ABDU’L-KERÎM: el-Kerîm, fazilet türlerinin hepsine sahip anlamını ihtiva eder. Allah’ın, el-Kerîm isminin vechini gösterdiği (yani, el-Kerîm ibmine mazhar kıldığı) kişi. O, keremi tecellî ettirir. Zira, kerem O (Allah)nun kadrini bilmeyi ve O’nun sınırına tecâvüz etmemeyi gerektirir. Malumdur ki, kulun malı mülkü olmaz. O, kulları üzerine olan Allah’ın kerem ve cömertliğinin dışında, hiç bir şeyi kendisine bağlamaz (nisbet etmez). Zira, Mevlâ’sının cömertliği, kendi mülkünde, dilediği kişilere tahsis edilmiştir. Onu, keremiyle herkesin günahını örtmüş olarak görür. Abdü’l-Kerîm, kendisine kötülük yapanı, en güzel huyla ve muamele ile karşılık vererek, onu affeder. Hz. Ömer (r), “Seni Kerîm olan Rabbine karşı gurura sevkeden şey nedir?” (infitâr/6) âyetini işitince, “Senin keremin ya Rab!” demiştir. Bunun hüccet telkin etmeyle ilgili olduğunu söylemiştir. Kısaca, Allah’ın keremi yanında, tüm kulların günahlarının bir değere sahip olmadığını görür. Kereminin feyzi gereği, Allah’ın tüm nimetlerini sınırlı görmez. Böylece, fiilleri, keremi sebebiyle kendisine tecellî eden Rabbisinin ikramı olarak ortaya çıkması bakımından bu kul, insanların en cömerdi hâline gelir. Abdu’l-Cevvâd’ı da bununla kıyasla; çünkü kullarına onun cömertliğinin vasıtası ve ve el-Cevvâd isminin mazharı (ortaya çıktığı yer) olmuştur. Halk içinde, nefsini sevgilisine adayan kişiden daha cömert kim olabilir? Böylece o, kalbini, Allah’tan başkasına bağlamaz. Kur’an’da yirmi yedi yerde geçer.
Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü – Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu