Tekfir (ar.i.) Bir kimseyi yaptığı bir işten veya sarfettiği bir sözden dolayı kâfir sayma, onu küfre nisbet etme.
İman ile küfrün sınırını tesbit son derece güç bir konudur. Bu sebepledir ki Hz.Peygamber, hayatında, fertleri ve şahısları değil de, belirli tipleri tavsif suretiyle tekfîr etmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri bu çeşit hadîsleri bile gerçek manâda tekfir için değil işlenen günâhların büyüklüğünü göstermek içindir şeklinde ele alınmışlardır.
İslâm dünyasında tekfîr hareketi Havâric’in zuhuru ile başlamış ve Mutezile de bu kervana katılmıştır. Bunlar Mürtekib-i Kebîre’yi tekfir etmişlerdir (bk. Kebire) Daha sonra teşekkül eden itikadî ve felsefî fırkalar birbirlerini tekfîr etmeye başlamışlardır.
İslâm dünyasında tarihte görülen tekfirler şu üç hedefte tezahür etmiştir:
- Ehl-i bid’atın birbirini tekfiri,
- Ehl-i bid’atın Ehl-i Sünneti tekfiri,
- Ehl-i Sünnet’le Selefiyye’nin, Ehl-i bid’atı ve İslâm filozoflarını tekfîri.
Ehl-i Sünnet kelâmcıları konu üzerinde hassasiyet göstermişler, “Lâ ilahe illallah, diyen Cennet’e girer” hadîsine dayanarak, Ehl-i Kıble denen, Ka’be’ye doğru namaz kılmanın farz olduğunu kabul eden, hiçbir imsenin tekfir edilemiyeceği kanaatini belirtmişlerdir.
Bu konuda Hz.Peygamber şöyle buyurmuşlardır: “Lâ ilâhe illallah diyene kadar insanlarla savaşmaya memur edildim. Bunu söylediler mi, hukukî vecibeler müstesna, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İçyüzlerinin muhasebesi ise Allah’a aittir.” “Bizim gibi namaz kılan, kıblemize yönelen ve kestiğimizi yiyen kimse, Allah’ın ve Resulünün teminatını elde etmiş Müslüman kabul edilir. O halde böylelerini öldürmek suretiyle Allah’ın verdiği teminat ve ahdi bozmayın.” (Buhâri es-Salâh, 28) .
Ehl-i Sünnet âlimlerinin tekfîr konusunda son derece titizlik göstermelerinin bir başka sebebi de şu hadîs-i şeriftir: “Bir insan müslüman kardeşine, Ey kâfir! diye hitabettiği zaman, bu sözü ikisinden biri üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür muhatabında kalır, değilse söyleyene döner.” (Müslim, el-İman, 26). İbn-i Ömer’den Ebu Davud‘un rivayeti de şöyledir: “Herhangi bir müsiüman diğer bir müsiümanı tekfîr ettiğinde, şayet o kâfirse, diyecek yok, aksi takdirde bizzat kendisi kâfir olur.”
Ehl-i kıbleyi tekfîr eden tekfîr olunur kaidesinin yanında şu söz de meşhur olmuştur: Bir kimsenin küfrü için doksan dokuz delil bulunsa da sadece bir delil de imanına delalet etse o doksandokuz delile değil, bir delile bakılarak imanına hükmedilir. Bu kaide Ehl-i sünnetin toplum huzur ve düzeni açısından bu konuya gösterdiği hassasiyetin delilidir.