Câsiye Sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in kırk beşinci sûresi.
Mekke devrinde muhtemelen Duhân sûresinden sonra ve Ahkâf sûresinden önce nazil olmuştur. “Hâ-mîm” ile başlayan ve Mushafta ardarda gelen yedi sûrenin altıncısıdır. Kûfeliler’in sayımına göre otuz yedi. diğerlerine göre otuz altı âyettir. Bu fark. sûre başındaki “hâ-mîm” harflerinin müstakil bir âyet sayılıp sayılmamasından ileri gelmektedir. Fâsıla’sı harfleridir. Adını, yirmi sekizinci âyette geçen ve “diz çökmüş” veya “bir araya gelmiş” anlamlarına gelen câsiye kelimesinden alır. Ayrıca on sekizinci âyetteki şeriat ve yirmi dördüncü âyetteki dehr kelimelerinden dolayı bu sûreye Şeriat sûresi ve Dehr sûresi de denilmiştir.
Kaynaklarda nüzul sebebi hakkında herhangi bir olaydan söz edilmemektedir. Diğer Mekkî sûrelerde olduğu gibi bunda da iman ve itikad konuları ele alınmakta, özellikle âhirete iman meselesi üzerinde durulmaktadır. Sûre birbiriyle bağlantılı olan üç ana bölümden meydana gelmektedir. Birinci bölümde(Ayet 1-11) vahyin önemine ve buna inanmanın gereğine dikkat çekilmektedir. Çünkü vahiy yegâne galip ve hakîm olan Allah tarafından indirilmiştir. Vahiy haberlerinin doğruluğunu ve Allah’ın üstün kudretini gösteren deliller o kadar çoktur ki yaratılış ve hayat olaylarından ibret alanlar için buna inanmak güç değildir. Yeniden dirilişi inkâr edenler, kuruyup ölmüş olan yerin gökten yağan yağmur sayesinde yeniden canlandığını görmezler mi? Aslında Kur’an bir hidâyettir. Fakat kâfirler kibirleri ve günaha olan meyilleri yüzünden iman etmeye yanaşmazlar; ayrıca âyetleri hafife alır. onlarla alay ederler. Birinci bölüm, söz konusu inkarcılara maddî ve manevî etkisi büyük bir azabın uygulanacağını bildiren âyetle son bulur. İkinci bölümde(Ayet 12-21) ilâhî vahyin doğruluğunu ispat eden aklî ve naklî deliller sıralanır. Göklerde, yerde ve denizlerde Allah’ın kudretini gösteren olaylara dikkat çekildikten sonra vaktiyle İsrâiloğulları’na da kitap, nübüvvet ve hikmet verilmiş olduğu hatırlatılır ve Allah’ın peygamber göndermesinin yadırganacak bir şey olmadığı anlatılır. Zalimler birbirinin yardımcısıdır; ancak onların çabalarının peygamberi görevinden vazgeçirmeye yetmeyeceği, çünkü Allah’ın iyilerin dostu ve yardımcısı olduğu bildirilir. İkinci bölüm. Kur’an’ın basîret ve rahmet vesilesi olduğunu, hiçbir zaman inananlarla inanmayanların aynı değerde olmadığını bildiren âyetle son bulur. Üçüncü bölüm(Ayet 22-37), âhirete ve hesap gününe inanmayanların düşünce tarzına ve zihniyetlerine yer verir, bu zihniyetin ne kadar temelsiz ve tutarsız olduğunu açıklar. Nefsanî düşünce ve arzularını putlaştıranlar. “Bize göre hayat bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir, bizi ancak zamanın akışı (dehr) helak eder” derler. Bir de, “Madem ki öldükten sonra yeniden dirilmek varmış, öyleyse haydi bize ölmüş atalarımızı diriltip getirin” gibi sözler sarfederler. “Âhiret hakkında bir şey bilmiyoruz, fakat Öyle bir şey olacağını da sanmıyoruz” diyerek zan üzerine hüküm yürütürler. Halbuki Allah’ın sözü haktır ve kıyamet mutlaka kopacaktır. İnsanların bütün fiilleri kayda geçmiş olup o gün bu fiillerinin karşılığını göreceklerdir. İman edip iyi işler yapanlar ilâhî rahmete ve büyük mükâfata nail olacaklardır. Kibir ve inatları yüzünden Allah’ın âyetlerini alaya alanlar ve dünya hayatına aldanıp inkâra sapanlar ise cehenneme atılacaklardır. Onlar cehennemde âdeta unutulacaklar, kendilerine ne ilgi gösterilecek ne de özürleri dinlenecektir. Sûre, bütün âlemlerin rabbi olan. göklerde ve yerde kendisinden başka azamet (kibriyâ) sahibi bulunmayan Allah’a hamd ve tazimle son bulur.
Câsiye sûresini okumanın faziletine dair Übey b. Kâ’b’dan nakledilen ve bazı tefsir kitaplarında yer alan, “Hâ-mîm — Câsiye sûresini okuyan kimsenin günahlarını kıyamet gününde Allah bağışlar ve heyecanını teskin eder” anlamındaki hadisin ve benzerlerinin mevzu olduğu kabul edilmiştir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi