Aramice Nedir, Aramice Dili Nedir, Eski,Resmi, Batı, Doğu Arami Dili Hakkında Bilgi

Aramice, Halen bazı lehçeleri konuşulan yarı ölü Sâmî dil.

Sâmî dil ailesinin batı grubuna girer; İbrânîce ile yakın akrabadır. Çok geniş bir coğrafî mekâna yayılmış çeşitli halk toplulukları tarafından oldukça uzun bir zaman dilimi içerisinde kullanıldığı için birçok lehçeye ayrılmış, halen konuşanı çok azaldığı ve başka dillerin tahripkâr etkilerine açık kaldığı için de ölmeye yüz tutmuş bir dildir. Ârâmîler dillerine Fe­nike alfabesini uygulamışlar ve onu çok az da olsa değiştirerek kendilerine has bir biçime sokmuşlardır. Ancak günü­müze gelebilen birkaç belge, bu alfabe­den başka çivi yazısı sisteminin ve Mısır hiyeroglif yazısından türeme demotik yazının da tatbik edilmiş olduğunu gös­termektedir. Ârâmîce yazıtların büyük çoğunluğu Güneydoğu Anadolu ve Suri­ye’de bulunmuş olmakla beraber, bil­hassa Pers hâkimiyeti döneminde bu dilin bir milletlerarası tica­ret dili halini aldığı ve bu dilde yazılmış belgelerin Yunanistan, Mısır, Anadolu, Suriye, Kuzey Mezopotamya, İran, Afga­nistan ve hatta Pakistan’a kadar geniş­leyen bir bölgeye yayıldığı görülmekte­dir. Arâmîce’nin bu kadar geniş bir ze­mine yayılmasının başlıca sebebi, kullanılan yazının basitliği kadar ortak veya benzer gramer özellikleri sebebiyle di­ğer Semitik dilleri konuşanlar tarafın­dan da kolayca anlaşılabilmesidir. Diğer taraftan Ârâmîler’in bütün eski Ön As­ya’da geniş çaplı nüfus hareketlerine sebep olmalarının yanı sıra, yayıldıkları ülkelerin gerek idarî gerekse ticarî fa­aliyetlerinde önemli rol oynamalarının da bu hususta büyük etkisi olmuştur. Ârâmîce milâttan önce II. bînyıldan beri Ön Asya’da diplomatik yazışma dili olan Akkadca’nın yerini aldığı gibi Batı’da Yunanca’nın yayılmasını da engellemiş­tir. Fenike alfabesinin Ârâmîler’ce geliş­tirilmesinin sonucunda Nabatî ve Sinaî yazısının aracılığı ile Arap alfabesinin or­taya çıkması. Ârâmî toplumunun günü­müze de yansıyan bir başka etkisidir.

Ârâmîce esas olarak dört ana gruba ve bunların alt dallarına ayrılır. Bunla­rı tarihî gelişmeleri ve özelliklerinden bazıları ile aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.

1) Eski Ârâmî Dili:
Bu dil, en eskisi mi­lâttan önce IX. yüzyıla tarihlenen Kuzey Suriye’de bulunmuş yazıtlarda kullanıl­mıştır. Bunda Ken’ân ve Asur etkileri çok fazladır. Yazıtlar taş eserler üzerin­de yer almakla beraber bu yazının gü­nümüze kadar gelememiş başka mal­zeme üzerine de yazılmış olduğu şüp­hesizdir.

2) Resmî Arâmî Dili:

Fevzipaşa yakının­daki Zencirli’de bulunan yazıt­ların en eski olanlarında eski Ârâmî dili kullanılmakta iken aynı yerde ele geçmiş başka yazıtlarda, meselâ Kral Bar Rakab’ınkilerde eski Ârâmî dilinden türe­yen bir başka lehçenin kullanılmış oldu­ğu görülmektedir. Bu lehçe, daha Asur devrinden başlayarak mil­letlerarası ticaret dili halini almış, stan­dart gramer kuralları ile işlediği ve ma­hallî lehçeleri konuşanların hemen ta­mamı tarafından anlaşılabildiği için de bütün  Ârâmî toplumunun  yazı  dilini oluşturmuştur. Akkadca çivi yazılı bel­gelerde “Ârâmî kâtipleri” olarak geçen memurların bu resmî lehçeyi kullandık­larında şüphe yoktur. Lehçe, Zencirli’de Kral Bar Rakab’ın kabartması üzerinde görülen kâtip tasvirinin elindeki gibi yal­nız boya ve kalemle değil, çivi yazısında olduğu gibi kil tabletler üzerine bir sivri ucun batırılması ile de yazılıyordu; bu­nu Asur’da bulunan Ârâmî alfabesi ile yazılmış tabletler ispat etmektedir. Yi­ne bu lehçeye ait yazılara ayrıca made­nî ağırlıklar, mühürler ve kaplar üzerine kazınmış olarak da rastlanmaktadır. Resmî Ârâmî dilinin yaygınlığını Kitâb-ı Mukaddes’te geçen bazı olaylar da göster­mektedir. Meselâ milâttan önce 701’de Asur Kralı Sennaherib Kudüs kra­lı İbranî değil Ârâmî dili konuşulmasını istemiştir. Yunanis­tan’da Olympia yakınlarında ele geçirilen bir tunç kâse üzerinde Ârâmî harfleriy­le kazınmış bir ada rastlanmıştır. Bu da Yunanlılar’ın alfabe işaretleri ile Anado­lu’daki Ârâmîler aracılığıyla temasa gel­diklerini, başka bir deyişle yazıyı muh­temelen onlardan öğrenmiş olabilecek­lerini gösteren kanıtlardan bir tanesi­dir. Mısır’da Asarhadon dönemine tarihlenen bazı Ârâmî yazıtları bulunmuştur. Anadolu’da Tarsus’ta bel­ki aynı döneme ait küçük yazıt parçala­rı ortaya çıkmıştır.

Resmî Ârâmî lehçesinin Yeni Bâbil dö­neminde de gelişme ve yayılmasını sürdürdüğü görülmektedir. Bu devri takiben başlayan Pers hâkimi­yeti altında, kralî yazıtlar eski Pers dilin­de ve kendilerine has bir çivi yazısı sis­temiyle âbidevî boyutlarda kayalar üze­rine yazdırılmış olmakla beraber resmî yazışmalarda Ârâmî dilinin tercih edildi­ği anlaşılmaktadır. Ârâmî dilinin Pers döneminde yayılma alanının en geniş sı­nırlarına ulaştığı, çeşitli yerlerde ele ge­çen belgeler yardımıyla ispatlanmakta­dır. Bu devirde Mezopotamya’da resmî Ârâmî lehçesiyle yazılmış deniz kabuk­ları, mühürler; Mısır’da mezar ve ithaf yazıtları ile ticaret yolları üzerinde kayalara kazınmış bazı kelimeler; Filistin’de taş yazıtlar ile kap kulpları üzerindeki damgalar; Kuzey Arabistan’da taş ya­zıtlar; Anadolu’da Kilikya Likya ve Lidya’da taş yazıtlar ve Ârâmî adlar ya da kelimeler ihtiva eden madenî eşya; Afganistan, hatta Pakistan’da yazıtlar; Yunanistan’da ise yukarıda sözü edilen tunç kap ile Latince çeviri yazıları yapıl­mış kısa metinler bulunmuştur. Resmî Ârâmî lehçesi Helenistik devirde de kullanılmaya devam etmiş ve Mısır’da, Sînâ’da, Filistin’de, Anadolu’da Ârâmîce yazılmış papirüsler ve taş ya­zıtlar bulunmuştur. Bu dönem içinde resmî Arâmî lehçesi tedricî olarak yeni­den birtakım mahallî biçimlere girmeye başlamıştır.

3) Batı Ârâmî Dili (Filistin Ârâmîcesi).
Mûsevî kutsal literatürünün en önemli bel­gelerinden olan Kumran yazmalarında Ârâmî dilinin ba­tı lehçesi kullanılmış, tamamı İbrânîce olan Eski Ahid’in bazı bölümleri de yine Ârâmî dilinin bu edebî lehçesiyle kaleme alınmıştır. Da­ha sonraları, Bâbil esaretini takip eden dönemlerde İbrânîler’in kendi dillerini Ârâmîce’nin yaygınlığı ve güçlülüğü kar­şısında terketmeleri ve artık bu dili an­lamamaları sebebiyle yapılması mecbu­ri hale gelen Tevrat tercümelerinde ve buna bağlı olarak diğer din ki­taplarıyla bunların açıklanmalarında Filistin yahudi Ârâmîcesi kullanıl­mıştır.

Taberiye ve Nasıra dolaylarında konu­şulmuş olan ve Galile Ârâmîcesi adı ve­rilen lehçenin Hz. İsâ’nın ana dili oldu­ğunda genel bir fikir birliği bulunmak­tadır. Hıristiyanların kutsal kitabı olan İncil’in çeşitli versiyonlarının dili Yunan­ca olarak görünmekle beraber bunlar­dan Matta İncili’nin aslının Ârâmî dilin­de yazıldığı anlaşılmaktadır. Yuda leh­çesini konuşanlar ise Estrangelo da de­nen Süryânî alfabesini geliştirmişlerdir. Bu lehçenin çok yakın türevleri Bizans kilisesinde bazı ilâhî ve dinî yazılarda ve Mısır hıristiyan toplumunda görülmektedir. Yine Fi­listin Ârâmîcesi’nin benzerleri olan leh­çelere milâttan önce I. yüzyıl ile milât­tan sonra III ve IV. yüzyıllar arasında Mısır, Suriye, Filistin ve Arabistan’da rastlanmaktadır. Bunların en önemlile­ri, merkezi Nablus’ta bulunan Sâmerrî Ârâmîcesi, Tedmür Ârâmîcesi ve Nabatî Ârâmîcesi olup sonuncuları oldukça yaygın bir lehçedir. Bunlardan harflerin birleştirilmesiyle meydana ge­tirilen Nabatî yazısının Arap yazı siste­mine öncülük ettiği anlaşılmaktadır.

Arapça’nın gelişmesi ve yaygınlaşması sonucunda, başka yerlerde olduğu gibi batıda da Arâmî dili gittikçe kullanım­dan çekilmiş, ancak XVI ve XVII. yüzyıl­larda Kuzey Suriye ve Lübnan’da konu­şulmaya devam etmiştir. Bu dilin olduk­ça değişikliğe uğramış bir lehçesi gü­nümüzde Cebelüddrüz’deki bazı hıristiyan köylerinde, sayıları artık çok azal­mış bir topluluk tarafından kullanılmak­tadır. Bu dile Modern Batı Ârâmîcesi adı verilmektedir.

4) Doğu Arâmî Dili:
Doğu Ârâmîcesi’nin en önemli kolunu resmî Ârâmî dili deni­len lehçe meydana getirmektedir. An­cak, yukarıda da belirtildiği gibi, bu leh­çe yalnız Dicle-Fırat bölgesi yani “Doğu” ile sınırlı kalmadığı için başlı başına bir lehçe olarak ele alınmıştır. Bunun dışın­da, adı geçen bölgede yazılı belgeleri az olan başka lehçelerin gelişmiş olduğu da anlaşılmaktadır. Bunlardan en az tanı­nanı Harran Arâmîcesi’dir. Milâttan son­ra VII. yüzyıla kadar putperest kalan Harran halkının kul­landığı Ârâmîce’den bazı yazıt parçaları bugüne kadar gelebilmiştir. Mani adlı kişinin, kurduğu Maniheizm dinine ait kitaplarda Süryânî diline yakın bir lehçe kullandığı anlaşılmakta ve buna Maniheî Ârâmîce adı verilmektedir. Bâbilli yahudiler tarafından yazılan Talmud’un Gemare bölümü Süryânî dilinin yakın akrabası olan bir Ârâmî lehçesiyle kaleme alın­mıştır. Başka bir yazılı belgede örneği olmayan bu lehçeye bundan dolayı Bâ­bil Talmudu Ârâmîcesi adı verilmektedir. Bunun yakın bir benzeri, merkezi Bâbil dolaylarında olan ve Hıristiyanlık, Yahudilik ve İran’ın putperestlik inançlarının bir karması niteliği taşıyan Manda tari­katının kutsal kitabı Ginza’nın yazıldığı lehçedir ve bu lehçeye Manda Ârâmîce­si denilmektedir.

Doğu Ârâmîcesi’nin en büyük kolu Sür­yânî dilidir. Urfa dolaylarında yaşayan ve milâttan sonra II. yüzyılda Hıristiyan­lığı kabul eden Süryânîler. V. yüzyılda toplanan Kadıköy ve Efes konsilleri so­nucu ortaya çıkan dinî görüş ayrılıkları yüzünden ikiye bölünmüşlerdir. Bu bö­lünme yalnız kilisenin ayrılması şeklin­de olmamış, Süryânî dili ve yazısı da ki­liseyle beraber bölünerek Batı’daki Bi­zans etkisinde kalan Ya’kübîler’den Mârûnîler’le Melkitler ayrılmışlar ve bunlar XII. yüzyılda mezheplerini de değiştire­rek Katolik olmuşlardır. Nesturi lehçesi Süryânî dilinin aslını korumuş, buna kar­şılık Ya’kübî lehçesi Yunanca’nın etkisi­ne mâruz kalarak değişmelere uğramış­tır. Süryânîce’nin dinî ve edebî yazılarda kullanılması ve kilisenin etkisinde olma­sı, hıristiyan misyonerlerinin gittikleri yerlere de taşınmasına sebep olmuştur. Böylece Süryânî dili ve yazısı İran’a, Or­ta Asya’ya ve Çin’e kadar yayılarak çe­şitli kalıntılar bırakmıştır. Bizim açımız­dan bunların en önemlisi. Uygur devrin­de Türkçe’nin Süryânî harfleriyle yazıl­mış olmasıdır.

Müslümanlığın fetihlerle yayılması so­nucunda Arapça Süryânîce’nin yerini al­maya başlamış ve XV. yüzyıldan itiba­ren bu dil sadece kilisede kullanılır ol­muştur. Bununla birlikte Doğu Ârâmî­cesi’nin değişik ağızlan Anadolu’da Mardin ve Kuzey Irak’ta Musul çevreleriyle İran’da Urmiye gölünün doğu kıyıların­da sayılan çok azalmış bazı hıristiyan cemaatleri tarafından gündelik hayatta konuşulmakta, bu cemaatlerin kilisele­rinde ve dualarında ise Süryânî dili ya­şamaktadır. Ancak konuşulan dilin üze­rindeki yabancı etkiler gün geçtikçe fazlalaşmakta ve bu dil, kelime haznesi git­tikçe daralarak yarı ölü bir dil haline dö­nüşmektedir.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski