Tuğra
Türkçe bir kelime olup, Oğuz hakanları, Selçuk sultanları ve Osmanh padişahlarının nişan ve yazılı alâmetleriydi.
Bu kelimenin Farsçası “nişân, nişane” ve Arabça’sı “tevki”dir. Türkçe’de bu manâda “alâmet” de kullanılmıştır. Fermanların sonunda “alâmet-rşerîfe” şekline rastlanır.
Tuğfa kelimesinin menşeinin doğan kuşuna benzeyen efsânevî “tuğrî” kuşu ile alakadar olduğunu ileri sürenler olduğu gibi bunun, “tuğ”dan türediği görüşü daha uygun bir izâh tarzıdır.
Tarihte “tuğra”nın mucidi olarak Selçuklu sultanı Mes’ud”un veziri Hüseyin Ebu İsmâili’l-Tuğrâî gösterilir. Ancak Selçuklularda Tuğra, Dîvân’ının devletin kurucusu Tuğrul Bey’den beri mevcut olduğu bilinmektedir. Tuğrul Bey’in tuğrasının sikkelerde görülen ok ve yay olduğu tesbit edilmiştir.
Tuğrâ, Selçuklulardan Eyyubilere, oradan da Memluklere geçmiştir. Osmanlılarda ise ilk tuğrâ Orhan Gâzî’ye aittir. 15. ve 16. asırdaki Anadolu Beyliklerine âit tuğralar da Osmanlı tuğralarına benzemektedirler. Osmanlı tuğralarının ilk devirden itibâren gelişerek Fatih Sultan Mehmed devrinde standart bir şekle ulaştığı anlaşılmaktadır. Çelebi Mehmed’e kadar tuğralar yalnız padişahla babasının adını taşırdı. Çelebi devrinde “han”, II. Murad zamanında da “Muzaffer dâimâ” sözü ilâve edilmeye başlandı. II. Süleyman devrinden itibâren sağ tarafa bir çiçek veyâ yaprak konulmaya başlanmış ve bu, MI. Ahmed devrinde büsbütün yaygınlaşmıştır. II. Mahmud zamanında bunun yerine “adiî”, II. Abdüihamid’de “gâzî”ve V. Mehmed’de “Reşad” kelimesi kullanılmıştır.
Tuğra, ferman, ahidnâme, berat, nâme-i hümâyun, paralar, kitâbder, son zamanlarda pullar, senetler, bayraklar ve resmîevrakta kullanılmıştır. T.B.M.M’nin Ekim 1922’de çıkardığı bir kanunla Osmanlı saltanatı ilga edidiğinden bu tarihten itibaren tuğra kullanılması da fiilen sona ermiştir.