Bâtın, Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
Bâtın kelimesinin masdarını oluşturan batn ve butun “gizli olmak; bilmek, bir şeyin iç yüzüne ve bir kimsenin sırlarına vâkıf olmak” mânalarına gelir. Batn veya butunun karşıtı olan zuhurun mânaları içinde de “açık ve aşikâr olmak”, ayrıca “muttali olmak” gibi anlamlar vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’de butun ve zuhur mas-darları iki âyette mazi, dört âyette de ism-i fail sigasıyla karşılıklı olarak ve “gizli-âşikâr” mânalarında kullanılmıştır. Bâtın, Allah’ın isimlerinden biri olarak Hadîd sûresinde (57/3) “evvel-âhir”, “zâhir-bâtın” tertibi içinde yer almıştır. Esmâ-i hüsnâdan biri olarak muhtelif hadislerde de geçmektedir.
Allah’ın zâtını nitelendiren dört ismin belli bir tertip içinde sıralandığı Hadîd süresindeki âyet ve özellikle burada geçen zâhir-bâtın isimlerinin yorumuyla ilgili olarak on’un üzerinde farklı görüş ileri sürüldüğü belirtilmektedir. Bâtın kelimesinin çeşitli anlamları ve esmâ-i hüsnâdan biri olması itibariyle getirilen yorumlar çerçevesinde bu ismin mânalarını şöylece sıralamak mümkündür:
a- Varlığını belgeleyen birçok delil bulunmakla birlikte duyulardan gizli olup gözle algılanamayan; mahiyeti bilinemeyen, kemiyet ve keyfiyetle niteleneme-yen, zihnin tasavvur sınırlarına girmeyen; mümin kuluna zahir olmakla birlikte münkirin nazar ve tefekküründen gizlenen,
b- Açık ve gizli bütün nimetleri veren. Bu yorum, “Allah açık ve gizli nimetlerini size bol bol ihsan etti”(Lokman 31/20) mealindeki âyete dayandırılmıştır,
c- Açık olan nesne ve olayları (zahir) bildiği gibi gizli olanlarını da bilen. Büyük nahiv ve lügat âlimi İmam Ferrâ ve Zeccâc’dan itibaren birçok bilgince benimsenen bu yorum Fahreddin er-Râzî tarafından haklı olarak ihtiyatla karşılanmıştır[103]. Çünkü bu takdirde söz konusu âyetin devamında yer alan, “O her şeyi hakkıyla bilendir” mealindeki ifade gereksiz bir tekrar görünümü arzetmektedir.
d- Allah her şeyin fevkinde (zahir) olmakla birlikte her şeye her şeyden yakındır. Nitekim bir âyette, “Biz insana şah damarından daha yakınız”(Kâf 50/161) denilmektedir. Zahir ve bâtın isimlerine bu mânayı veren Taberî, görüşünü destekleyen bir hadisi de kaydetmektedir.
e- Gazzâlfnin işaret ettiği ve Kur’an lügati üzerine ilgi çekici bir eser kaleme almış bulunan Hasan el-Mustafavfnin de teyit ettiği bir anlayışa göre Allah’ın zahir ve bâtın isimleri, O’nun hem görünen hem de görünmeyen âlemlerin yaratıcısı ve yöneticisi olduğu mânalarını vurgulamaktadır,
f- Esmâ-i hüsnâ hakkında fevkalâde tatminkâr yorumlar ortaya koyan Abdülkâhir el-Bağdâdî, zahir ve bâtın isimlerinin literatüre geçen mânalarını sıraladıktan sonra Allah’ın gözle idrak edilemeyişinin perdelere bürünmesi gibi sebeplerden ötürü olmayıp göze O’nu görme gücünün verilmeyişinden ileri geldiğini belirtir ve söz konusu ilâhî isimlerle ilgili olarak ileri sürülen yorumların en doğrusunun, Hz. Peygamber’in şu duasında yer aldığını söyler[106]: “Allahım! Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktur; sen âhirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur. Sen zahirsin, fevkinde hiçbir şey yoktur; sen bâtınsın, dûnunda (senden öte) hiçbir şey yoktur” (Müslim, “Zikir”, 61; Ebû Davûd, “Edeb”, 98). Hadîd süresindeki âyetin (57/3) ihtiva ettiği dört ilâhî ismi tekrar edip yorumlayan ve Allah’ın zaman ve mekâna nisbet edilemeyeceğine işaret eden bu hadis, Mâtürîdfnin de muhtemelen ilk defa olarak belirttiği üzere Allah’ın birliğini dile getirmektedir. Şöyle ki: Söz konusu âyet Cenâb-ı Hakk’ın bizzat evvel ve âhir. zahir ve bâtın olduğunu beyan ederken O’nu tavsif eden dört temel kavramı karşıtlarıyla birlikte iki dizi halinde sıralamıştır. Aslında bu kavramlar yaratıklar için söz konusu edildiğinde onlar karşıtlardan sadece biriyle nitelenmiş olabilirler. Meselâ bir varlık evvel ise âhir olamaz, zahir ise aynı zamanda bâtın vasfını taşıyamaz; aynı şekilde bir şey eğer azîm (büyük, yüce) ise lâtif (ince, görülmez) olamaz. Halbuki Allah kendisini bu karşıt kavramlarla tavsif etmek suretiyle zâtına ait isim ve sıfatların yaratıklarınkine benzemediğini ifade etmiştir.
Bâtın ismi “gözle algılanamayan. zaman ve mekâna nisbet edilemeyip her bakımdan tek ve yegâne olan” mânasına alınırsa esmâ-i hüsnânın zâtî-selbî grubuna, “bütün gizlilikleri bilen” mânasına alınırsa zâtî-sübûtî grubuna, “yaratıklara her türlü nimeti lütfeden” anlamında kabul edilirse fiilî sıfatlar grubuna girer.
Diyanet İslam Ansiklopedisi