Günümüzde aile hekimliği eğitiminin en az yarısının birinci basamakta geçmesi gerektiği ve eğiticilerinin ağırlıklı olarak birinci basamak hekimlerinden, tercihen aile hekimliği uzmanlarından oluşması gerektiği konusunda bir kanı vardır. Türkiye’de bu koşulları yerine getirmek için yoğun çabalar bulunmaktadır.
Türkiye’de aile hekimliği eğitimi almamış, sadece Tıp Fakültesi mezunu olan hekimler sahada birinci basamak hekimleri olarak çalışmaktadırlar. Bu durum, Dünya genelindeki gelişmiş ülkelerin uygulamalarına uymamaktadır.
Türkiye’de 2002’den beri “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında bir reform süreci sürmektedir. Bu çerçevede sahada çalışan tabiplerin “Aile Doktoru”na dönüştürme çalışmaları çerçevesinde uyum eğitimleri verilmektedir. Uyum eğitimlerinin Aile Hekimliği Uzmanlık Eğitimine eşdeğer olup olamacağı tartışma konusudur. İki eğitim birbirleriyle karşılaştırılmayacak durumdadır. O nedenle bu tartışmalar lüzumsuzdur, çünkü Tıp Fakültesi mezunu bir doktor, birinci basamak hekimliği açısından yeterli olmamakta, yıllar süren bir ek eğitim alması gerekmektedir. Tıp Fakültelerinin eğitsel amaçları konusunda bir uzlaşı mevcut değildir. Mezun ettikleri öğrencilerine birinci basamak sağlık hizmetlerinde önemli görevler biçenler olduğu kadar, tıp eğitimi uzmanlaşmanın bir ön koşuludur diyen öğretim üyeleri de bulunmaktadır. Ancak dünyada bulunan genel kanaat temel tıp eğitiminin birinci basamak hekimlik uygulamaları için yeterli olmadığıdır. Müfredatlarında yapılacak uyarlamalarla Aile Hekimliğine ve Birinci Basamağa hekim adayı kazanmak mümkün olacaktır. Uzmanlığı bile seçecek olsa genç hekim, birinci basamağın önemini de böylece kavrayacaktır.
Birinci basamak, bir hastanın ilk başvurduğu sağlık kurumu olmalıdır. Özellikle sevk zincirinin sıkı biçimde denetlendiği sistemlerde bu böyledir. Hasta gereği halinde birinci basamak hekimi tarafından 2. basamağa ya da daha üst kurumlara sevk edilir.
Bu sistemlerde Aile Hekimliği Uzmanı hastaların ilk başvuracakları hekimdir.
Aile hekimliği Uzmanı, sadece aile breylerine hizmet sunmasından dolayı değil kendilerine başvuran kişileri aileleri ve toplumları içinde değerlendirdiklerinden dolayı bu adı almıştır. Aile hekimlerinin hizmet sunduğu nüfus yaşayan herkestir. Kendisine kayıtlı olan bireyler ile bütün sağlık sistemi arasında aracılık yapar ve sağlık sorunlarında bu süreci koordine eder. Hastalardan, acil durumlar dışında, kendi aile hekimlerine görünmeleri beklenilmektedir, ancak bazı durumlarda sevk zincirini aşıp 2. ve 3. basamakta bulunan branş uzmanlarına gitme eğilimi sözkonusudur. Bu özellikle hekimiyle yeterince güven ilişkisi kuramamış, yapılan girişimlerden memnun kalmamış olan, birinci basamak sağlık kurumunda bulunan laboratuvar donanımından memnun olmayan hastalar tarafından sıklıkla seçilen bir yoldur. Aile Hekimliği Uzmanının kapı tutuculuk görevinden memnun kalmayıp, hastanelere doğrudan yapılan başvuruların sağlık harcamalarını daha artıracağı kaygısı bulunmaktadır. Bu nedenle katkı payları alınarak, hastanın tercihine izin verilmeye çalışılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre aile hekimleri kendilerine yapılan başvuruların % 80 – 90’ına sorunun niteliğinden bağımsız olarak kesin çözüm getirebilmektedirler. Bu başvuru sırasında hastalıklarının çok büyük kısmı tedavi edilir (% 90- 95). Aile hekimleri bir üst sağlık basamağına, (hastanelere) sevk ettiği % 5- 10 oranındaki hastalarını da izler ve onların sorumluluğunu taşır (süreklilik ilkesi). Aile Hekimliği Uzmanlarının hizmet alanı aile üyelerinin tümünü içerecek tarzda geniş bir biyolojik perspektifi içermesinin yanı sıra hizmet verdiği bireylerin sosyal ve psikolojik durumlarını da kapsar (kapsamlı hizmet ilkesi). Hastaya önerilen tüm tanı ve tedavi yaklaşımları hasta bireye özgündür ve bir bütün olarak bireyin biyolojik, psikolojik ve sosyal gereksinimlerine yanıt verir. Aile hekimleri sadece aile yönelimli bir yaklaşım göstermez, aynı zamanda toplum sağlığının gereklerini gözeten bir yaklaşım sergiler.
Aile Hekimliği Uzmanları hastalarını aile ve toplumları içinde değerlendirir. Hastalıkların sadece hastayı değil aileyi de etkilediğini dikkate alarak aile yönelimli bir yaklaşım sunar. Bu yaklaşım içinde hastanın sorunları çözümlenirken hastalığın aile üzerine etkileri ve ailenin hastalık üzerine etkileri dikkate alınarak sorunun çözümlenmesi için tedavinin planlanması aşamasında hastanın ve ailesinin görüşlerinin alınarak ortaklaşa bir tedavi planı hazırlanması hastanın tedaviye uyumunu artırır ve tedavinin etkinliğini sağlar.
Aile Hekimliği Uzmanları sadece aile merkezli bir yaklaşım göstermez, aynı zamanda toplum sağlığının gereklerini gözeten bir yaklaşım sergilerler. Buna WONCA 2002 Avrupa Tanımında Toplum Yönelimli yaklaşım olarak isimlendirilmektedir.
Türkiye’de 2010 itibariyle Tüm Sağlık Ocakları, Aile Hekimliği Birimine Dünüştürülerek Aile Hekimliğine Geçilmiştir.
227 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun halen yürürlükteyken Sağlık Ocakları kapatılmış, Aile Hekimliği Sistemi Sağlıkta Dönüşüm Programı çerçevesinde Türkiye’de yürürlüğe girmiştir. Prof. Dr. Hasan Nusret Fişek’in deyimiyle Aile Hekimliği Sistemi iyi bir sistemdir ancak modern ülkelerde! Türkiye’de Temel Sağlık Hizmetleri her yurttaşa hakça ulaşılabilir değilken, yürürlüğe girmesi halen tartışmalıdır. Sistemdeki eksiklikler 2011 yılı içerisinde baş göstermiştir. Aile hekimlerine tutturulan ek nöbetler, verilmeyen izinler, kesilen ek ödemeler ve sözleşmeli çalışmanın iş güvenliği açısından sakıncaları sisteme ait soru işaretleridir. Ayrıca aile hekimliğine geçilen illerdeki sağlık göstergelerine dair verilerle bilimsel araştırmaların yapılamıyor olması ayrı bir sakınca doğurmaktayken, sistemin işleyişiyle ilgili soru işaretlerinin arttırmaktadır. Yine yeni sistemin bir parçası olan Toplum Sağlığı Merkezlerinin entegrasyonunda sorunlar yaşanmaktadır. Bireye ve çevreye ait koruyucu sağlık önlemlerinin tümleşik şekilde uygulandığı sağlık ocaklarının kaldırılmasıyla, bireye ait önlemler aile hekimleri tarafından uygulanmaya çalışılmaktadır. Ancak bir hekim ve bir yardımcı sağlık personelinin kendine bağlı tüm hastalara ulaşıp koruyucu sağlık önlemlerini sürekli ve sağlıklı şekilde vereceği tartışma yaratmaktadır. Ayrıca kapatılan sağlık ocaklarının personelinin Toplum Sağlığı Merkezlerine zorunlu görevlendirilmeleri bir taraftan iş barışına karşı bir darbe oluşturuken diğer taraftan da sağlık yönetimi açısından istihdam problemleri yaratmaktadır. Tüm bu sorunları dile getiren Halk Sağlıkçılar istenmeyen insanlar olmuş ve Toplum Sağlığı Merkezleri için kadro verilerek sisteme dail edilmeye çalışılmaktadır.