Araf Nedir, Ne Demek, Neresidir, Nerededir, Kur'an'da Araf

A’râf, Cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek kısmının adı.

A’râf  “Sur, dağ ve tepenin en yüksek kısmı” mânasındaki urfun çoğuludur. İr­fan (bilmek) kökünden türediğini kabul edenler de vardır. Kur’ân-ı Kerîm’in ye­dinci sûresinin adı el-A’râftır. Bu sûre­de “El-a’râf” ve “Ashâbü’l-a’râf” şeklinde geçen bu kelime ile kastedilen yer ve burada bulunacakların kimler oldu­ğu konusunda müfessirler değişik yo­rumlarda bulunmuşlardır. Bazı tefsirler­de a’râfın sırat üzerinde yüksek bir yer veya cennetle cehennem arasında Uhud dağına benzer bir mevki olduğu belirti­liyorsa da tercih edilen görüşe göre a’râf cennetle cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek kısmının adıdır. A’râf sûresinde “Hicab” diye zik­redilen perdenin Hadîd süresinde “Sûr” olarak adlandırılması da bu gö­rüşü desteklemektedir.

Ashâbü’l-a’râftan kimlerin kastedildi­ği hususunda da müfessirler farklı gö­rüş ileri sürmüşlerdir. Rivayet tefsirlerin­de yer alan on iki ayrı görüşe göre bun­ları şu dört grup altında toplamak müm­kündür:

1) İyi ve kötü amelleri eşit olan müminler. Bunlar başlangıçta cennete veya cehenneme konulmayıp ikisi arasında bir müddet bekleyecek, sonra Al­lah’ın lutfuyla cennete girecek olan mü­minlerdir. Tefsir ve kelâm âlimlerinin çoğu bu görüşü benimsemişlerdir.

2) Âhirette müminlerle kâfirleri yüzlerinden tanıyacak olan melekler.

3) Cennet ve cehennem ehlini birbirinden ayırarak hak­larında şahadette bulunacak olan pey­gamberler, şehidler ve âlimler gibi yük­sek şahsiyetler. Bu görüşü benimseyen­ler arasında Hasan-ı Basrî ve Fahreddin er-Râzî de bulunmaktadır.

4) Cennete veya cehenneme girmeyi gerektirecek durumda olmayan belli kişiler. Bunlar da herhangi bir peygamberin tebliğini duymadan ölenler müşriklerin bulûğ çağından önce ölen çocukla­rı veya gayri meşru evlilikten doğan ço­cuklardan ibarettir. Tefsirlerde söz ko­nusu dört görüşün her biriyle ilgili çe­şitli rivayetler bulunmaktaysa da âyet, hadis ve sahabe sözleriyle teyit edilen birinci görüş daha isabetli görünmektedir. Zira ‘Tartıları ağır gelenlerle hafif gelenlerin durumları âyetlerde açıkça ifade edildiği halde  gü­nahları sevaplarına eşit olanların akıbe­ti hakkında herhangi bir açıklama ya­pılmamış olması, bunların ashâbül-a’râ-fı teşkil edeceği ihtimalini kuvvetlendir­mektedir. Ayetlerde belirtildiği üzere a’râfta bulunanların cen­nete girmeyi şiddetle arzu ettikleri hal­de oraya henüz girmeden cennetlikleri selâmlamaları, gözleri cehennem ehli­ne çevrilince, “Rabbimiz, bizi bu zalim­ler zümresiyle beraber bulundurma” di­ye dua etmeleri de bu görüşü doğrular mahiyettedir. Âyetin bu ifadesi karşısın­da, a’râf ehlinin meleklerden ibaret ol­duğunu söylemek veya bu zümreyi pey­gamberler, şehidler ve âlimlerin teşkil ettiğini savunmak mümkün görünme­mektedir. Çünkü günah işleme gücüne sahip olmayan ve cehenneme girme en­dişesi taşımayan meleklerin böyle bir niyazda bulunmasına gerek yoktur. Bu­nun gibi, cennette en yüksek makam ve mertebeleri elde edecekleri ve buraya öncelikle girecekleri şüphesiz olan peygamberlerin, şehidlerin ve sâlih kulların da cehenneme girme korkusu içinde bu­lunmaması gerekir. Esasen, “Bizi bu za­limler zümresi ile beraber bulundurma!” ifadesi, bu niyazı yapanların akıbeti hakkında henüz hüküm verilmemiş oldu­ğunun delili sayılır. Ayrıca Hz. Peygamber’den rivayet edilen ve günahı ile se­vabı eşit olanların a’râfta kalacaklarını bildiren hadis de ilk görüşün doğruluğu­nu gösteren delillerden birini teşkil eder.

Kıyamet sahnelerinden biri olarak Kur’an’da tasvir edilen a’râf olayını, ha­yırla şer arasında mütereddit davranan insanlara, tercihlerini hayır yönünde kul­lanmaları için yapılmış ilâhî bir uyarı ka­bul etmek mümkündür.

Müsteşrik D. B, Macdonald. Gazzâli’nin, eserlerinde temellendirmeye çalış­tığı itikad sistemi içinde çocukların, de­lilerin ve fetret ehlinin âhiretteki du­rumlarını tesbit etmek maksadıyla bun­ların a’râfta kalacağını kabul ettiğini söy­ler ve böyece İslâm akaidindeki berzah inancını genişletip tamamladığını iddia eder. Macdonald. böyle bir anlayışın Peygamber’in niyetinden çok uzak düştü­ğünü, fakat “Kelâmî bir uydurma” olan bu görüşün Gazzâlî’nin gayesi için ye­terli olduğunu da ilâve eder. Halbuki a’râfta kalacaklar hakkın­da ileri sürülen bu görüşün ashap dev­rinden itibaren bazı âlimlerce benimse­nip rivayet edilen bir husus olduğu her­kesçe bilinmektedir. Şu halde bu görüş ne kelâmî bir uydurmadır, ne de Gazzâ­lî’nin icadıdır. A’râfta kalacaklar hakkında bazılarınca kabul edilegelen bu görüşün Hz. Peygamber’in maksadından çok uzak düştüğünü söylemek için de elimizde herhangi bir delil yoktur.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski