç, merak, zevk, fizik âlem, manâlarını ifade eden Arabça bir kelimedir. Yaratılış, huy. Karakter, seciye. Alem ve içindekiler. Allah’ın kainatta koyduğu kevnî kanunlar,
“Tabiat gerektiriyor, tabiat yapıyor.” diyenlere cevap:
Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tabeden değildir. Tabeden; ancak Kudrettir. Tabiat kanundur-kuvvet değildir. Kuvvet ancak kudrettir. Yahut nasıl ki bildiğimiz şeriat inanların iradeli hareketlerini bir öncü ve intizam altına alıp o hareketleri sınırlayan kaidelerin hulâsasıdır, veya devlet işlerini düzenleyen yönetmelik, prehsib ve kanunların bütünüdür. Öyle de tabiat bu âlemin uzuv ve eczalarından meydana gelen fiiller arasında bir prensip ve ölçü koyan ilâhî ve fıtrî (yaradılış gereği) bir şeriattır; kanunlar bütünüdür. Dolayısıyla tabiat itibarî bir şey olup yaradılışta geçerli olan ilâhî kanunlardan (Âdetullah) ibarettir. Yoksa Tabiatın, haricî bir varlık olduğunu varsaymak, bir bölük askerin idman ve talim esnasında yaptıkları o muntazam ve uyumlu hareketlerini gören bir vahşinin, “aralarında bu uyumu sağlayan ipler mevcud olmalı” demesi gibidir. Bunun gibi ancak vicdanı ve aklı gelişmemiş, yahut eşyaya, eşya adına bakan bir adam sathî ve tebeî bir nazarla devam ve sürekliliğini muhafaza eden tabiatın, yaratıcı bir kudret olduğunu düşünebilir.
Halbuki eğer mevcudatta, özellikle canlılarda görünen; düzenlilik ve mükemmellik Allah’ın kader ve kudret kalemine verilmeyip de kör, sağır, düşüncesiz olan tabiat ve kuvvete isnad edilse; lazım gelir ki tabiatta icad için sayısız manevi makine ve matbaalar bulunsun; veya her şeyde kainatı halk ve icad edecek bir kudret ve hikmet bulundursun. Çünkü nasıl güneşin cilveleri ve yansımaları, yeryüzündeki en küçük cam parçalarında ve katreierde görünüyor. Eğer o misali ve yansıyan güneşçikler, gökteki tek güneşe dayandırılmazsa, bir kibrit çöpünün başının yerleşmediği küçücük bir cam parçaçığında tabiî fıtrî ve güneşin bütün özelliklerine salı ip, görünüşte küçücük esasta çok derin bir güneşin haricî varlığını kabul ederek cam parçacıkları sayısınca güneşleri kabul etmek icab eder.
İşte bu misalde olduğu gibi varlıklar ve canlılar doğrudan doğruya Ezelî Güneş (Allah’ın) isimlerinin (Esma-i hüsna) cilvelerine ve yansımalarına verilmezse, her bir varlıkta, özellikle herbir canlıda sınırsız bir kudret ve irade, sonsuz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti âdeta bir ilâhı kabul etmek lâzım gelir. Böyle bir düşünce imkansızlığın en bâtılı en hurafesidir. Kainat Yaratıcısının sanatını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren, elbette kendi şuursuzluğunu ve idraksizliğini göstermiş olur.
Tabiat ilâhî bir sanattır; sanî'(onu yapan) olamaz. Rabbanî bir kitabtır; kâtib olamaz. Bir nakıştır nakkaş (nakışı yapan) olamaz. Bir defterdir, defterdâr olamaz. Bir kanundur kudret olamaz. Bir mistar (ölçü aleti) masdar (ölçü) olamaz. Bir kabildir münfail olur; fâil olamaz (işlenendir, işleyen olamaz). Bir nizamdır, nâzım olamaz bir kanunlar mecmuasıdır, kanun koyan olamaz (Bir şeriat-i fitriyyedir, şâri’ olamaz).
Hülasa: Tabiat Allah’ın sanatı ve yaradılış kanunları bütünüdür. Kanunlar onu meseleleridir. Kuvvetler o meselelerin hükümleridir (Said Nursi, Lem’âlar ve îşârâtü’l-icâz’ eserlerinden kısmen açıklanarak).