Beddua, Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan dua.
Beddua, Farsça’da “kötü” anlamına gelen bed ile Arapça’da “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen dua kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir. Dinin zulüm ve haksızlık saydığı geçerli sebeplere dayanması şartıyla beddua etmenin caiz olduğunu gösteren âyet ve hadisler vardır. Nitekim müfessirlerin çoğu. “Allah kötü sözün alenen söylenmesini sevmez; ancak zulme uğrayanlar hariçtir” mealindeki âyetin haksızlığa uğrayanların zalime beddua etmelerine izin verdiğini belirtmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamberin de müslümanlara işkence etmek, İslâm dinine şiddet ve baskı yoluyla karşı koymak gibi kötülü ki Griyle tanınan bazı müşriklere beddua ettiğini ve bu bedduasının etkisini gösterdiğini bildiren hadisler vardır. Bu hadislerin birinde verilen bilgiye göre Resûl-i Ekrem, müşriklerin önde gelenlerinden Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef (veya Übey b. Halef), Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa ve Ukbe b. Ebû Muayt’ın içinde bulunduğu yedi kişi hakkında beddua etmiş ve hadisin râvisi İbn Mes’ûd’un bildirdiğine göre bu kişilerin hepsi Bedir Savaşı sırasında öldürülmüş, böylece Peygamber’in bedduası yerini bulmuştur. Yine Hz. Muhammed’in müslümanları uyarmak düşüncesiyle, paraya taparcasına düşkün olan Buharı, “Cihâd”, 70, “Rikâk”, 101, ana babaya âsi olan bazı kimselere ad vermeden beddua ettiği bilinmektedir.
Özellikle mazlumun bedduasının kabul olunacağına dair bazı hadisler vardır. Nitekim birçok kaynakta yer alan bir hadise göre Resûlullah Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken bazı görevlerini sıraladıktan sonra, “Mazlumun bedduasından sakın! Çünkü onunla Allah arasında perde yoktur” diyerek zulüm ve haksızlık konusunda onu uyarmıştır. Ayrıca başka hadislerinde de misafirin duası ve babanın çocuğu hakkındaki duası, adaletli devlet başkanı ve oruçlu kimsenin duasıyla mazlumun bedduasının kabul edileceğinden şüphesi olmadığını belirtmiş, bizzat kendisi de mazlumun bedduasına uğramaktan Allah’a sığınmıştır.
Bununla birlikte beddua Hz. Peygamber’den en az duyulan sözlerdendir. Bunun sebebi, İslâm ahlâkında af ve ihsana adaletten daha çok önem verilmesidir. Nitekim, “Bir kötülüğün karşılığı onun dengi bir kötülüktür. Yine de bir kimse bağışlar ve böylece iyilik yolunu tutarsa artık onu ödüllendirmek Allah’a düşer”; “Kim sabreder ve bağışlarsa işte bu, muhakkak ki büyüklere yaraşır yüce davranışlardandır” mealindeki âyetler bağışlamanın üstünlüğünü açıkça göstermektedir. Hatta bazı tefsirlerde, Uhud’-da müslümanlara karşı savaşan müşriklerle ilgili olarak Hz. Muhammed’e hitaben, “Senin yapacağın bir şey yok. Allah ya onların tövbelerini kabul edecek ya da kendilerine kötülük ettikleri için onlan azaba uğratacaktır” mealindeki âyetin, bazı müşriklere beddua eden Hz. Peygamberi ikaz etmek maksadıyla geldiği, nitekim bu kişilerin sonradan müslüman oldukları belirtilmektedir. Esasen Hz. Muhammed’in genellikle İslâmiyet’e karşı direnenlere beddua etmek yerine onların hidayete ermeleri için dua ettiği bilinmektedir.
İslâm âlimleri, müslümanların olur olmaz sebeplerle birbirleri aleyhine beddua etmelerinin İslâm ahlakıyla uyuşmayacağına dikkat çekmişlerdir. Bilhassa mutasavvıf ahlâkçılar bedduanın tasavvuf! edeple bağdaşmadığını belirtirler. Nitekim Gazzâlî tevekkül ehlinin uyması gereken kuralları sıralarken bunlardan birinin de malı çalınan kimsenin hırsıza beddua etmekten kaçınması olduğunu, eğer beddua ederse tevekkülünün bâtıl olacağını kaydettikten sonra zâhid ve mutasavvıfların zalime beddua etmek yerine ona acıdıklarını, ıslah olması için dua ettiklerini anlatan rivayetler aktarır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi