Akabe. Allah’a giden yolda sâlikin önüne çıkan aşılması güç engelleri İfade etmek için kullanılan bir tasavvuf terimi.
Sözlükte “Sarp yol, dağdaki aşılması zor dik geçit” anlamına gelen akabe, Kur’ân-ı Kerîm’de mecazi olarak köle azat etmek, bir yetim veya yoksulu doyurmak; mümin, sabırlı ve haktan yana kimselerden olmak gibi faziletler için kullanılmıştır. Kur’an insanı, kendisine birçok nimetler verilmiş olmasına rağmen, neticesi hayır olan bu sarp ve dik yokuşu tırmanarak faziletler kazanma çabasını göstermediği için kınamıştır.
Mutasavvıflar Kuranda geçen akabe kelimesini, “Maksada ulaşmak için aşılması, yok edilmesi gereken tabii engeller ve nefsânî bağlar” olarak yorumlamışlardır. İbrahim b. Edhem, bir kimsenin sâüh kişiler derecesine çıkabilmesi için refah, izzet, rahatlık, uyku. zenginlik, tamah kapılarını kapatıp sıkıntı, zillet, cehd, uykusuzluk, fakirlik, ölüme hazırlık kapılarını açmaktan ibaret olan “Altı akabe”yi aşması gerektiğini söyler. İbnü’l-Arabiye göre sûfî ile muradı olan hak arasında sarp ve dik bir yokuş vardır. O, tabiat İtibariyle bu yokuşun alt tarafındadır. Zirveye çıkmak için bu dik yokuşun aşılması gerekir. Tepe noktasına çıkılıp öte tarafına bakılınca artık bir daha geri dönülemez; çünkü dönülmesi imkânsız bir noktaya ulaşılmıştır. Sûfllerin, “Dönen yoldan döner, eren dönmez” sözü bu makam için söylenmiştir. Bu tepe noktası “İşrâf” ve “Ittıla” makamıdır.
Halvetiyye tarikatında nefsin emmâre, levvâme, muinime, mutmainne, râziyye, marziyye ve kâmile sıfatları onun akabeleri kabul edilir. Bu yedi akabe lâilâhe illallah, Allah, hû, hak, hay, kayyûm, kahhâr zikriyle aşılır ve her akabe safhasında bir nur tecelli eder. Bu nurlar sırasıyla şöyledir: Mavi, sarı. kırmızı, siyah, yeşil, beyaz ve renksiz.
“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” âyetinde, “Yalnız sana ibadet ederiz” şeriata “Yalnız senden yardım dileriz” hakikate işaret eder. Şeriata, “Faydalı ilim” ve “İhlâslı amel” akabeleri geçilerek ulaşılır. “Yalnız sana ibadet ederiz”deki akabeleri geçmek için, çocuğu sütten keser gibi organları şeriata aykırı işlerden, nefsi kötü alışkanlıklardan, sırrı tabiatın bulanıklığından, aklı vehim ve hayalden, ruhu mâsivâdan arındırmak gerekir. Hakikate ise yedi akabe geçilerek ulaşılır: Birinci akabeden ihlâslı niyet, ikincisinden hikmet, üçüncüsünden ledünnî bilgiler, dördüncüsünden mele-kûttaki münâcâtlar, beşincisinden kurbiyet makamındaki nurlar, altıncısından sevgi halindeki müşahedenin ışıkları görünür. Yedinci akabeyi aşanlar kutsiyet gülistanına konarlar. Burası fena ve mahv makamıdır. Bazı kaynaklarda ilim, tövbe, alâik dünya, nefis, şeytan, avarız (rızk, tehlike, kaza, musibet), bâis (havfrecâ). kâdih (ucbriya), hamd ve şükürden ibaret yedi akabeden söz edilir.
Akabeler, Gazzâli’nin Risâletü’t-tayrından sonra Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ında oldukça geniş ve edebî bir üslûpla işlenmiştir. Ancak Attâr akabe yerine vadi terimini kullanmıştır. Ona göre Allah’a vâsıl olmak, ancak son derece zor ve tehlikeli olan aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret, fakr ve fena vadileri aşıldıktan sonra mümkündür. Sâlikin sadece Allah’ı görmesi ve mâsivâyı görmemesi makamına cem adı verilir. Bu halden sonra fark-ı sânî denilen ve yaratıcıyı yaratıcı, yaratılmışı da yaratılmış olarak görme ve ikisini birbirinden ayırma hali gelir. En değerli ve en yüce hal budur. Ancak fark-ı sânîye ulaşmaya genellikle cem’ hali engel olduğundan buna akabetü’l-cem’ denilmiştir.