Buyruldu/Buyrultu Nedir, Ne Demek, Tarihi, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Buyruldu, Osmanlı diplomatiğinde yüksek rütbeli görevlilerin kendilerinden aşağı mevkilerde bulunanlara gönderdikleri emirler için kullanılan bîr terim.

Buyruldu veya buyuruldu Türkçe bu­yurmak fiilinden yapılmış bir isimdir. Ya­zıldıkları yer bakımından merkez ve taş­rada yazılanlar olarak ikiye ayrılmaları mümkün olan bu tür belgelerin özel bir yazılış şekilleri vardır. Fâtih Kânunnâmesi’ne göre padişahın tuğrasını taşı­yan hükümler ancak üç şahsın buyrul-duları ile yazılabilirdi. Bunlardan dünya işlerine dair olan meselelerde sadrazam, maliye ile ilgili işlerde defterdar, şer’î davalarda ise kazaskerler yetkili kılın­mıştı. Dîvân-ı Hümâyun’a verilen bir arz, arîza, arzuhal veya takrir okunup istek kabul edildiği takdirde üzerine “buyruldu” kelimesi bazan tek olarak, bazan da “arz olunduğu üzere tahrir oluna deyü buyruldu” gibi yapılacak işlemi gösteren bir cümlenin sonuna ilâve edilerek yazı­lırdı. “Buyruldu” kelimesi kullanılmayan buyruldulara da rastlanmaktadır. Mese­lâ “kanun üzere buyruldu” yerine sade­ce “kanun üzere” ifadesinin konduğu da olurdu. Divanda buyruldunun konmasından sonra belli for­müller çerçevesinde nişancı, reîsülküttâb yahut divan kâtiplerinden biri tarafın­dan müsvedde yapılarak hüküm hazır­lanıp ilgili yere gönderilirdi. Fermân-ı âlî ısdân için yazılan buyruldulara herhan­gi bir ilâve yapılması bazı şartlara bağlı idi. Sadâret kethüdası ve reîsülküttâb dışındakilerin yapacakları ilâvelerde mut­laka sadrazamın “sahh’ı ve “pençe”si ge­rekli idi. XIX. yüzyıl başlarında bu usule riayet edilmemeye başlanması dolayısıy­la 1811’de “pençe ve sahh-ı âlî bulun­madıkça emrin ısdar edilmemesi” husu­sunda kati talimat verilmişti. Dîvân-ı Hümâyun’un önemini kaybederek devlet işlerinin yürütülme­sinin Paşa Kapısı’na intikalinden sonra, diğer her türlü evrakla birlikte sadraza­mın, müsveddeleri tezkireciler tarafın­dan hazırlanan buyrulduları da sadâret kethüdasının (veya kâhya bey) elinden geçmeye başlamıştır.

Babıâli’nin Mektûbf Kalemi’nden yazı­lan buyruldulara buyruldu-yi sâmî veya buyruldu-yı âlî adı verilirdi. Bunlar da iki kısma ayrılmaktadır. Sadrazamın re’sen, yani alt makamdan herhangi bir yazı ol­maksızın doğrudan doğruya verdiği emir­leri ihtiva edenlere “beyaz üzerine buyruldu” denirdi. Bir arz veya arzuhalin mu­ameleye konması, yani ilgili kalemlerden derkenarlar yapılması için emir verilme­si de sadrazamın buyruldusu ile olurdu. Bununla birlikte bazan bu ilk buyruldu olmadan da muameleye başlanıldığı gö­rülmektedir. Fakat derkenarların çıkarıl­masından sonra ilgili büronun şefi tara­fından yapılan telhisi müteakip verilen nihâî kararın tatbik mevkiine konula­bilmesi için mutlaka sadrazamın mûcib buyruldusuna ihtiyaç vardı. Ancak bu buyruldudan sonra tezkire verilir ve ge­rekli ferman veya berat yazılabilirdi. Ge­rek re’sen yazılan buyruldularda gerek­se muameleli evrak üzerindeki nihâî buy­ruldularda, buyruldunun altında tarih bu­lunmasına rağmen, divanda yazılan buyruldularla muameleli evrak üzerindeki ilk buyruldularda tarihin ihmal edilebil­diği görülmektedir. Sadrazamın buyruldulannda elkâbın ilk kelimesinin üzerine buyruldunun doğruluğunu göstermek bakımından “sah” işareti konurdu.

Padişaha ait belgelerde olduğu gibi buyruldularda da her görevli için kulla­nılacak elkâb ayrı ayrı tesbit edilmişti. Kazaskerlere “izzetlü, fazîletlü”; kaptan-paşaya “izzetlü, rifatlü”; İstanbul kadı­sına “fazîletlü”; defterdarlar, nişancı, re-îsülküttâb, tersane, darphâne, defter emini ve şehreminleri, yeniçeri ağası, bostancıbaşı, kapıcılar kethüdasına ise sadece “izzetlü” diye yazılırdı[301]. Tanzimat’tan sonra yeniden teşkilâtlan­ma dolayısıyla XIX. yüzyıl ortalarında ye­ni kurulan müesseselerin başlarında bu­lunanlara yazılacak buyrulduların elkâb-ları da tesbit edilmiştir. Buna göre se­rasker ve kaptanpaşalara “devletlü, atû-fetlü efendim hazretleri”; Mısır valisi, maliye, evkaf, ticaret, darphâne nazır­ları ve Ordu-yi Hümâyun müşiri vb.ne “devletlü efendim hazretleri”; müşirler, valiler, hariciye ve tersane nazırları ile Mâbeyn başkâtibi vb.ne “atûfetlü efen­dim hazretleri” şeklinde yazılmaya baş­lanmıştır.[302]

Çeşitli konularla ilgili belgelerin her birine konulacak buyruldular için de klişeler vardı. Padişahın hatt-ı hümâyunu çıkmış bir mesele, menzil fermanı, alay beyi arzı, timar tevcihi vb. üzerine yazı­lacak buyruldular hep tesbit edilmişti. Muamele görmüş evrak üzerindeki buy­ruldularda genellikle, telhis, i’lam, arz, derkenar gibi hangi tür belge veya kay­da dayanılarak buyurulduğu da “telhis mûcebince” veya “arz ve derkenarı mü-cebince” şeklinde tasrih edilirdi. Bundan sonra yapılacak şey yazılıp “buyruldu” kelimesi konduktan sonra tarih atılırdı. Muameleli evrak üzerindeki buyruldu­lar, eğer tek sayfaya sığıyorsa, arz veya arzuhalin sol üst tarafında ve ilgili büro şefinin telhisinin üstünde yer alırdı. Fa­kat derkenarların fazlalığı sebebiyle sad-, razamın buyruldusuna esas olacak tel­his arka sayfaya yazılmışsa son buyrul­du mutlaka telhisin üzerinde bulunaca­ğından arka sayfaya geçerdi. Ancak sad­razamların, askerî ve nişan beratlarının üzerine “mahalline kaydoluna” şeklinde buyruldu yazmaları kanuna aykırı idi.

Bazı hallerde padişah, arz veya telhis üzerine hatt-ı hümâyununu yazdıktan sonra, bu hatt-ı hümâyunda emredilen hususun yerine getirilmesi için aynı kâ­ğıt üzerine sadrazam da buyruldusunu koyardı. Bu tür belgelerde buyruldu daima hatt-ı hü­mâyunun alt tarafına, arz veya takririn ise eğer üst tarafında yer varsa üstüne, yoksa altına yazılırdı.

Sadrazamın bir de pençe bulunan buyrulduları vardı ki bu tür buyruldular sadrazamın merkezde bulunduğu zamanlar­da sadece sadrazam tarafından yazıla­bilirdi. Bununla birlikte Keçecizâde Fuad Paşa’nın sadâretinde 1861’de gerek re’sen gerekse derkenar olarak yazılan buyrulduların sağ üst tarafına pençe ye­rine sadâret mührü basılmaya başlan­mıştır.

Nezâret ve meclislerin kurulmasın­dan sonra bunlarla sadâret arasındaki yazışmalarda, gelen tezkire sureti üste alınıp altına sadâretin tasdiki makamın­da mûcib buyruldusu denilen buyruldu yazılarak tarih atılmaya, üstüne ve kâğı­dın sağ tarafına da resmî sadâret müh­rü basılmaya başlanmıştır.

Gerektiğinde kaptanpaşa, defterdar vb. görevliler de kendi yetkileri dahilin­deki işlerde buyruldu yazarlardı. Defter­dar, mahallinde mukâtaaları tevcih edip “buyurur”, fakat pençe çekemez, buy­rulduların altına kuyruklu imzasını ko­yardı. Kaptanpaşa da tersaneye geldi­ğinde gerekirse dava dinler, ihtiyaç duy­ması halinde o bölge kadısına buyruldu yazıp dava dinlemesini isteyebilirdi.

Taşrada XVII. yüzyıla kadar beylerbeyiler tarafından yazılan belgeler içinde “buyruldu” kelimesi bulunana şimdiye kadar rastlanmamıştır. Fakat “mektup” oldukları belgelerin kendi içlerinde be­lirtilen ve padişah fermanlarının edası ile ve onların bütün rükünlerini hâvi ola­rak yazılanlar buyruldu mahiyeti taşı­maktadırlar. XVII. yüzyıla kadar huruf, kâğıt, vesika, varaka gibi adlarla anılan yazıların yerini alan buyruldular da şe­kil ve yazılış tarzı bakımından merkezde yazılanlara benzemektedir. Yalnız bun­larda elkâbdan sonra “inha olunur ki” yahut “ba’de’t-tahiyye (ba’de’s-selâm) in­ha olunur ki” formülleri kullanılarak na­kil-iblâğ kısmına geçilmektedir. Ayrıca beylerbeyi buyruldularında makam müh­rünün kullanılması da XVII. yüzyılda baş­lamıştır. Şahsî mühürlerden daha büyük ebatta olan bu mühürler yazının hemen üstüne ve sağa basılırlardı. Bununla birlikte beylerbeyi buyruldularının bir kısmında da mühür ba-sılmayıp imza yerinde olmak üzere pen­çe konulmuştur. XVII. yüzyıldan itibaren beylerbeyi buyruldu­larında belgenin “buyruldu” olduğu, so­na konan “deyü buyruldu” klişesiyle mut­laka belirtilmiştir. Bazılarında ise belge­nin içinde bir veya iki yerde ayrıca buy­ruldu olduğuna işaret edildiği gibi han­gi vilâyetin divanından çıktığına da “dî-vân-i Lefkoşe”[308], yahut “dîvân-ı Silistre” şeklinde işaret edilmiştir. Beylerbeyiler sadece görevli oldukları yerde değil buralara gidip gelirken yol üzerinde, kadı bulunmayan yerlerde da­va dinlediklerinde “kanun üzere buyrul­du” verirlerdi.

Buyruldu grubuna giren belgelerin so­nu genellikle “deyü buyruldu” şeklinde bitmekle beraber bazan “buyruldu”nun konulmayıp “deyü” ile, bazan da “deyü” de konmayarak meselâ sadece “amel ve hareket eyleyesiz” denilerek bitirildiği ve hemen arkasından da tarih atıldığı­na rastlanmaktadır. Bu şekilde bitenler­de hiç şüphe yok ki son kelimeler zım­nen ifade edilmektedir. Nitekim sadra­zam buyruldulanının suretlerinin yazıldı­ğı buyruldu defterlerinde de buyruldu-ların sonları hep “eyleyesiz deyü” klişe­siyle bitirilmiştir.

Kullanıldığı belgeye adını veren buy­ruldu kelimesi, başlangıçta oldukça açık ve okunaklı bir şekilde yazılırken zaman­la klişeleşmiş ve okunması mümkün ol­mayan bir şekil almıştır. Onun içindir ki bu stilize şekli “emrimdir” diye okuyan­lar da olmuştur. Meselâ IV. Mehmed’in bazı hatt-ı hümâyunlarında buyruldu kli­şesine çok benzemekle beraber çizgilerin sayısındaki fazlalıkla ondan ayrılan bir başka stilize şekle rastlanmaktadır ki bunun gerçekten “emrimdir” tarzın­da okunması gerekir.

Gerek merkezde gerekse taşrada ya­zılan bütün buyruldularda daima divanî yazı kullanılmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski