Amuderya Nehri Nedir, Neresi, Tarihi, Özellikleri

Amuderya, Orta Asya’nın en büyük iki nehrinden biri.

Amuderya, Pamir ve Hindikuş dağlarının birleştiği yerde, 4950 m yükseklikteki kaynağından Aksu adı altında doğup batıya doğru ilerler ve kuzeyden, başlıca Pamir Vahan suyu, Kızılsu Kâfirnihân ve Surhân, güneyden de Kökçesu kolla­rını alarak Kunduz-Belh hizasında ku­zeybatıya döner. Bu dönüşten sonra kıs­men çöller ve bozkırlar içinde, herhangi bir kol almadan kuzeybatı yönünde iler­ler, sonunda muhtelif kollara ayrılarak Aral gölüne dökülür. 2540 km uzunlu­ğundaki nehrin kıyılarında önemli yerle­şim merkezleri yer alır.

Amuderya’yı çeşitli milletlerin değişik isimlerle andıkları görülmektedir; mese­lâ Çinliler Wuhu, İranlılar Vehröz-Behröz. Araplar Ceyhun-Belh nehri, Türkler ise “ırmak” anlamında olan Ögüz adını vermişler, Grek ve Latin yazarları da bu son ismi halk etimolojisi ile Oxus’a çevirmişlerdir. Halen kulla­nılmakta olan Amuderya adı, nehrin kı­yılarındaki Âmül-Amûya şehrinin adından alınmıştır.

Sâsânî, Grek, Latin ve ilk devir İslâm kaynaklarında bulunan ve bazı efsane­lere de bağlandığı görülen, Amuderya’nın yatağının ve döküldüğü yerin değiş­miş veya değiştirilmiş olduğu, nehrin es­ki devirlerde Hazar denizine aktığı yo­lundaki kayıtlar, tarihçileri çok uzun sü­re meşgul etmiştir. Rus jeolog, paleontolog ve arkeologların XIX. yüzyıl sonla­rından başlayarak 1960 yıllarına kadar aralıklarla yaptıkları kazı ve araştırma­ların sonuçlanna göre, Amuderya’nın Yontma Taş Devri’nden önceki devirler­de Kızılsu koyundan Hazar denizine ak­tığı. İlk Taş Devri’nde muhtemelen Dül­dül Atlagan’daki Çağlayan Geçidinde taşarak kumluk sahada göllenip Aral gölüne yöneldiği. Geç Taş Devri’nde de benzer şartlar içinde suların, Bîrûni’nin Hız Tengiz dediği, bugün ye­rinde Sarıkamış çukuru bulunan gölde toplanması sonucu, halen özboy denilen kuru mecradan yine Ha­zar denizine aktığı tesbit edilmiştir. Da­ha sonraları Tunç Devri’ne doğru nehrin yeniden Aral gölüne döndüğü ve mec­rasının çeşitli kollara ayrıldığı anlaşıl­maktadır. Aynı durumun yakın çağlarda da tekrarlandığı ve XIIl-XV. yüzyıllarda nehrin Hazar denizine aktığı kabul edil­mektedir.

Milâttan önce 1000 yıllarından itiba­ren Amuderya vadisine Hint-Ârî ve Türk ırklarından gelen kavimler yerleşmiş ve burada çeşitli medeniyet merkezleri kur­muşlardır. Amuderya, genellikle kuze­yinde Türkler, güneyinde Hint-Âri kavim­ler kalmak üzere, aralarında sınır ola­rak kabul edilmiştir.

İslâmiyet Türkistan’a, Belh ilinden Amuderya’yı aşarak girmiştir. Bundan dolayı Araplar Amuderya’ya verdikleri Ceyhun adının yanı sıra “Belh nehri” adı­nı da kullanmışlar, Amuderya’nın kuze­yine de Mâverâünnehir demişlerdir. Böl­geye gelen ilk İslâm kuvvetlerinin ku­mandanı ashaptan Hakem b. Amr el-Gıfâri’nin (ö. 50-670) Amuderya’nın su­yunu içip şükür namazı kıldığı rivayet edilir. Emevî ordularının Türkler’le bu bölgedeki savaşları hicrî 1. yüzyılın so­nunda başlamış, fakat gerçekte İslâmi­yet Amuderya boyunca kendi kendine yayılmıştır. Hilâfet orduları Türkler’le anlaşarak 704 yılında Tirmiz karşıların­daki Amuderya adasını almışlar ve kısa sürede Amuderya boyunca eski Budist merkezlerini birer İslâm kültür merkezi haline getirmişlerdir. İslâmiyet’in halk arasında yayılmasında sûfîlerin büyük tesiri olmuş, özellikle Tohâristan’da te­şekkül eden ilk sûfî tarikatlarının men­supları bu hususta çok gayret göster­mişlerdir. Bunların en ünlüsü olan Şakîk-i Belhî (ö.  174-790), Amuderya’yı aşarak Karluk Türkleri’nin ülkesine git­miş, Budist rahiplerini dinî tartışmalar­da mağlûp ederek onlara İslâmiyet’i ka­bul ettirmiş ve bu suretle peşlerinden halkın da müslüman olmalarını sağla­mıştır.

Amuderya vadisinin büyük kıs­mı Tacikistan ve Öz­bekistan cumhuriyetleri ile Karakalpak muhtar bölgesinde, nehrin kaynağı ise Afganistan’da bulunmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski