Basiret, Kutsiyet nuruyla aydınlanmış kalbin maddî ve manevî âlemdeki hakikatleri görme yeteneği anlamına gelen tasavvuf terimi.
“Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basiret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış ve bu bakımdan manevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir (En’âm 6/ 50, 104; Hûd 11/24; İsrâ 17/72; Neml 27/81). Aslında basiret, ilâhî sıfatlardan biri olan basarın kullardaki tecellisidir. Bu tecelliden nasibi olmayanların gözlerinde perde vardır(Bakara 2/7) ve bu sebeple gerçekleri göremezler(Yâsîn 36/9). İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an âyetlerine de besâir (basiretler) denilmiştir(A’râf 7/203; el-Kasas 28/43). Kur’an küfür, nifak, hırs, kin gibi olumsuz inanç ve duygular yüzünden kalp gözü körleşmiş ve basîreti bağlanmış kimseler hakkında “körler”(Bakara 2/18), “kalpleri olup da bununla idrak edemeyenler”(A’râf 7/179), “bakar körler”(A’raf 7/197) gibi tabirler kullanır, inananları basiretii, inkarcıları kör sayar.
Kur’an’da kendilerinden ülü’l-ebsâr(Haşr 59/2), ülü’l-elbâb(Zümer 39/9), ülü’n-nühâ(Tâhâ 20/54) diye söz edilen basîret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve manevî hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.
Basîretin beş duyudan biri olan görmenin ötesinde ruhî bir meleke olduğunu ifade eden hadisler de vardır. Nitekim Hz. Peygamber, “Ruh bedenden ayrıldığında görme gücü de (basar) onunla birlikte gider” buyurmuştur. Hz. Peygamber’in, gözleri uyuşa da kalbinin uyanık olduğunu belirten hadislerinden de basiretin ruhî bir meleke olduğu ve peygamberler gibi inanç ve amel dünyası gelişmiş insanlarda bu melekenin güçlü bir şekilde tezahür ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim sâdık rüya bu melekenin sonucudur.
Mutasavvıflar, insanın dış âlemi gören bedendeki İki gözüne karşılık kalbin de iç âlemi gören iki gözü bulunduğunu kabul eder ve buna aynü’l-kalb, dîde-i cân, çeşm-i bâtın-bîn, marifet gözü ve kalp gözü gibi İsimler verirler. Bedendeki göz maddî âlemdeki varlıkları, olayları, renkleri ve şekilleri gördüğü gibi gönül gözü de dış âlemdeki eşya ve olayların iç yüzünü ve manevî âlemdeki hakikatleri görür. Bedendeki göz insanlarla hayvanlar arasında müşterektir, fakat kalp gözü İnsanlara mahsustur. Basîret gözü her insanda kuvve halinde vardır. Bazı kimselerde bu göz Allah vergisi (vehbî) olarak doğuştan açık olursa da çok defa his perdesiyle örtülü olduğundan onu mücahede* ile açmak gerekir. Bazı insanların kalp gözü çabuk, bazılarınınki geç açılır. Basîreti açılanların duyular ötesi gerçekleri görmelerinin de değişik dereceleri vardır. Bedendeki gözde olduğu gibi kalp gözü için de eksik ve yanlış görme bahis konusu olur; kalp gözü safiyet derecesine göre tam veya eksik görebilir.
İbn Kayyim’e göre basîret, Allah’ın mümin kulunun kalbine attığı öyle bir nurdur ki insan Peygamber’in verdiği haberin kesin şekilde gerçeği ifade ettiğini bu nur sayesinde kavrar; böylece şüphe, tereddüt ve hayretten kurtulur. Basîret sahibi geleceğinden endişe etmez, zira ilerisiyle ilgili tedbirleri eksiksiz olarak almıştır. Bu âlemdeki her şeyin yerli yerince cereyan etmekte olduğuna inanır. Kalbinden marifet fışkırır. Tasavvufta basîret. Allah’ın nuru ile bakma ve görme şeklinde de tarif edilir. Bu tarife göre de firâset’le eş anlamlıdır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi