Tasavvufi Açıdan Anka:
Kur’ân-ı Kerim’de ve sahih hadis kaynaklarında anka kelimesine rastlanmaz. Ancak tefsirlerde Furkân sûresinin 38 ve Kâf sûresinin 12. âyetlerinde sözü edilen “Ashâbü’r-res” dolayısıyla anka efsanesi ile ilgili bazı rivayetlere kesin olduğu kabul edilmeksizin yer verilmiştir. Meselâ Zemahşehri’nin el-Keşşaf’ında ilgili âyetler dolayısıyla, Yemen’de Hanzale b. Safvân adlı bir peygamberin kavmi olan Ashâbü’r-ress’e anka adlı vahşi bir kuşun musallat olduğu belirtilir. Zemahşeri’nin zayıf rivayet olarak naklettiği bilgilere göre boynunun uzun olması dolayısıyla anka adı verilmiş olan bu kuş bütün kuşların en büyüğü idi. Feth adı verilen bir dağda konaklar, av bulamadığı zaman küçük çocukları kapıp götürürdü. Nihayet Hanzale’nin bedduası ile anka yıldırım çarpmasından ölmüştü. Resû’ilü İhvâni’s-Safâ Kazvîni’nin ‘Acâ’ibü’l-mahlûkâtı Demîri’nin hayevan’ı gibi daha başka kaynaklarda da anka efsanesine ve onun niteliklerine dair bilgiler mevcuttur. Bunlarda ve benzeri kaynaklarda ankanın bembeyaz olması veya boynunda halka gibi bir beyazlık bulunması dolayısıyla bu adı aldığı, başka bir rivayete göre güneşin doğduğu yerde yaşadığı için ona muğrib ya da muğribe denildiği belirtilir. Avlanmaya çıktığında güneşin battığı mağrib yönüne kaçan kuşlan takip edip avladığından ona muğrib, muğribe veya ankâyı muğribe denildiği de söylenir. Efsaneye göre anka her kuştan bir özellik almıştır. Otuz kuşun özelliğini taşıdığı için sîmurg, otuz çeşit rengi bulunduğu için sîreng diye de anılır. Renginin yeşil olduğuna inanıldığı için ona zümrüdüanka da denilmiştir. Ancak bu son adın sîmurg u anka dan geldiği de söylenmektedir. İran destanlarında daha çok sîmurg adıyla anılan ankayı Firdevsî Şehname’sinde, ünlü İran cengâverleri Zâl’i yetiştiren ve oğlu Rüstem’e yardım eden kuş olarak gösterir. Demîri’nin anlattığına göre güya Aristo bu hayvanı tasvir ederken karnının öküz karnına, tırnaklarının arşları pençesine benzediğini ve yırtıcı kuşlann en büyüğü olduğunu söylemiştir. Aynı yazar Mısır Fatımî halifelerinin hayvanat bahçelerinde anka kuşunun da bulunduğuna dair bir rivayet nakleder. Efsanevî rivayetlerin çoğu ankanın Hz. Mûsâ, Hanzale b. Safvân ya da Hâlid b. Sinan adlı peygamberlerden birinin yaşadığı dönemde görülen bir kuş olduğu üzerinde birleşirler. Bazı rivayetlerde ankanın dişi olduğu, sonradan kendisine bir eş yaratıldığı ve soyunun türediği de öne sürülür; yine rivayetlerin çoğunda ankanın veya anka türünün dönemin peygamberinin bedduası üzerine ortadan kalktığı, bir rivayete göre de Atlas Okyanusu’ndaki ıssız bir adaya sürüldüğü belirtilmekte ve bu bedduaya sebep olarak ankanın av bulamayınca küçük çocukları ya da genç kızları kapıp götürmesi gösterilmektedir.
Tasavvufta anka değişik mânalarda kullanılmış, efsanevî özelliklerinden istifade edilerek bazı tasavvufî görüşler temsilî olarak onunla anlatılmıştır. İlk sûfilerde rastlanmayan bu adı Rûzbihân-ı Baklî gibi şair ve âşık mutasavvıflar teşbih ve temsil unsuru olarak kullanmışlardır. Fakat bu kavramın tasavvufa iyice yerleşmesini, Mantıku’t-tayr isimli eserinde bu kuşu geniş olarak ele alan ve işleyen Attâr sağlamıştır. Ona göre anka birlik-çokluk (vahdet-kesret) gibi iki zıt kavramı ifade etmektedir. Sîmurg otuz kuş olarak ele alınınca çokluğu ifade eder, oysa varlığın birden çok olması vehmî ve hayalîdir. Anka gibi çokluğun da gerçekte adı var kendisi yoktur. Diğer taraftan sîmurg kuşların tek padişahı olması dolayısıyla birliği ve gerçek varlığı yani Allah’ı ifade eder. Efsanedeki anka hayali tasavvufta çok değişik şekillerde işlenmiştir. İbnü’l-Arabî, Ankâ’ü muğrib fi ma’rifeti hatmi’l-evliyâ’ ve şemsi’l-mağrib adlı eserinde anka imajından faydalanarak mutlak şekilde âlem-insan benzerliğini insanın küçük âlem olduğunu ve mehdi’nin âlemdeki yerini tesbit etmeye çalışmıştır.
“Anka Allah’ın, içinde âlemin bedenini açtığı hebadan ibarettir” diyen İbnü’l-Arabî, ankayı bir toz yığını ve zerrecikler olarak düşünmektedir. Bu toz yığınına ve zerreciklere şekil verilerek âlemin maddî ve cismanî varlığı ortaya çıkar yani anka aslında Aristo felsefesinde cismanî varlıkların şekilsiz maddesi olan heyuladan ibarettir. Hebanın hariçte, suretten ayrı, gerçek ve bir aynî varlığı yoktur. Bu heba veya heyulaya anka denilmesi, adının işitilir ve düşünülebilir olması, fakat hariçte varlığının bulunmamasındandır. Suret olmaksızın heba hiçbir şey ifade etmediğinden ona sebha adı da verilmiştir. Hebanı formunun dışında bir varlığı olmaması yani anka gibi adı var kendi yok bir şey olması itibariyle bir hiçtir. Ancak o varlıkların suretini kabul edip onların şekillenmelerini temin etmesi itibariyle yine de bir şeydir, mutlak yokluk değildir.
Görüldüğü gibi ankaya mâna verirken geniş ölçüde Meşşâî ve İşrâki felsefelerinden faydalanan İbnü’l-Arabî bu fikri kendi vahdet-i vücûd* anlayışına göre yorumlamış, onun bu anlayışı sonraki mutasavvıflarda da aynen devam etmiştir. Aslında İbnü’l-Arabî bazı felsefî mânaları anlatmak, soyut kavramları somutlaştırmak için çeşitli kuş isimlerini sembol olarak daima kullanır. Meselâ akl-ı evvele ukâb (akbaba) küllî nefse verkâ (boz güvercin) küllî cisme gurâb (karga) adını verir. Bununla beraber efsanevî bir kuş olan ankanın özellikleri çeşitli tasavvuf mânaların sembolü olarak İbnü’l-Arabî’den sonra da sürekli kullanılmıştır. Meselâ Mevlânâ Celâleddin ankayı yuvası Kaf dağında olan bir kuş. Eflâkî çok değerli bir kuş, bir devlet kuşu olarak zikretmişlerdir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi