Ayak Taşı Nedir, Ne Demek, Mimaride, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Ayak Taşı, Fazla girip çıkılan büyük binaların kapı eşiği önüne konulan sert taş.

Bugünün mimarlık terimleri arasında yer alan ayak taşı, eski sözlüklerde “ok­çuların yarışlarda ayak burunlarını daya­dıkları ve atışın başlangıç noktasını belli eden taş” (bk. ok), “mezar taşlarının ayak ucu tarafında olanı” (bk. MEZAR), “hela taşı” ve “sünger taşı (topuk taşı)” gibi baş­ka anlamlar taşımakta. Evliya Çelebi de ayrıntıları ile aniattığı halde bu taşlar­dan herhangi bir özel isimle bahsetmemektedir. Aynı şekilde Fransızca ve İn­gilizce’de eşik önüne konan taşlar için kullanılan dalle ve paving stone gibi ke­limeler de genel olarak “döşeme taşı” anlamındadır.

Ayak taşları, en güze! renk ve şekille­riyle İstanbul’un selâtin camilerinde gö­rülmektedir. Bunlar avlu kapılarının iç, harime girilen taçkapıların ise dış, yani yine avlu tarafında, eşiğin birkaç metre ilerisine yerleştirilmiş hemen tamamı granit veya granitli kaya (granitique) olan büyük bloklardır. Genellikle taçkapılarda yuvarlak, yan kapılarda dikdörtgen şeklindedirler ve avlu taşları arasına on­larla aynı seviyede döşenmişlerdir. Gö­revleri, çoğu mermer gibi daha yumu­şak taşlardan yapılan avlu döşemeleri­nin en fazla basılan kısımlarını korumak, oyulmalarını önlemektir. Ancak Osmanlılar’da çoğunlukla kırmızı porfiritik gra­nitten seçilen bu taşlar aynı zamanda dekoratif amaçla da kullanılmış ve kapı eşiklerinin hemen önüne konulmaları ge­rekirken ortaya doğru, avluların daha göze çarpacak yerlerine yerleştirilmiş­lerdir. Meselâ en çok kullanıldığı görü­len Beyazıt Camii’nde avlu kapılarının kır­mızı granit ayak taşları kapıların hiza­sında revakın inişlerine yerleştirilmiş, harimin girişine ise 2,55 m. çapındaki kırmızı granit kütleden önce, iki parça yine kırmızı granitten oluşan 4,25 m. boyunda uzun bir ayak taşı daha konul­muştur. Ayrıca bu ayak taşları ile uyum sağlayacak biçimde, şadırvanın çevresi­ne ve avlunun muhtelif yerlerine de si­metrik olarak daha küçük altıgen ve daire şekillerinde siyenit ve kırmızı, si­yah, gri granitten bazı süsleme taşlarıda yerleştirilmiştir. Camilerin harimine açılan kapıların ayak taşlarının iç tarafa konulmayışının sebebi camiye ayakka­bıların çıkartılarak girilmesi ve harimin genellikle eşikten itibaren halıyla kap­lanmış olmasıdır. İstanbul’daki en eski örnekleri teşkil eden Ayasofya’nın ayak taşları ise içeriye ayakkabıyla girildiği için, ana kapıların harime bakan yüzlerindedir. Ancak bu taşlar Osmanlı ayak taşlarından farklı olup kapının eşiği ile birlikte yekpare bir blok meydana ge­tirmişlerdir. Bunlar, otta kapınınki si­yah-gri “gözlü granif’ten (granite oeille), diğerleri beyaz renkli granitik kayalar­dan, dar ve yüksek kısımları eşiği, ge­niş ve aiçak kısımları ayak taşını teşkil edecek şekilde İki kademeli olarak oyulmuşlardır. Kayseri Hunat Hatun Medre­sesi gibi bazı Selçuklu binalarının avlu­ya açılan taçkapılannda da görülen iki kademeli yekpare eşikler, ayak taşının eski bir geçmişi olduğunu, ancak önce­leri eşik taşından ayrı düşünülmediği­ni ve belki bu sebeple eski dönemlerde kendine has bir isimle anılmadığını gös­termektedir.

Süleymaniye Camii’nin taçkapısı ile iç avlu ana girişinin önünde yuvarlak ve av­lu yan kapılarının önünde dikdörtgen şek­linde birer ayak taşı bulunmakta ve bun­lardan batı kapısındaki, benzerleri ara­sında ayrı bir önem taşımaktadır. Kırmızı granitten yontulmuş olan 2,10 X 1.25 m. ölçülerindeki taş, eşikten birkaç metre uzakta o kısmın revak kubbesinin orta hizasında yer almaktadır. Taşa dikkatle bakıldığında çevresine 25 cm. eninde bir bordur, ortasına da kol uzunlukları 60 cm. olan bir Bizans haçı işlenmiş oldu­ğu görülür. Hakkında çeşitli söylentiler bulunan bu taşın eski harabelerden çı­kartılarak tekrar kullanılmış taşlardan olduğu kabul edilmekte (Barkan, I, 335-336) ve bir Bizans yapısından devşirile-rek yüzündeki haçın kazındığı, ancak izi­nin perdahlanmadan bırakıldığı anlaşıl­maktadır. Zira granitin perdahlanması yontulmasından daha zor değildir ve İn­şaatta kullanılmış olan diğer devşirme taşların tamamı da kazınıp perdahlan-mıştır. Evliya Çelebi, taçkapı önünde yer alan 2,65 m. çapındaki, etraf: renkli mer­mer parçalarıyla çerçevelenip tezyin edil­miş kırmızı porfiritik granit ayak taşını, “lâl renkli eşi bulunmaz bir somaki” şek­linde tanımlayarak bu taş üzerine daha ayrıntılı bilgiler verdikten sonra söz ko­nusu haçlı ayak taşına geçmekte ve hak­kında, “yüzünde bir haç bulunduğu, usta­nın kazımasına rağmen izinin hâlâ belli olduğu” açıklamasını yapmaktadır [Se­yahatname. I, 153-154). Daha sonra ise özetle, “kâfirlerin bir milyon mal verdik­leri halde alamadıkları ve bir gün Gala-ta’da yatan bir kâfir kalyonunun attığı bir top güllesinin, sol harem kapısının alt eşiğini kırdıktan sonra bu taşın üze­rine gelerek durduğu” yolunda bir riva­yet nakletmektedir.

Ayak taşlarının Avrupa’da olduğu gibi yalnız granit ve porfir cinsi en sert inşaat taşlarından yapılması (Shaffer-Zim, s. 154] ve bu taşların Anadolu’ya ancak Mısır ve Avrupa (Alp dağlan) gibi uzak bölgeler­den getirilmesi, artık harabelerden alı­nacak uygun taşın kalmadığı geç dönem­lerde bu geleneğin terkedilmesine se­bep olmuştur. Bugün binaların kapı ön­lerine yerleştirilen demir ızgaralar, ayak­kabılardan çamur temizlemenin yanı sı­ra ayak taşı görevini de yapmaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski