Cefr, Gelecekte vuku bulacak olayları değişik metotlarla öğrettiğine İnanılan ilmin adı.
Arapça bir kelime olan cefr sözlükte “sütten kesilmiş kuzu. oğlak; içi taşla örülmemiş geniş kuyu” anlamlarına gelir. Terim olarak değişik metotlarla gelecekten haber verdiği iddia edilen ilmi veya bu ilmi kapsayan eserleri ifade eder ve cifr olarak da anılır. Demîrfnin yanlışlıkla İbn Kuteybe’nin Edebü’l-kâtib’im kaynak göstererek aktardığı bir rivayete göre Ca’fer es-Sâdık (ö. 148/765), Hz. Peygamber soyundan gelenlerin geçmiş ve gelecekle ilgili olarak muhtaç bulundukları bütün gizli bilgileri bir kuzu veya oğlak {cefr) derisinin üzerine yazmış, muhtemelen bundan dolayı bu çeşit bilgilere ve eser türüne cefr denilmiştir. Cefr İle uğraşanlara cefrî veya ceffâr denilir. Daha çok Şiîler tarafından geleceğe ilişkin haberleri ihtiva ettiği öne sürülen ve Hz. Ali ile Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen eserlere de genellikle “el-Cefr” veya “el-Cefr ve’l-câmia” adı verilir. Bu son adlandırmadan dolayı cefr ilminin adı bazı kaynaklarda el-cefr vel-câmia şeklinde de geçer. İbn Haldun ise yaygın telakkinin aksine cefrin bir ilmî disiplin adı değil ferdî kabiliyet olduğunu ileri sürmüş, bunun keşf ve ilham ile ilişkisi üzerinde durmuştur.
Çeşitli metotlara başvurmak suretiyle geleceği keşfetme merakı İslâm öncesinde yaşayan eski milletlere kadar uzanır. Keldânîler, Asurlular, Bâbüliler, Mısırlılar ve daha sonra yahudilerle hıristi-yanlar arasında yaşayan kâhinler, müneccimler ve bazı mistiklerin kâinatın sonu, devletlerin akıbeti gibi konularda çeşitli haberler verdikleri bilinmektedir. İlkçağ filozoflarından Pisagor varlıklarla sayılar ve geometrik şekiller arasında kesin ilişkiler bulunduğunu savunmuştur. İslâm kaynaklarında sayı ve harflerin sırlarını konu edinen Kitâbü’l-Ğölib ve’l-mağlûb adlı bir eserle yine gaybdan haber alma ile ilgili et-Tenebbü3 bi’r-rü’yâ adlı bir risale Aristo’ya nisbet edilmişse de bunların apokrif olduğu anlaşılmıştır. Öte yandan Tevrat’ın bâtınî yorumlarında ve Aziz Augustinus gibi kilise babalarının yazılarında birçok cefr örneklerine rastlanır. Tevrat’ta İbrahim’in, vekili Elizer’i 368 askerle dört krala karşı savaşmaya gönderdiği bildirilir; bu rakam İbranî harfleriyle Elizer’in sayısal değerine eşittir. Yahudi mistik hareketi kabalanın temel eseri olan ve Tevrat’ın bâtınî yorumunu ihtiva eden Zohar’da harflerin sırlarına dayanan bir ilimden söz edilir. Yaygın kanaate göre kabalistlerin en önemli kitaplarından biri olan Sefer Yezimh, Hz. Musa’nın Tûrisînâ’da yakınlarına öğrettiği “ilm-i esrâr’dan oluşmuştur. Buna göre birer “ilâhî kelime” olan dış varlıklar arasındaki münasebetlerin, uyum ve zıtlıkların hepsi İbrânîce’nin yirmi iki harfi arasında da mevcuttur.
Şiî kaynaklarına göre Hz. Ali Kur’an’ın bâtınî mânalarını Hz. Peygamber’den öğrenmiş ve insanların muhtaç olduğu bütün bilgileri cefr adı verilen kuzu veya oğlak derisi üzerine yazarak ei-Cefr ve ei-Cdmi’a adlı iki eser telif etmiştir. Geçmiş peygamberlere verilen kitapların özünü, ayrıca kıyamete kadar gerçekleşecek bütün dinî ve siyasî olaylarla karşılaşılacak problemlerin çözüm yollarını ihtiva eden bu eserler ancak Ehl-i beyt’e mensup imamlarca çözülebilecek rumuzlarla doludur. Diğer bazı kaynaklara göre ise söz konusu kitapları yazarak cefr ilmini kuran Ca’fer es-Sâdık’-tır. Ona “el-cefrü’l-ahmer” ile “el-cefrü’l-ebyaz” şeklinde iki cefr nisbet edilmekte, bunların ilkinde Hz. Peygamber’in “silâh’ı, ikincisinde ise Zebur, Tevrat, İncil ve Hz. İbrahim’e verilen suhuf ile helâl ve harama dair bütün bilgilerin bulunduğu rivayet edilmektedir. Ca’fer es-Sâdık’ın öğrencisi iken ona tanrılık nisbet eden ve bu şekilde dinden çıktığı kabul edilen Ebü’l-Hattâb el-Ese-dî’nin (ö. 143/760) ve ondan sonra da Mufaddal b. Ömer el-Cu’fî, Sedîr es-Sayrafî, Ebân b. Sa’leb gibi aşırı Şiîler’in, Kur’an’daki hurûf-ı mukattaa ile diğer bazı âyetlerin bâtınî mânalarına dayanan ve geleceğe ilişkin olayların bilgisini keşfettiği öne sürülen bir ilmi Cafer es-Sâdık’a atfetmeleri neticesinde cefr İslâmî literatürde bir ilim dalı olarak telakki edilmeye başlanmış, özellikle İsmâiliyye ve İhvân-ı Safa mensuplarınca bâtınî yorumların temel kaynağı haline getirilmiştir.
İsmâilîlere göre varlıklarla harfler arasında gizli bir ilişki vardır; kâinatın düzeni 7 rakamı ile altı peygambere ve bir “kâim’e delâlet eden yedi harfe dayanılarak açıklanmalıdır. İhvân-ı Safâ’nın J?e-sâ’iTinde ise sayılar, her insanda bilkuv-ve mevcut olan ve aritmetik, geometri, astronomi ve mûsikiden oluşan riyâzî ilimleri kuşatan bir ilim kabul edilerek bütün sayılar ilk dört rakamda toplanmış; temeline Tanrı, akıl, nefis ve madde (heyula) şeklinde sıralanan dört prensibin konduğu kozmolojik oluşum bu dörtlü sisteme göre açıklanmak istenmiş ve bunlar rakamlarla sembolleştirilmiştir. Söz konusu zümrelerce benimsenen bu kültürün yayılmasından sonra cefr, geleceğe ilişkin olayları haber veren bir ilim dalı olarak görülmeye başlanmış ve çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Bu farklı tarifler, cefrin geleceğin bilgisini içeren bir ilim olması açısından değil gay-bın keşfedilmesinde kullanılacak metodun ne olması gerektiği noktasındaki görüş ayrılıklarından kaynaklanmaktadır. Geleceğe dair bilgilerin Ehl-i beyt’e vasıtasız olarak (vehbî) bağışlandığını savunan Şiîler’e göre cefr rabbânî ilim ve nebevi hikmet ürünüdür. Bazılarına göre ise cefr ilminde gaybı keşfedebilmek için harflerin taşıdığı bâtınî mânalara başvurmak gerekir. Bundan dolayı cefr ile ilm-i hurûf birleştirilmiş ve bazan ilm-i hurûf veya ilm-i teksîr adıyla da anılmıştır. Gaybı keşfetme vasıtası olarak ilm-i nücûmdan faydalanılabileceğini benimseyenler de vardır. Bunlar cefr ile ilm-i nücûmu birleştirerek melâhim türünden eserler yazmışlar ve bu eserleri cefr ilminin kapsamına almışlardır. İlm-i nü-cûm gibi cefr İlmi de zamanla ilm-i hurûf, ilm-i adedî, ilm-i mükâşefe, ilm-i ledünnî gibi alanları içine alarak geniş bir muhteva kazanmıştır.
Cefr ilmine dair eserlerde genellikle “terkîb-i harfT ve “terkîb-i adedî” adı verilen metotlar kullanılmıştır. Farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte cefr metotları hakkında verilen bilgiler şöylece özetlenebilir: Arapça harfler şemsî – kamerî, diğer bir ifade ile nûrânî – zulmâ-nî olmak üzere ikiye: mesrûrî, mebrûrî, melfûzî olmak üzere üçe bölünür veya yirmi sekiz harf ebceddeki sıraya göre ilk yedisi ateş, ikinci yedisi hava, üçüncüsü su, dördüncüsü de toprak karakterli olmak üzere dört gruba ayrılır. Harf-lerdeki tasarrufun sırn teşkil edilen terkipteki mizaca bağlanır, yahut harflere yine ebced sıralamasına göre sayısal değerler verilerek harfler ve sayılar arasındaki münasebetlerle bunlara tekabül eden remizlerden oluşan bir yol takip edilir. Bu sonuncu metoda “cefr-i mutavassıt” denilir. Arap alfabesinden, kendilerince belirlenmiş yirmi iki harfin kullanılması ile elde edilen cefre ” cefr-i sa-gîr”, yirmi sekiz harfin kullanılmasıyla gerçekleştirilene ise “cefr-i kebîr” adı verilir.
İsmâilîler vasıtasıyla Kuzey Afrika’da yayılan cefr ilmiyle ilgili esaslar, Mesle-me b. Ahmed el-Mecrîtî, Ahmed b. Ali el-Bûnî, Abdurrahman el-Mağribî, Ab-durrahman el-Bistâmî gibi müelliflerin eserlerinde “İlmü esrâri’l-hurûf1, “İlmü’t-tasarruf bi’1-hurûf ve “İlmü havâssi’l-hurûf1 başlıkları altında incelenmiştir. İsmâilî yazarlardan sonra cefr ilminin Kuzey Afrika’daki en önemli temsilcisi, Muvahhidler’in lideri İbn Tûmert (ö. 524/ 1130) olmuştur. Her ne kadar D. B. Mac-donald, İbn Tûmert’in cefri Gazzâlî (ö. 505/1111) tarafından kendisine verilen Kitâbü’l-Ceîr adlı bir eserden öğrendiğini öne sürüyorsa da Gazzâli’nin harflerin esrarı konusunda Bâtınî-ler’e yönelttiği tenkitler[380] dikkate alınırsa bu görüşün isabetsiz olduğu ortaya çıkar. İbn Tûmert’in etkisiyle cefr ilmi Kuzey Afrika’daki sûfilerce benimsenmiş ve yayılmıştır. Daha sonra Muhyiddin İbnü’1-Ara-bî de (ö. 638/1240) harflerle varlıklar arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğuna dikkat çekerek harflerin sırlarına vâkıf olan birinin gelecekte meydana gelecek bütün olayları keşfedebileceğini savunmuş ve meşhur eseri el-Fütûhötü’1-Mekkiy-ye’sinde harflerin mertebelerine geniş yer ayırmıştır (I, 231-361; II, 51-81). İbnü’l-Arabi’nin konu ile İlgili görüşleri büyük yankılar uyandırmış, onun tesirleri İbnü’l-Arabî ekolünün önemli temsilcilerinden Abdülganî en-Nablusî ile XVIII. yüzyıla kadar devam etmiş, hatta bu tesirler Muhammed Mâzî Ebü’l-Azâim ve Said Nursi gibi isimlerle zamanımıza kadar ulaşmıştır. Said Nursi çeşitli risalelerinde besmelenin, bazı kısa sûre ve âyetlerle belli kelimelerin harfleri, ayrıca Cenâb-i Hakk’ın Allah, rahman, rahîm, rab isimleriyle bunların yerini tutan “hû” zamirinin Kur’ân-ı Kerîm’-de kullanılışındaki uyum ve Ölçüye dikkat çekmiştir. Söz konusu metinlerdeki harflerin cefr ilminin bir türü olan “tevâfuk metodu” ve ebced hesabına göre birçok gizli mânaları ihtiva ettiğini açıklamaya çalışmıştır. Hatta bu metottan hareketle Kur’an’ın otuz yerinde “nur risâieleri”ne işaret edildiğini ileri sürmüştür. Fransız asıllı müslüman yazar Abdülvâhid Yahya (Rene Guenon) astroloji, esrâr-ı hurûf, simya vb. ilimlerin aynı konuların muhtelif tasvirlerinden ve farklı ifadelerle anlatımından ibaret olduğunu belirtir ve gelecekteki olayları keşfetme iddiasında bulunan cefrin bu ilimlerin dışına çıkmadığını savunur.
Kur’ân-ı Kerîm’de gayb bilgisinin ulû-hiyyet vasıflarından olduğu ve insanların bilgi edinme vasıtalarının dışında kaldığı, ancak Allah’ın bazı peygamberlerini dilediği bilgilere muttali kıldığı açıkça belirtilmiştir. Kur’an’a göre gayba ait haberlerin yegâne kaynağı vahiydir. Şîa mensuplarının, Hz. Peygamber’in kendisine gelen vahiylerin bir kısmını yalnız Hz. Ali’ye bildirdiğini, bu sebeple Ali’nin bilgilerinin de vahye dayandığını iddia etmeleri, Resülullah’tn nazil olan vahiylerin tamamını bütün ümmete tebliğ ettiğini ifade eden Kur’an âyetleriyle çelişir. Ayrıca bu iddialar, Hz. Âişe. Hz. Ali ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden nakledilen rivayetlere de aykırıdır. Cefr ilminin Hz. Peygamber’den Ehl-i beyt’e nebevi bir miras olarak intikal ettiği konusunda da hiçbir delil yoktur. Esasen cefr ile ilgili rivayetlerin kaynağı, Ca’fer es-Sâdık’a tanrılık nisbet edecek kadar aşın fikirlere sahip bulunan Ebü’l-Hattâb el-Esedî İle Bâtınîler’e öncülük yapan Mufaddal b. Ömer el-Cu’ffdİr. Nitekim İb-nö’n-Nedim gibi Şîa’ya mütemayil bir müellif bile Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen kitaplar arasında cefre dair herhangi bir eserden bahsetmemiştir. Ayrıca cefrin Ca’fer es-Sâ-dık’tan rivayet edilmesi hususundaki görüşlerin bazı çelişkiler arzettiğini de belirtmek gerekir. Meselâ Şiî ve Sünnî kaynaklarında cefr ilmini Ca’fer es-Sâdık-tan rivayet edenin Hârûn b. Saîd el – İc-Iî olduğu nakledilir. Halbuki döneminde Zeydiyye’nin ileri gelenlerinden olan Hârûn, Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen cef-ri tenkit edip bunun asılsız olduğunu bildirmiştir. Esasen gerek ei-Ce/rve el-Câmica, gerekse Ca’fer es-Sâdık’a isnat edilen diğer birçok eserin gerçekte ona ait olduğu hususunda ciddi tereddüt ve itirazlar vardır. Aynı kanaat bazı Şiî gruplarında da mevcuttur. Öyle anlaşılıyor ki cefre dair ilk telakkiler, Bâtınî-İsmâilî çevreler ve eski dinî-felsefî kültürleri nakleden kaynaklar yoluyla İslâm dünyasına girmiş, Şiîler’in çoğunluğu İle bazı Sünnî âlimler de bundan etkilenerek cefrin, herkes tarafından merak edilen geleceğin bilgisini içerdiğini zannetmişlerdir. Ancak vahiy sona erip tebliğ tamamlandığına göre cefr ile veya başka metotlarla geleceğe ilişkin kesin bilgiler ortaya koyma düşüncesi iddiadan öte bir anlam taşımaz. Ayrıca cefr işlemlerinde kullanılan metinler ilmî kurallara dayanmaktan uzak ve bilmece niteliğindedir. Gazzâlî’nin de belirttiği gibi harflerin belli anlamlar ve sayısal değerler ifade ettiği konusunda hiçbir tutarlı ve ilmî delil yoktur.
Literatür. Bazı kaynaklarında cefr ilmi Hz. Âdem’den başlatılarak bütün peygamberlere nisbet edilir. Biyografik eserlerde milletlerin, devletlerin veya İslâm dünyasının gelecekteki siyasî ve içtimaî mukadderatını açıkça veya rumuzlar yoluyla vukuundan önce bildiren, “Kitâbü’l-Hidsân” genel başlığıyla da anılan melhame türündeki eserler cefr literatürüne dahil edilir. Özellikle Benî İsrail peygamberlerinden Dânyâl’a, müstakbel dünya saltanatlarının seyri hakkında kaleme alınmış bir Kitâbü’l-Cefr nisbet edilmiştir. Bu kitabın yazma bir nüshası Süleymani-ye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
Şiî kaynakların Hz. Ali’ye nisbet ettiği ve Hz. Peygamber tarafından kendisine yazdınldığını ileri sürdüğü el-Cefr, el-Câmi’ave el-Cefrü’l-câmi ve’n-nû-rü’l-lâmi adlı eserlerin menşei ve İh-vân-ı Safâ’nın flesd’ii’iyle olan münasebeti konusunda müstakil araştırmalar yapılmıştır. Brockel-mann bu eserlerin çeşitli kütüphaneler-deki nüshalarını kaydeder. Ancak bunların gerçekte Hz. Ali’ye ait olmadığına muhakkak nazarıyla bakılmaktadır. Zira söz konusu eserlerde Ca’fer es-Sâdık’ın bu ilmi bizzat Hz. Ali’den dinleyip Öğrendiği ifade edilmekte ve tarihî açıdan doğru olmayan bilgiler zikredilmektedir. Mu’tezile’nin Bağdat ekolünün kurucusu Bişr b. Mu’temir’in (ö. 210/825), cefr denilen sözde ilmi veya Kitâbü’l-Cefr’i Şîa gruplarını oyalayan anlamsız bir iddia olarak telakki ettiği nakledilir. Şîa tarafından Ca’fer es-Sâdık’a da cefr kitabı nisbet edilmiştir. Kitâbü’l-Ceir, el-Hâtiye ü’l-cefr, el-Hâtiye iî ‘ilmi’l-hurûf veya sadece el-Hâtiye gibi adlarla anılan bu eserin çeşitli yazma nüshaları mevcuttur. Kitâbüî-Cefr’in Ca’fer es-Sâdık’a ait olduğu yolunda Demîrfnin verdiği bilgi, İbnü’n-Nedîm gibi klasik kaynaklarca doğrulanmamıştır. Brockeimann da bu konudaki rivayetlerin asılsızlığını savunanların bulunduğuna dikkat çekmektedir. Ca’fer es-Sâdık’ın gözde talebesi ve bab’lardan biri olduğu ileri sürülen Câbir b. Hayyân’a (ö. 200/815) ilk dönemlerden itibaren Kitâbü’l-Ceîri’î-esved adlı eserler nisbet edilmiştir.
İbn Haldun, Halife Hârûnürreşîd ile Me’mûn’un müneccimliğini yapan Ya’köb b. İshak el-Kindfnin (ö. 252/866), ilm-i nücûm hesaplarına dayanarak Abbasî hilâfetinin mukadderatını anlattığı Kitâbü’l-Cefr adlı bir eser telif ettiğini, bu eserin Moğol istilâsı sırasında kaybolduğunu, bazı parçalarına el-Cefrü’ş-sağır adıyla Mağrib’de rastlandığını kaydeder[401]. Günümüze ulaşmayan bu risale İle, İbnü’n-Nedîm tarafından el-İstidlâl bi’I-küsûiât cale’î-havâdis adıyla KindFye nisbet edilen risale ve bazı kaynaklarda Risale fi’l-kozâ3 cale 1 -küsûî şeklinde anılıp yine ona izafe edilen risalenin aynı eser olması muhtemeldir. Câhiz de ahkâm-ı nücûma dayalı olarak kaleme alınan, yılın müstakbel meteoroloji olayları hakkında birtakım tahminler ihtiva eden bazı Hint kaynaklı cefr kitaplarının bulunduğunu belirtir (El2 |ing],11,376-377).
“Gayb ilimleri” veya “garîb ilimler” diye bilinen simya, huruf, havas, tılsım konularında geniş bilgilere sahip Ahmed b. Ali el-Bûnrnin (ö. 622/1225) Şemsü’l-ma cârifi’l-kübrâ adlı eseri de cefr literatürü arasında yer alır. Bûnî, sayı ve harfler arasındaki münasebetlerden (vefk), ayrıca bazı geometrik ve girift şekillerden ruhanî tesirlerin meydana gelebileceği düşüncesindedir. Bu eserini, başta esmâ-i hüsnâ, besmele, Fatiha ve Âye-tü’l-kürsî olmak üzere bazı dua, âyet ve sûrelerin manevî tesirlerine dayanarak maddî âlemde birtakım tasarruflarda bulunmanın mümkün olduğu görüşünden hareketle telif etmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye Ceirü’î-îmâm ‘Alî b. Ebî Tâlİb, ed-Dürrü’i-munazzam, Miitâ-hıı’l-Cetri’l-câmf, Cefrü’n-nihöye adlarıyla izafe edilen konuyla ilgili eserler yanında, Osmanlı hanedan ve sultanlarının hükümranlık süreleri hakkında bazı tahminlerde bulunan eş – Şeceretü’n-nu’mâniyye fi’d-devleti’l-‘Oşmâniyye adlı melhame türünden mevsuk olmayan bir eser de nisbet edilmektedir. Eser el-Lemcatü’n-nûrâniyye fî halli müş-kileti’n-nu’mâniyye adıyla Sadreddin Konevi, Şerhu’s-Salâh eş-Şa-iedî calâ rumûzi’ş-Şecereti’n-nu’mâ-niyye adıyla Halîl b. Aybek es-Safedî, en-Nematü’l-ekmel fî zikri’l-müstakbel adıyla Ahmed b. Muhammed el-Makarrîel-Mağribî ve Dd’ire-tü’l-cifriyye cale’ş-Şecereti’n-nu’mâ-niyye adıyla da Mustafa b. Sührâb tarafından şerhedilmiştir.
Beyazıt Devlet Kütüphanesi ‘nde Şeyh Kemâled-din Muhammed b. Talha’nm (ö. 562/1167) Miftâhu cefr adlı bir eseri bulunmaktadır. Kâtib Çelebi ve Sıddîk Hasan Han, Ebû Salim en-Nasîbî’ye el-Cehü’l-câmf ve’n-nûrü’l-lâmi adlı bir eser nisbet etmişlerdir. Bazı kaynaklarda Şemseddin Muhammed b. Salim el-Hal-lâl’in de Kitâbü’l-Cefri’l-kebîr adlı bir esere sahip olduğu kaydedilir. Mahmud Paşa el-Askerfnin ei-Müntehabü’n-nefîs min cilmi nebiyyillûh İdris, Muhammed Mâzî Ebü’l-Azâ-im’in el-Celr ve Uşûlü’l-vûşûl, Muhammed el-Harîrfnin Tenezzülâtü’l-emr fî cefri’l-^aşr, Serbestzâde Ahmed Hamdi’nin el-Kevâkîbü’d-dürriyye îî uşû-li’l-ciîriyye adlı eserleri cefr konusunda son dönemlerde yazılan kitaplardandır.
Cefr ilminin lehinde ve aleyhinde söylenenleri toplamaya yönelik bir çalışma Abdülmün’İm Muhammed Şakraf tarafından yapılmış ve cİlmü’l-cefr fi’l-İs-lâm mâ lehû ve mâ ‘aleyhi ve medâ ‘alâkatihî bi-‘ilmi’l-ğayb adıyla yayımlanmıştır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi