Tûl-i emel
“Emel” Arabçada, umma, isteme; insanın, elde edilmesi mümkün olan şeyi istemesi; uzun ömür ve mal zenginliği gibi nefsin hoşlandığı şeyleri arzulaması manâlarına gelmektedir. “Tûl-i emel” ise, umumiyetle uzun emeller peşinde olma, gelecekten çok şeyler bekleme manâsına gelir. Bununla beraber, bir yığın kuruntular ve boş ümitlerle avunup âhiret kurtuluşu için gerekli olan müsbet vazifeleri ve hayırlı işleri ihmal etme manâsında da anlaşılmış olan “Tûl-i emel” Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde bu manâsıyla kınanmış (K. 15/3); geçici dünya nimetlerinin, ebedî olan âhiret hayatını ihmal ve fedâ etmeye değer olmadığı anlatılmıştır (K. 3/185),
Buna karşılık, âhiret kurtuluşunu ve bu kurtuluş için gerekli olan hayat şartiarını ve imkanlarını kazanmaya, maişet teminine ve hayırlar yapmaya yönelik emeller kötülenmiş değildir.
Hiç şüphesiz ki, her insan gibi Resulullâh’ın da arzu ve emelleri olmuştur. Nitekim Enes b. Mâlik Resûlullah’ın en çok şu duâyı okuduğunu bildirmiştir: “Allah’ım! Bize hem dünya güzelliğini, hem de âhiret güzelliğini ver! Bizi Cehennem azabından koru!” Tefsircilerin de belirttiği gibi, Hz. Peygamber’e Kur’ân-ı Kerîm’in tâlimi olan (K. 2/201) bu duâdaki “dünyâ güzelliği”nden maksat îman, ibâdet, ilim, ahlâk, servet, sıhhat, evlat ve âile gibi nı’met ve imkânlar, “âhiret güzelliği” de Cennet’tir.