Ala/A'la Suresi Kaçıncı Sure, Kaç Ayet, Konuları, Nüzulü Sebebi

A’la Suresi, Mekke’de nazil olmuştur, Kur’an’da 87. sırada yer alan sûre, 19 âyettir.

Bir önceki Târık sûresi, kâfirlerin çe­şitli hile ve engellemelerine rağmen Hz. Peygamber’in Allah’ın izniyle zafere ula­şacağını vaad eden âyetle sona erer. Alâ süresinin, “Seni en kolay yola muvaffak kılacağız” mealindeki sekizinci âyetin­de de o zaferin yakında gerçekleşeceği müjdelenir. Bu müjdeye şükür ifadesi olmak üzere sûre. “Rabbinin yüce ismi­ni tesbih et!” diye başlar; esas büyük bayramın ebedî kurtuluşla cennette ger­çekleşeceğini, âhiretin dünya hayatından daha üstün ve daha kalıcı olduğunu, bu hakikatin önceki din kitaplarında, özellikle Hz. İbrahim ile Hz. Musa’nın kitap­larında da yer almış bulunduğunu vur­gulayan âyetlerle son bulur. Bir sonraki Gâşiye sûresinde ise genel olarak âhiretten, özellikle cennet hayatından bahse­dilir ve çeşitli misallerle âhiretin neden dünya hayatından üstün olduğu gözler önüne serilir.

A’lâ kelimesi âyette hem “Rabb’in, hem de “İsm’in sıfatı olabilecek şekilde zikredilmiştir. Buna göre Allah’ın yalnız zâtı değil, isim ve sıfatları da yüce ve mukaddestir. Rabbin mukaddes adını anarken O’nun yüceliğini küçümseyecek anlayış, yorum ve davranışlardan sakın­mak gerekir. Tevrat’ta on emirden bi­ri olarak. “Allah’ın, rabbin ismini boş yere ağza almayacaksın”[Çıkış, 20/71] diye emredilmiştir. Bununla beraber yahudiler Allah’ı gerektiği şekilde ten­zih etmemişler, onu güçlü bir insan şeklinde düşünmüşler, bununla da kal­mayarak sadece yahudilerin millî ilâhı olarak kabul etmişlerdir. Hıristiyanlar ise, “O hem birdir, hem üçtür” tarzın­daki akıl almaz çelişkiyi inançlarına te­mel yapmışlardır. Her iki dinin mensup­ları da aslında tevhid ehli oldukları hal­de tenzih ehli olamamışlardır. Kur’ân-ı Kerîm. Allah’ı bir bilmenin bu bakımdan yeterli olmadığını göstermek için onun eşi ve benzeri olmadığını, birliğinin her yönüyle kutsal zâtına mahsus bir birlik olduğunu ortaya koymuş, Allah’ın birliği inancına, Allah’ın eşsiz yüceliği demek olan tenzih ilkesini de eklemiştir.

A’lâ sûresinin ilk âyetleri, birinci âyet­teki teşbih ve tenzih emrinin gerekçesi gibidir: “O rab ki yaratan, düzene ko­yan, her şeyi inceden inceye takdir eden, yol gösteren, otlağı meydana çıkaran, sonra da onu çerçöp edip sel kusmuğu­na çevirendir” mealindeki âyetler 2-5, Allah’ın yüceliğini ve kudretini dile ge­tirir.

Beşinci âyette, “Çerçöp ve sel kusmu­ğu” mânasına gelen ve esas itibariyle “Kara kuru yakacak şeyler” demek olan “Gusâen ehvâ” kelimeleri geç­mektedir. Bu âyet, âdeta maden kömü­rü yataklarına işaret ediyor gibidir. Zira kömür yataklarının, daha önceki jeolojik devirlerde yaşamış olan dev otlarla or­manların jeolojik değişikliğe uğradıktan sonra yer altında basınç ve ısı etkisiyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmekte­dir. Cansız madde olan taş ve toprak­tan yemyeşil otların ve otlakların çıkma­sı nasıl Allah’ın kudretine delâlet eden bir olaysa, otların ve ormanların da za­manla taş kömürüne dönüşmesi öylece O’nun kudretini gösteren bir olaydır.

Bu âyetin daha sonraki âyetlerle olan ilgisi dikkate alınınca, her yönüyle yüce yaratıcının kudretini dile getiren bu yeryüzünde, çevresinde olup bitenler­den habersiz ot gibi, ağaç gibi yaşayan­ların öldükten sonra sadece yakılmaya yarayan taş kömürüne benzeyecekleri ima ediliyor gibidir. Ayrıca bu âyet, on­ların kendi hayatları gibi çok önem ver­dikleri ve her şeyden üstün tuttukları dünyalarının da hiçbir önemi bulunma­dığını ihtar etmektedir. Çünkü dünya hayatı ebedî kurtuluşa basamak olursa bir anlam ve değer ifade eder.

Sûrenin, “Biz sana Kur’an’ı öğretece­ğiz, sen de artık hiç unutmayacaksın” mealindeki altıncı âyetinde Hz. Peygamber’in unutmaktan korunmuş olduğu­nun bildirilmesi de Allah’ın yüce kudre­tine delil gösterilmekte, Peygamber’in şahsında gerçekleşen bu ilâhî mucizenin sırrı, Kur’an’ı okuma ve ezberleme kolaylığı tarzında ümmetin hafızlarında sürekli olarak tecelli etmektedir.

Kaynaklarda Hz. Peygamber’in A’lâ sûresini çok sevdiği, vitir, bayram ve cu­ma namazlarında ve hatta son olarak kıldırdığı akşam namazının ilk rekâtın­da onu okuduğu zikredilmektedir. Öte yandan, daha önce Vakıa süresindeki “Fe sebbih bi’smi rabbike’l-azîm” Vakıa: 56/96. âyeti nazil olunca rüküda “Sübhâne rabbiye’l-‘azîm” denmesini öğütlediği gibi, bu sûre de “Sebbih isme rabbike’l-a’lâ” âyetiyle başladığı için secdede “sübhâne rabbiyel-a’lâ” denmesini em­rettiği bildirilmektedir.

Peygamber (s.a.v.)e, Allah’ın yüce adını anması emriyle başladığı için bu ismi alan sûrede, Kur’ân’ın Peygamber’e okutulacağı, Peygamber’in işinin kolaylaştırılacağı; ruhunu temizleyip yüceltenlerin veya zekât verip namaz kılanların felaha ereceği buyurulmaktadır.

Berâ İbn Âzib (r.a.) şöyle demiş: Peygamber (s.a.v.)in ashabından bize (yani Medine’ye) ilk gelen Mus’ab İbn Umeyr ile (Abdullah) İbn Ümmi Mektum olmuştur. Onlar bize Kur’ân okurlardı. Sonra Ammâr, Bilâl, Sa’d, daha sonra yirmi kişi ile birlikte Ömer İbn el-Hattâb geldi. Sonra da Peygamber (s.a.v.) geldi. Medine halkının, Peygamber’in gel­mesine sevindikleri kadar hiçbir şeye sevindiklerini görmedim. Kızlar ve oğlanlar:

“İşte Allah’ın Elçisi geldi!” diyorlardı. O gelir gelmez kendisinden “Sebbih ‘isme rabbike’l-a’lâ’yı (mufassaldan) benzeri sûreler arasında oku­dum (belledim).”

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski