Alamût Kalesi, veya Elemût – Belde’t-ûl’İkbâl. Elemûtlar Nizârî Bâtınî-İsmâilî Devleti’nin yönetim merkezi konumunda olan bir kaledir. Kelime mânâsı olarak “Kartal Yuvası” anlamına gelmektedir. Cüstaniler kralı Veşudan İbn-i Cüstan tarafından inşa ettirilmiştir. Kelimenin mânâsı “Aluh āmū[kh]t” (“Kartalın Öğretisi” veya “Cezalandırma Yuvası”) anlamlarına gelmektedir. Ebced hesabına göre ise “Elemût” (الموت) Hicrî 483 yılına tekâbül etmektedir, ki bu sayı kalenin Hassan-ı Sabbah tarafından zapt edildiği yıla karşılık gelmektedir. Elemût – Belde’t-ûl’İkbâl, Hasan Bin Sabbah tarafında feth edilene kadar Cüstaniler’in denetimi altında kalmıştır.
Alamût Kalesi
Alamût Kalesi Hazar Denizi’nin güney kıyısında 2000 m. yükseklikteki yalçın kayalar üzerinde kurulmuştur. Haşşâşîn’in lideri ve İsmâilî Devleti’nin kurucusu Hasan Sabbâh kaleyi 4 Eylül 1090’da ele geçirdi ve burasını Bâtınî karargâhı haline getirdi. Hasan bin Sabbah’ın Yemen’den Kûfe yakınlarındaki Himyari bölgesine gelen, oradan İran’a geçerek bir süre Kumm şehrinde yaşayan, ve daha sonra Rey kentine yerleşen bir aileye mensup olduğu iddia edilir. Kurucusu olduğu İran’nın Elemût Bölgesi merkezli İsmâilî Devlet, İmamet (İsmailiyye öğretisi) ve İmâmet (Nizârî i’tikadı) üzerine inşa edilmiştir.
Tarihçe
Hasan Sabbah’ın önderliğini yaptığı, fedailerine sahte bir cennet vaadiyle kendi Haşhaşilik öğretisini yaydığı, tarihte Belde’t-ûl’İkbâl adıyla şöhrete kavuşan Elemûtlar Devleti’in karargahı ve başkenti niteliğinde hizmet vermiş olan bir yerleşim birimidir. Nizari-İsmaili mezhebinin yaşatılmasında büyük bir rol oynayan bu merkezde adamlarına cennetin anahtarlarını kendi ellerinde bulundurduğuna inandıran ve haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanan Hasan bin Sabbah, eğitime tabi tuttuğu fedaileri aracılığıyla birçok devlet adamı ve hükümdarın canına mâl olan suikastler tertip etmeyi ve çevresindeki ülkelere epey gözdağı vermeyi başarabilmişti. Suikast düzenlemek anlamına gelen İngilizce assassination kelimesinin burada yaşayan haşhaşin örgütünün adından değişerek türetildiği zannedilmektedir. Zamanın Haçlı kaynaklı tarihçileri Hasan bin Sabbah fedailerinin kendilerini feda edecek kadar davaya bağlı olmalarını anlamlandıramamış ve siyasi suikastleri yerine getirmesi için haşhaşın uyuşturucu etkisini kullanıldığını öne sürmüşlerdir. Alamut Kalesi Sultan Melikşah ve vezir Nizâmülmülk (1091-1092), Sultan Muhammed Tapar (1109-10) ve (1117-18), Sultan Sencer (1127) ve Sultan Mahmûd b. Muhammed Tapar (1130) gibi birçok hükümdar tarafından kuşatıldıysa da sonuç alınamamıştır. Ancak 19 Kasım 1256’da Bâtınîler’in (İsmâilîler) başında bulunan Rükneddin Hürşah, Moğol Hükümdarı Hülâgû’nun ordusuna karşı koyamayınca Alamut Kalesi teslim olmak zorunda kalmıştır. Hülâgû kaleyi yerle bir ettirdi ve halkını kılıçtan geçirtmiştir.
İnançları
Şiîlik mezhebinin İsmâilîlik meşrebinin Nizârîlik koluna bağlı Hasan Sabbah’ın zamanında şöhretinin doruk noktasına ulaşmıştır. Tarihe “Haşhaşiler” ve “suikastçılar” olarak geçen bu kalede ikamet eden İsmâilîler’in bu şekilde tanımlanmalarının nedenlerinden biri Marco Polo’nun anılarında aktarmış olduğu bilgilerdir. Şiîlik mezheblerinden olan İsmailî-Nizârîler kolunun temelini teşkil eden bu tarikat günümüzde IV. Ağa Han’ın önderliğinde ezoterik-batınilik dünyasının en büyük temsilcisi olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.