Cemel Vak’ası İslâm akaidinde iman-küfür sınırı, irade hürriyeti, kader gibi önemli problemlerin tartışma konusu haline getirilmesine tesir eden dinî ve sosyal olaylardan biridir. Sehristânî bu olayı müslümanlar arasında meydana gelen ilk ihtilâfların Önemlileri arasında zikreder. Şiîler’in çoğu ile bazı Hâricîler’in Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali’ye karşı çıkan ashabı tekfir etmeleri, konunun bir akaid problemi olarak görülmesine ve kelâm kitaplarına girmesine yol açmıştır.
İslâm tarihinde esas itibariyle siyasî olmakla birlikte çeşitli sebeplerle dinî ve itikadı mesele haline getirilen olayların başlangıcı sayılabilecek olan Cemel Vak’ası, akaid mezhepleri tarafından farklı şekillerde değerlendirilmiştir. Şîa ile Hâricîler’in tamamına göre Cemel Vak’ası’nda Hz. Ali haklı, ona karşı çıkıp savaşan Hz. Âişe, Talha b. Ubeydullah. Zübeyr b. Avvâm ile bunların safında yer alanlar (ashâbü’l-cemel) haksız olup “bâgî” (âsi) durumundadırlar. Bu mezheplere bağlı bazı fırkalar ise daha da ileri giderek Hz. Ali’nin muhalifleriyle savaşmasını isabetli bulmuşlar. Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr başta olmak üzere muhalefette bulunan bütün ashap ve tabiîni tekfir etmişlerdir. Mu’tezile’nin çoğunluğu Hz. Ali’yi haklı, muhaliflerini haksız ve hatalı görürken Ebû Bekir el-Esam. Dırâr b. Amr, Muammer b. Abbâd, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf gibi bazı Mutezilî âlimler, Cemel Vak’ası’na İştirak eden taraflardan hangisinin haklı, hangisinin haksız olduğunun bilinemeyeceğini ve bunların hiçbirinden teberrî edilemeyeceğini söylemişlerdir. Mezhebin kurucusu Vâsıl b. Atâ ise taraflardan birinin mutlaka fâsık olduğunu, ancak bunu belirlemenin imkân dahilinde bulunmadığını ileri sürmüştür. Kerrâmiyye’nin çoğunluğu, savaşan her iki tarafın da haklı sebeplere dayandığı görüşündedir. Bir kısmı ise Hz. Ali’yi davasında haklı görmekle birlikte anlaşmazlığı müzakereler yoluyla çözmek yerine savaşa gidilmesini yanlış bulmuşlardır.
Cemel Vak’ası’nın taraflarıyla ilgili olarak Ehl-i sünnet”in görüşü de diğer mezheplerde olduğu gibi farklıdır. Selefiyye’ye mensup âlimlerin çoğu, ashap arasında ortaya çıkan bu tür ihtilâfları tartışma konusu yapmayı uygun bulmamışlardır. Onlara göre hata etmiş olsalar bile savaşan iki sahabe grubunu da Allah affetmiştir. İbn Hazm, Ceme! Vak’ası’nda her iki tarafın iyi niyetli olduğunu, yaptıkları işin içtihada dayandığını, savaşmak maksadıyla yola çıkmadıkları halde durumun aleyhlerine döneceğini hisseden katillerin komplosu sonunda kendilerini savaşın içinde bulduklarını ve dolayısıyla kusursuz olduklarını söyler. Hüseyin el-Kerâbisî ile diğer bazı Sünnî âlimler de bu görüştedir. Bazı Selef âlimleriyle Eş’ariyye ve Mâtürîdiyye’ye bağlı Sünnî kelâmcıların hemen hemen tamamı Hz. Ali’nin haklı, karşı tarafın haksız olduğu kanaatindedir. Zira Hz. Âişe, Talha, Zübeyr ve onlara uyanlar, müslümanlann hilâfet makamına getirdiği Hz. Aliye karşı tavır almış ve ona İtaatsizlik göstermişlerdir. Hatta Teftâzâni’nin ifadesiyle bâgi olmuşlar, savaşın başlama şekli nasıl olursa olsun sonunda müslümanlann birbirlerini öldürmelerine yol açmışlardır. Sünnî kelâmcılara göre savaş bittikten sonra muhalif grup liderlerinin pişmanlık duyduklarına ait rivayetler onların hatalı olduklarını gösterir. Bununla birlikte bu hatalarından ötürü tekfir edilemeyecekleri gibi fâsık oldukları da söylenemez. Çünkü onlar müslümanlar arasında ihtilâf çıkarmak gayesi taşımamışlardır; Hz. Ali’ye karşı çıkışları da İslâm âlimlerinin caiz gördüğü ictihadlarının bir sonucudur. Ayrıca içlerinde, Allah’ın kendilerinden razı Olduğu bildirilen (Bey’atürrıdvân’a katılan) ve cennetle müjdelenen sahâbîler de bulunmaktadır. Bu görüşlerin dışında. Cemel Vak’ası’nda her iki tarafın da hatalı olduğu, Sa’d b. Ebû Vakkâs, Abdullah b. Ömer, Üsâme b. Zeyd ve Muhammed b. Mesleme’nin yaptığı gibi iki gruptan hiçbirine katılmayanların daha isabetli davrandığı kanaatini taşıyanlar da vardır.
Cemel Vak’ası’na katılanlar hakkında isabetli değerlendirmeyi Sünnî kelâmcı-lann yaptığı söylenebilir. Bazı Şiîler’le Hâricîler’in ashabı tekfir etmeleri, bir kısım Mu’tezilî ve Selefi âlimlerin bu konuda hüküm vermekten kaçınmaları ve aşın muhafazakârlığa bürünen Selefiyye’nin savaşan her iki zümreyi de haklı bulması doğru değildir. Cemel Vak’ası’na katılmaları sebebiyle ashap ve tabiîni tekfir etmenin dinî bir dayanağı yoktur. Zira bu iddia hem naslara aykırıdır, hem de Hz. Ali’nin savaş sonrasında muhaliflerine karşı takındığı yumuşak tavırla uyuşmamaktadır. Çünkü muhalif zümre Ali’ye karşı çıkmakla isyankâr kabul edilebilir, bunun ise kâfir olma sonucunu doğurduğunu belirten hiçbir nas yoktur. Aksine Kur’ân-ı Kerîm, aralarındaki anlaşmazlıklar yüzünden savaşan grupları “müminler” olarak vasıflandırmıştır. Şîa’nın bu konuda dayandığı hadislerin ise uydurma olduğu kanaati yaygındır. Esasen kaynaklarda Hz. Ali’ye karşı çıkanların gerçek niyetlerine, ayrıca savaşın başlaması, gelişmesi ve seyrine ilişkin yeterli bilgiler mevcut olmadığı gibi elde edilen bilgilerin güvenilirliği de tartışmalıdır. Ebû Hanîfe’nin de belirttiği gibi Hz. Ali, muhaliflerini kendisine karşı isyan eden kardeşleri olarak görmüş ve onlara mürted muamelesi yapmamıştır. Bütün bunlar, Hz. Ali’ye karşı olan zümreleri tekfir edenlerin yanlış yolda olduğunu göstermektedir. Selefiyye’nin, Cemel Vakasında her iki zümreyi de haklı gösteren görüşleri de aklın prensiplerine aykırıdır. Ayrıca bu görüş, ashap ve tabiînin peygamberler gibi hata işlemekten korunmuş (masum) oldukları sonucuna götürür ki bunun İslâm inanç esaslarıyla bağdaşmayacağı açıktır. Bazı âlimlerin. Cemel Vak’ası gibi son derece ciddi sonuçlar doğuran bir tarihî olayı tahlil etmekten kaçınmaları ise en başta gelen görevi gerçekleri tesbit edip ortaya çıkarmak olan ilmin prensiplerine aykırıdır.
Cemel Vak’ası, Hz. Peygamberin vefatından sonra ilk ortaya çıkan ve etkileri günümüze kadar devam eden bir iç savaş olması sebebiyle önemli bir telif konusu olmuş ve hakkında müstakil eserler yazılmıştır. Bunlardan Câbir el-Cu’fî, Ebû Mihnef Lüt b. Yahya, Vâ-kıdî, İshak b. Bişr, Ali b. Muhammed el-Medâinî, Nasr b. Müzâhim, İbn Ebû Şeybe gibi müelliflerin kaleme aldığı ve hepsi de “Kitâbü’l-Cemel” başlığını taşıyan eserlerin günümüze kadar ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir. Seyf b. Ömer el-EsedFnin Cemel Vak’ası’na dair rivayetleri Ahmed Râtib Armüş tarafından derlenerek el-Fitne ve Va/cV tü’1-cemel adıyla yayımlanmıştır. Muhammed b. Zekeriyyâ el-Gallâbî’nin Vak’atü’î-cemel’i bu konuda günümüze ulaşan nâdir eserlerdendir. Cemel Vak’ası’nda önemli rolü bulunduğu kabul edilen Abdullah b. Sebe hakkında yazılan eserler de konuya ilişkin monografilerden sayılır. Seyyid Murtazâ el-Askerî’nin ‘Abdullah b. Sebe, Süleyman el-Avde’nin ‘Abdullah b. SebeD ve eşe-ruhû fî ahdâşi’l-fitne fî şadri’l-İslâm adlı eserleri bunlar arasında sayılabilir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi