Amasya Tarihi, Yerleri, Eserleri, Camiileri, Hakkında Bilgi

Amasya, Karadeniz bölgesinin iç kesiminde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Deniz seviyesinden 400 m yükseklik­te. Yeşilırmak’ın açtığı iki tarafı yüksek kayalıklarla çevrili dar bir vadide kurul­muştur. Şehrin içinden geçerken batı-doğu istikametini alan nehrin solunda yükselen dik kayalıklara oyulmuş mağara ve kral mezarlan ve bu­nun hemen üstündeki kale dikkati çe­ker. Nehrin sağ kesimi nisbeten daha az meyilli ve düz olduğundan yer­leşme daha ziyade bu yönde olmuştur.

Şehrin bilinen en eski adı Amaseia’dır. Ancak ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesin olarak bilinmemekte­dir. Bununla birlikte, Büyük İskender devrinden önce de mevcut olduğu ve şehrin tarihinin Hititler döne­mine kadar uzandığı sanılmaktadır. He­lenistik Seleukhoslar döneminde zaman zaman Pontus krallarının başşehri oldu; milâttan önce 63 yılında da Roma Dev­leti sınırları içine katıldı. Milâttan sonra III. yüzyılda bir piskoposluk merkezi ola­rak önem kazandı. 712’de Araplar tara­fından alındı ise de birkaç yıl sonra İm­parator III. Leo idaresindeki Bi­zans kuvvetleri şehri ele geçirdiler.

Amasya’nın Türkler tarafından ne za­man fethedildiği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak XI. yüzyıl başında Dânişmendliler’in İdaresi altında oldu­ğu bilinmektedir. Bu hâkimiyet, Dâniş-mendli topraklarının Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan tarafın­dan ilhakına kadar devam etti. Anado­lu Selçuklu Devleti döneminde “Dârü’l-iz” unvanı ile bilinen şehir, II. Kılıcarslan’ın saltanatının sonlanna doğru oğul­lan arasında yapılan taksimde Nizâmeddin Argunşah’ın payına düştü. Fakat Argunşah’m kardeşi Tokat beyi Rükneddin Süleyman burayı zorla ele geçir­di. Şehir daha sonra Baba İshak liderli­ğindeki Babaî isyanlarına sahne oldu. Baba İshak yakalanarak Amasya Kalesi burçlarında idam edildi. 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu işgal eden Moğollar şehri zaptetüler ve böylece şe­hir Moğol valileri tarafından idare edilmeye başladı. Bir ara son Selçuklu Sul­tanı II. Gıyâseddin Mesud’un oğlu Tâceddin Altınbaş’ın hâkimiyetine girdi. Daha sonra Sivas’ta hüküm süren Eretna’nın ve onun haleflerinin idaresinde kaldı. Eretnaoğlu Ali Bey’i yenen Emîr Hacı Şadgeldi tarafından ele geçirildi. Ardından Hacı Şadgeldi ve onun mütte­fiki olan Melik Ahmed ile Kadı Burhâneddin arasındaki siyasî mücadelelere sahne oldu. Şadgeldi’nin ölümü üzerine oğlu Ahmed, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’in desteğini alarak şehri Kadı Burhâneddin’e karşı müdafaa etti. Yıl­dırım Bayezid bu sırada Kadı Burhâned­din’e mağlûp olmasına rağmen yeniden giriştiği mücadele sonunda Amasya’yı Osmanlı topraklarına kattı idaresini de oğlu Çelebi Mehmed’e bıraktı. 1402 Ankara Savaşı’nda Yıldırım Baye­zid’ın Timur’a esir düşmesi üzerine, sa­vaşa katılan Çelebi Mehmed, kuvvetle­riyle birlikte Amasya’ya çekildi. Hatta kardeşleri îsâ ve Süleyman’a karşı bu­rayı hareket üssü olarak kullandı. Bun­dan sonra ise şehir XVI. yüzyıl sonlanna kadar Osmanlılar’ın doğu sınırlarında stratejik bir merkez olarak önem ka­zandı. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Zaferi’ni müteakip burada kışladı. Kanunî de Nahcıvan Seferi dönüşü bir müddet şehirde ikamet etti. Onun bu ikameti sırasında İran ile Amasya Antlaşması yapıldı. Bu sırada Avusturya el­çilik heyetinde bulunan ve Osmanlılar hakkındaki mektupları neşredilen Busbecq Amasya’da Kanunî tarafından ka­bul edildi.

Amasya ve çevresi, XV. yüzyıl sonlan ve XVI. yüzyıl başlarında Safevî tahrikle­riyle doğu bölgelerinde çıkan isyanların tesiri altına girdi. II. Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgalarında önemli rol oynadı. Aynı şekilde Kanûnrnin oğulları Selim (II) ve Bayezid arasındaki müca­delede de adı sık sık geçti. Şehrin XVI. yüzyıl ortalarında taht vârislerinin bulundukları yer olma özelliğini kaybet­mesi sebebiyle. Şehzade Bayezid, Kütahya’dan Amasya’ya naklini kendisinin ye­rine Şehzade Selim’in taht vârisi olarak seçildiği şeklinde yorumlayarak isyan et­ti. Ancak yenilerek İran’a kaçmak zo­runda kaldı. Şehir XVI. yüzyıl sonlarında da karışıklıklar içine düştü. Zaman zaman Celâlî eşkıyası şehre hâkim ol­du. Bundan sonra şehrin tarihindeki en önemli hadise Millî Mücadele yıllarında meydana geldi. Mustafa Kemal, mem­leketin işgaline karşı direnişi ve teşki­lâtlanmayı gerçekleştirmek için burada çalışmalara başladı. Bunun neticesinde 21-22 Haziran 1919’da Millî Mücadele’nin ilk programını tesbit eden Amas­ya Tamimi yayımlandı. Amasya Cumhu­riyetin ilânından sonra 20 Nisan 1924’te il oldu.

Amasya, XVI. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı hanedanına mensup şehzade­lerin idari tecrübe kazanmak için gön­derildikleri önemli merkezlerin başında yer aldı. Burada sancak beyi olarak bu­lunan birçok şehzade taht için kendisini en kuvvetli aday olarak gördü. Bunda, doğu sınırına yakın bir sancağın merkezi olması sebebiyle, sınır boylarında yapı­lacak mücadelelerde kazanılacak başa­rıların, şan ve şerefin taht yolunda bü­yük avantaj sağlayacağı şeklindeki dü­şüncenin rolü büyüktü. Nitekim Çele­bi Mehmed’den itibaren II. Murad, Fâ­tih, II. Bayezid burada sancak beyi ola­rak bulundular. Ayrıca II. Murad’ın oğ­lu Alâeddin, II. Bayezid’ın oğlu ve kendisini güçlü bir taht vârisi olarak gö­ren Şehzade Ahmed, Kanûnrnin oğulla­rı Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid de Amasya’da idarecilik yaptılar. Ancak Şehzade Mustafa’nın katlinden sonra, İstanbul’a daha yakın olan şehzade san­caklarının öneminin artması ve Amas­ya’nın başşehirden uzak olması sebe­biyle, XVI. yüzyıl ortalarından itibaren şehir bu özelliğini kaybetti; onun yeri­ne Manisa tek şehzade sancağı olarak önem kazandı. Bundan sonra Amasya merkezden tayin edilen sancak beyleri tarafından idare edildi. XIX. yüzyıl sonlarında Ziya Paşa da burada kısa bir sü­re mutasarrıf olarak bulundu.

Zaman zaman zelzele ve sel felâket­lerine uğrayan Amasya, Ortaçağlarda bölgenin önemli büyük mâmur şehirlerinden biri idi. Osmanlılar döneminde de bu durumunu koruyan şehir, özellikle XV. yüzyıl ortalanndan XVI. yüzyıl başla­rına kadar fizikî bakımdan gelişme gös­terdi. Amasya 1525’te beşi gayri müslim olmak üzere elli beş mahalleye sa­hip bulunuyordu. Nüfusu ise tahminen 8000 civarında idi. Bunun 2000 kadarını gayri müslim unsurlar meydana getiriyordu. 7 Ni­san 1555’te Avusturya elçilik heyetiyle Amasya’ya gelen H. Dernschvvam’ın fizi­kî durum hakkında verdiği bilgilere gö­re dar bir vadide kurulmuş olan şehir­de yoğun bir yerleşme vardı. Şehirdeki çoğu iki katlı ve kerpiçten yapılmış ev­ler âdeta birbiri üzerine yığılmış gibi bir görüntü arzediyordu. Bu sırada şehrin ortasından geçen Yeşilırmak üzerinde bir tahta, üç de taş köprü mevcuttu. 14 Nisan 1555’te şehirde büyük bir yangı­nın çıktığını yazan H. Dernschvvam. ya­nan evlerin kısa sürede yeniden inşa edildiğini, şehirde bu sırada on bir cami bulunduğunu, şehzade sarayının etrafı bahçeli, tek katlı tuğladan yapılmış ba­sit bir bina olup dağın eteğinde yer al­dığını ve Kanunînin burada ikamet et­tiğini de belirtir. XVI. yüzyıl sonlannda ise şehirde yine elli beş mahalle mev­cuttu ve bunun altısı gayri müslim ma­hallesi idi. Nüfusu ise artış kaydederek 10.000e ulaştı. Gayri müslim nüfusu 1500 civarında olup 1525’e nisbetle dü­şüş kaydetmiştir. Şehrin nüfusu XVII. yüzyılda da artış gös­termekle beraber fizikî bakımdan büyük gelişme görülmedi. Bunda muhtemelen şehrin gelişmeye pek müsait olmayan mevkii önemli rol oynamıştır. Nitekim Evliya Çelebi, şehirde kırk sekizi Müslüman, beşi gayri müslim olmak üze­re toplam elli üç mahalle bulunduğunu kaydeder, nüfusu da 5000 hane olarak gösterir. XVIII. yüzyılda durumunu koruyan şehir, XIX. yüzyılda fizikî bakımdan yine pek gelişme gösterememekle birlikte nüfus yö­nünden biraz daha kalabalıklaştı. Bu yüz­yılda nüfus 25.000-30.000 civarında idi, mahalle sayısı ise otuz altı kadardı.

İlkçağ’larda Tarsus, Kayseri, Zile, Samsun ticaret yolu üzerinde bulunan Amas­ya, bilhassa Osmanlı döneminde ticari ve iktisadî bir merkez olarak da dikkati çe­ker. XVI. yüzyılda şehirde bir boyahane, şem’hane ve darphane mevcuttu. İpek dokumacılığı ise yaygın bir şekilde yapı­lıyordu. Ayrıca şehir Azerbaycan-Bursa yolu üzerinde bulunduğundan, bu taraf­tan gelen İran ipeklileri için de önemli bir pazar durumunda idi. 1554-1555 yıl­larında on ay içinde resmî yollarla şehre giren ve tartılan ipekli miktarı (mîzân-ı harîr) 10.632 lodraya ulaşıyordu. XVII. yüz­yılda Evliya Çelebi’nin Amasya’da 1060 kadar dükkân ile işlek ve zengin çarşı­larının bulunduğunu belirtmesi. V. Cuinet’in XIX. yüzyıl sonlannda 2500’e ya­kın dokumacının mevcut olduğunu yazması, buranın sınaî ve ticarî bakımdan canlı bir hayata sahip bulunduğunu gös­terir. Daha sonraki yıllarda ticarî canlı­lığı biraz daha artan Amasya, 1863’te Mısır’dan getirilen pamuk tohumunun üretimi için seçilen pilot bölgeler ara­sında yer almış ve pamuk üretimi için teşebbüslerde bulunulmuştur. Şehrin ti­carî canlılığının artması ve sahile olduk­ça yakın bulunması sebebiyle, her yıl aralık ayının 15’inde başlamak ve sonu­na kadar devam etmek üzere, 1864’de bir de panayır kurulmuştur. Şeh­rin iktisadî hayatında bu dönemlerde tahıl üretimi ve meyvecilik önemli bir yer tutmuştur.

İlkçağ’da Strabon gibi büyük bir coğ­rafyacının yetiştiği Amasya, Türk hâki­miyeti devresinde de bir kültür merke­zi olma özelliğini sürdürdü. Selçuklu­lar devrinde birçok ilim ve sanat erbabı yetişti. Osmanlılar döneminde bilhassa şehzadelerin bulunduğu sırada pek çok âlim, sanatkâr ve şairin toplandığı bü­yük bir kültür merkezi haline geldi. XVI. yüzyıl ortalarına kadar şehzade sarayı canlı bir kültür faaliyetine sahne oldu. Tarihçi Şükrullah, meşhur hattat Şeyh Hamdullah, Tâcî Bey ile oğullan Cafer ve Sadî çelebiler, ulemâdan Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi. Zenbilli Ali Efendi ve meşhur tabip Sabuncuoğlu Şerefeddin gibi tanınmış şahsiyetler burada yetişti. XVI. yüzyılın ortalarından itibaren şehir bu özelliğini yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Ancak yine de Ana­dolu’nun önemli bir kültür merkezi ol­ma özelliğini korudu. 1861’de şehre ge­len seyyah G. Perrot, Amasya’yı “Ana­dolu’nun Oxford’u” şeklinde tarif eder ve buradaki medreselerde 2000’e yakın talebenin okuduğunu yazar XIX. yüzyıl başlarında Amasya’da yaşayan ve şehir hakkında bir eser ya­zan Mustafa Vazıh Efendi de buranın bir talebeler şehri olduğunu belirtir. Bunlar gibi muhtelif müellif ve kay­naklar da Amasya için “Anadolu şehir­lerinin incisi”, “Bağdâdü’r-Rûm”, “Medînetü’l-hükemâ”, “medreseler şehri” gibi tabirler kullanarak bu şehrin güzelliği­ni ve kültür tarihimizdeki yerini dile ge­tirmişlerdir. Halk arasında Ferhad ile Şîrin hikâyesinin geçtiği yer olarak şöh­ret kazanan Amasya’da, ayrıca, Amasya tarihini, tarihî yapılarını ve şehirde yeti­şen meşhur şahsiyetleri konu alan ese­riyle tanınan Hüseyin Hüsâmeddin gibi son devrin önemli bir tarihçisi de yetiş­miştir.

Eskiçağlarda kale-şehir olarak gelişti­ği anlaşılan Amasya’nın yüksek bir mev­kide bulunan kalesini kimin inşa ettir­diği tam olarak bilinmemektedir. Sel­çuklular zamanında faal bir rol oynayan ve Samsun-Tokat yolunu kontrol eden kale Osmanlılar döneminde de önemini korudu. XVI. yüzyıl başlarında kalede bir dizdar, bir kethüda ve elli yedi nefer muhafız bulunuyordu. Kalenin iç kıs­mında kerpiçten evler vardı ve kale hiz­metlileri burada oturuyordu. Her gün kaleden sabah ve aksam şehre doğru borazan ve davullar çalınıyordu. Amas­ya Kalesi’nden bahseden Evliya Çelebi, Celâli eşkıyasının saldırısına karşı şehir zenginlerinin kıymetli eşyalarını burada sakladıklarını belirtir. Ancak XVIII. yüz­yıldan itibaren kale önemini kaybede­rek harap olmaya başladı.

Amasya tarihî âbideleri bakımından da çok zengindir. Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserler hâlâ şehrin tarihî havasını aksettirmektedir. Nitekim XVI. yüzyılın başlarında şehirde dokuz cami, on medrese, dört buk’a altı ima­ret, on beş hamam vardı. Selçuklu dö­neminden kalan eserler genellikle ırma­ğın güneyinde yer almış olup şehirde­ki en eski Türk yapısı. Dânişmendoğlu Melik Gazi tarafından bugünkü Samlar Camii yerinde kalenin hemen doğusun­da yaptırılan camidir. Bugüne kadar ge­lebilen eserler arasında ise Burmalı Mi­nare Camii, Gökmedrese Camii, Fethiye Camii, Gümüş­lü Camii, Hızır Paşa Camii, Saraçhane Camii, Dârüşşifa, Halifet Gazi Medresesi ve Tür­besi, Torumtay Türbesi, Sul­tan Mesud’a ait olduğu ileri sürülen tür­be, Şadgeldi Paşa Türbesi, Beyazıt Pa­şa Camii, Yörgüç Paşa Ca­mii, II. Bayezid Camii ve Külliyesi, Hatuniye Camii, Şehzade Ahmed’in lalası Vezir Mehmed Paşa Ca­mii, Sofular veya Abdullah Paşa Camii, Kapı Ağası Hüseyin Ağa Medresesi, bilhassa zikredilmeli­dir.

Amasya Osmanlı idaresine girdiğinde aynı adla teşkil edilen sancağın merkezi oldu. Amasya sancağı, başta Tokat ve Sivas olmak üzere Rum eyaletinin önem­li bir idarî birimi idi ve ilk zamanlarda bu eyaletin merkezi durumundaydı. San­cak. XVI. yüzyıl başlarında. Amasya mer­kez kaza olmak üzere Lâdik ve Merzi­fon kazalarından oluşmakta idi. Amas­ya merkez kazası bu tarihlerde altı nahiye ve 321 köye sahipti. 1576-1577’de sancağın kaza sayısı. Gümüş, Gedegra, Zeytun, Simre-i Lâdik de dahil olmak üzere yediye ulaştı. Amasya kazası ise durumunu muhafaza etti. Evliya Çele­bi sancağın XVII. yüzyıl ortalarında do­kuz kazasının bulunduğunu belirtir. 1076 tarihli vesikalarda on bir, 1082 tarihli vesikalarda ise on kaza­sı olduğu görülen sancağın XIX. yüzyıl sonlarında Sivas vilâyetine bağlı olarak Amasya merkez, Merzifon, Vezirköprü, Osmancık, Gümüşhacıköy, Lâdik, Havza ve Mecidözü olmak üzere sekiz kazası vardı.

Bugünkü Amasya şehri, Anadolu’nun iç kesimlerini Samsun Limanı’na bağla­yan yolların geçtiği bir yerde bulunmak­tadır. 1930’da inşa edilen demiryolu bu­rayı tabii limanı olan Samsun’a bağlar ve ulaşımı kolaylaştırır. Şehir kuruluş ye­rinin fizikî şartları sebebiyle büyük bir gelişme gösterememiştir. Yeşilırmak şe­hir içinde 4 km kadar devam eden bir vadide akar. Yeşilırmak’ın sol kıyısında, kale kalıntıları, kral mezarları ile Yeşilır­mak arasında yerleşim alanı çok dar ol­duğundan yerleşme bu kıyıda ince bir şerit oluşturur. Şehrin asıl yerleşim ve gelişim alanı Yeşilırmak’ın sağ kıyısında olup günümüzde bu kesimde güneydo­ğu ve güneybatı yönlerine doğru bir ge­lişme göstermektedir.

Şehirde büyük un fabrikaları, bir süt fabrikası, bir de beton yapı elemanları fabrikası bulunmaktadır. Ayrıca iki hastahane. bir de 19 Mayıs Üniversitesi Eği­tim Fakültesi’ne bağlı Eğitim Yüksek Okulu mevcuttur. 1927’de 12.481 olan nüfusu 1950’de 14.470, 1970’te 36.646 ve 1985’te de 53.431’e ulaşmıştır.

Amasya şehrinin merkez olduğu Amas­ya ili Samsun. Tokat, Yozgat ve Çorum illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden baş­ka Göynücek, Gümüşhacıköy, Hamamözü, Merzifon, Suluova ve Taşova adlı altı ilçeye ve on altı bucağa ayrılmıştır; sı­nırları içerisinde 360 köy bulunmakta­dır. İlde ziraat akarsu boylarındaki Su­luova, Gümüşova ve Taşova gibi verimli ovalarda yoğunlaşmakta ve başlıca eko­nomik faaliyeti teşkil etmektedir. 1954’te Amasya Şeker Fabrikasfnın kurulma­sı ve Et Balık Kurumu tesislerinin yapıl­ması, şeker pancarı üretimini ve hay­vancılığı teşvik etmiştir. Dokuma tez­gâhları yanında ilde ziraî ürünleri işle­yen un, yağ. yem ve meyve suyu fabrikaları da bulunmaktadır. 5520 km2 yüzölçüme sahip olan Amasya ilinin 1985 sayımına göre nüfusu 358.289, nüfus yo­ğunluğu ise 65 idi. Diyanet İşleri Başkan­lığı’na ait 1989 yılı istatistiklerine gö­re, il ve ilçe merkezlerinde 132, kasaba ve köylerde de 418 olmak üzere Amas­ya’da toplam 550 cami bulunmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski