Boğdan Sarayı, İstanbul ‘da Boğdan voyvodalarının veya onların temsilcilerinin oturdukları saray.
Şehrin kuzeybatı köşesinde. Haliç’te Fener ile Karagümrük arasında olduğu tahmin edilen Boğdan (Buğdan) Sarayı, Osmanlı Devleti’ne bağlı bir voyvodalık olarak kendi prensleri tarafından idare edilen Boğdan’ın (Moldavia) İstanbul’daki kapı kethüdalarının makamı ve voyvodaların konaklama yeri olarak inşa edilmişti. Dimitrie Cantemir (Kantemir) Boğdan Sarayı’nın, III. Boğdan tarafından Boğdan’ın Osmanlı Devleti’ne bağlılığını bildirmek ve ödenecek vergiyi sormak üzere İstanbul’a gönderilen Büyük Logofet İon Tavtu tarafından Sultan II. Bayezid devrinde 1504 yılına doğru yaptırıldığını yazar. Ypsilantes’in 1789’da yazılan ve ancak 1870’te basılan kitabında ise Kantemir’in verdiği bilgiye yakın, fakat tarihleri farklı bir açıklama yer alır.
Alman elçisi David Ungnad’ın Özel papazı olarak 1573’te İstanbul’a gelen Stephan Gerlach 1674’te yayımlanan hatıratında, Boğdan Sarayı’nın esasının Raoul adında bir kişiye ait olup onun Rusya’ya gitmesi ve orada ölümü üzerine 1518’de saray yapılmak için Voyvoda Mihail Kan-takuzeno tarafından satın alındığını bildirir. Bu bilgiler farklılıklar göstermekle beraber Boğdan Sarayı’nın Boğdan’ın Osmanlı Devleti’ne bağlanmasının hemen arkasından XVI. yüzyılın ilk yıllarında yapıldığı veya tahsis edildiği anlaşılmaktadır. Kantemir bu sarayın, evvelce Pam-makaristos Manastırı kilisesi iken Fethiye Camii olan yapının batı tarafında bulunduğunu bildirir. P. G. İnciciyan da (Ö. 1833) aynı hususu destekleyerek Boğdan Sarayı’nın Kefeli mahallesinde olduğunu yazar. Gerçekten Drağman caddesinin Haliç tarafından Kesmekaya ile Drağman çeşmesi sokakları arasındaki yerde ve Kefeli Camii’nin kuzeyinde bir Boğdan Sarayı’nın evvelce varlığını gösteren bu saray ve konağın özel ibadet yerinin (şapel) harabesi bu adla günümüze kadar gelmiştir. Bu çevrenin XVII. yüzyıla kadar hıristiyanların yaşadıkları bir bölge olduğu da Odalar (Kemankeş Mustafa Paşa) Camii ile Kefeli Camii’nin ancak bu yüzyıl içlerinde kiliseden çevrilmelerinden anlaşılmaktadır.
Boğdan Sarayı’nın XVII. yüzyıl ortalarına doğru kapı kethüdaları tarafından kullanılmadığı ve Boğdan’dan gelenlerin artık oraya inmedikleri tahmin edilmektedir. Osmanlı Devleti burayı yabancı temsilcilerin oturması için tahsis etmeye veya onlara kiralamaya başlamış görünmektedir. Çünkü 1643’te İstanbul’a gelen Lehistan elçisi Boğdan Sarayı’na yerleşmişti. İsveç’ten 1634’te gönderilen P. Strasburg’un ve 1657-1658’de İstanbul’da İsveç’i temsil eden C. Ralamb’ın da burada konakladıkları bilinmektedir.
Boğdan Voyvodası Konstantin’in oğlu olan ve yirmi iki yıl İstanbul’da yaşadığına göre en doğru bilgiye sahip olması gereken Kantemir ilk yazdıkları ile çelişkili düşen şu bilgiyi verir: “İstanbul’da kaldığım sıralarda buraya yakın bir yerde, Türkçe Sancaktar Yokuşu denilen bir tepenin üzerinde kendi sarayımı yaptırmıştım. Benim bu sarayım çok güzel ve bulunduğu yer fevkalâde olup bütün şehre ve surların dışındaki mahallelere manzarası vardı. Kayınbabam olan Eflak Voyvodası Şerban Kantakuzeno bu sarayın inşaatına Sultan IV. Mehmed zamanında başlamıştı. Vadinin dibinde yirmi beş dirsek yükseltmek suretiyle meydana gelen set üzerinde esas sarayın temellerini atmıştı. İnşaat için yapılan masraf 35.000 altını bulmuştu ki Tersane Sarayı’nın içini gördüğü bahanesi ile yapımı durduruldu. Fakat daha sonraları Sadrazam Ali Paşa’nın aracılığı ile sarayımı eski temeller üzerine inşa etmeme padişah izin verdi. Sarayı henüz bitirmiştim ki birden bire Boğdan voyvodalığına tayin edildim”.
Kantemir’in bu satırları şaşırtıcıdır. Çünkü tarif ettiği yer Fethiye Camii’nin doğusunda Sancaktar Yokuşu denilen yerdedir. Burası da Boğdan Sarayı’nın değil Eflak Sarayı’nın yeridir. Zaten IV. Mehmed zamanında inşaata başlayan Şerban da (Ö. 1688) Eflak voyvodasıdır. Şu halde bazı yayınlarda Boğdan Sarayı’na ait olarak gösterilen bu bilgi Eflak Sarayı ile ilgilidir. Bu çelişkili durum ancak arşivlerde yapılacak araştırmalarla tam aydınlığa çıkabilir.
Prut Savaşı’ndan (1711) az sonra Boğdan Voyvodalığı yerli Boyarlar’dan alınarak Fener’de yaşayan Rum beylerine verilmiş, böylece Boğdan Sarayı’na da gerek kalmamıştır. Burası Aynaroz’daki Panteleimon Rus manastırına vakfedilmiş ve sadece şapeli bir süre kullanılmıştır.
Boğdan Sarayı’nın XVIII. yüzyıl içlerinde harap bir hale geldiği ve 1784 yangınında yandığı söylenir. İstanbul’un karşılaştığı en büyük yangın âfetlerinden biri olan 1782 yangınında da yanmış olması mümkündür. Bundan sonra sarayın geniş arazisi uzun yıllar bostan olarak kullanılmıştır. 187S’e doğru çizilen İstanbul haritasında böyle işaretlenmiştir. 1340 (1921) tarihli İstanbul şehremaneti haritalarında da büyük bir bostan olarak gösterilen bu arsa 19S0’li yıllardan sonra hızla gecekondularla doldurulmuştur.
Boğdan Sarayı’nın yerine işaret eden tek unsur, esası Bizans devrine inen küçük bir ibadet yeri (şapel) kalıntısıdır. Kantemir bu şapelin Aziz Nikolaos adına olduğunu bildirir. Bizans’ın eski büyük manastırlarının birinden kalan bu yapı saray veya konağın sınırları içinde bulunduğundan onun özel ibadet yeri yapılmıştır. Tek sahnlı ve iki katlı olan bu yapının boyu 10 metreyi geçmiyordu. Saray binası ile bağlantılı olduğu tahmin edilen ve esas ibadet yeri olan üst katını örten basık kubbe sonradan yapılmıştı. Alt kat ise beşik tonozlu tek bir sahndan ibaretti. I. Dünya Savaşı yıllarında bu mahzen kısmında kazı yapılarak üç mezar bulunmuştu. 1930’lu yıllarda üst kat tamamen yıktırılmıştır. Kalan alt kat ise 1950’de bir aile tarafından ev haline getirilmiş olup içinde yaşanıyordu. Bugün artık çok zor görülebilecek bir durumda olup etrafı çevrili mesken olmuştur.
Diyanet İslam Ansiklopedisi