Bârgâh, Selçuklular ve diğer bazı devletlerde hükümdarın sarayını ifade eden bir tabir.
Farsça bâr ve gâh kelimelerinden oluşan bu tabir sözlükte “izinle girilen yer” demektir. Terim olarak “sultanın oturduğu saray” anlamında olup aynı mânada dergâh kelimesi de kullanılmıştır.
Kaynaklarda bu iki kelime bazan ayrı ayrı, bazan da birlikte geçmektedir. Ayrıca hükümdarın toplu kabullerine mahiyetine göre bâr-i hâs ve bâr-i âm denildiği gibi merasim ve resmî kabullere katılanların hükümdarın huzurunda derece ve rütbelerine göre nasıl ve nerede duracaklarını tayin ve kontrol eden görevliye de hâcib-i dergâh denilmekteydi. Karamanoğlu Mehmed Bey XIII. yüzyılın ikinci yansında Konya’yı ele geçirince “dergâh ve bârgâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka bir dil konuşulmamasını” istemişti.
Osmanlılar’da olduğu gibi hükümdar bizzat sefere çıktığı zaman sahrada kurulan otağ-ı hümâyuna bârgâh-ı saltanat adı verilirdi. Aynı şekilde Altın Orda Devleti’nde de hükümdar otağına bârgâh denilmiştir. Bu çadır altın yaldızlı gümüş plakalarla kaplı olup dört ağaç direği ve her direğin tepesinde altın yaldızlı gümüşten yapılmış bir başlık bulunurdu. Bârgâh uzaktan bir tepe gibi görünür, içinde sağda ve solda pamuk ve ketenden yapılmış sedirler yer alırdı. Bu sedirlerin üzerine ipek kaliçalar döşenir, bârgâhın ortasında ise taht kurulurdu.
Diyanet İslam Ansiklopedisi