Delâilü’n-Nübüvve. Peygamberlik müessesesini, özellikle Hz. Muhammed’in peygamberliğini ispatlamak amacıyla yazılan eserlerin ortak adı.
“Bilinmeyen şeyin öğrenilmesini sağlayan bilgi, kılavuz’ anlamındaki delilin çoğulu olan delâil ile “peygamberlik” anlamındaki nübüvvet kelimesinden oluşan delâilü’n-nübüvve, terim olarak bir peygamberin bizzat gösterdiği veya peygamberliğine alâmet olmak üzere kendisi dışında meydana gelen tabiat üstü olayları konu edinen, peygamberin getirdiği ilkeleri ilmî tahlillere tâbi tutarak bunların İlâhî kaynaklı olduğunu, dolayısıyla o peygamberin de hak peygamber olduğunu ispatlamayı amaçlayan eserleri ifade eder. Peygamberlerin gerçekleştirdiği tabiat üstü olaylar, benzerlerini meydana getirme açısından muhataplarını âciz bıraktıkları İçin mucize, nübüvveti kanıtladıkları için de delil-delâil diye adlandırılır. Peygamber olacak kişinin doğumu sırasında veya nübüvvetle görevlendirilmesi esnasında meydana gelen harikulade olaylar nübüvvetin delillerinden sayılmakla birlikte mucize olarak isimlendirilmez. Ebû Hatim er-Râzî”-ye göre bu iki türe giren olayların tamamına “işaretler ve alâmetler” anlamında a’lâm denilir. Bunlara ayrıca “deliller” mânasında olmak üzere âyât ve şevâhid adı da verilir. Ebü’l-Hasan el-Eş’arî ise a’lâm terimini mucize ile birlikte ve daha geniş bir anlamda kullanır. İslâm âlimleri, mutlak olarak nübüvvet müessesesini ve özellikle Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispatlamak amacıyla yazdıkları bu tür eserlere a’lâmü’n-nübüv-ve yanında delâilü’n-nübüvve adını vermek suretiyle hem bizzat peygamber-lerce gösterilen mucizeleri, hem de kendileri dışında meydana gelen harikulade olayları delâil kapsamına almışlardır. Nitekim İbn Teymiyye, delâilü’n-nübüvve ve a’lâmü’n-nübüvve tabirlerinden her birinin diğerinin yerinde kullanılabileceğine işaret etmektedir. Nübüvvetin ispat edilmesi amacıyla yazılan eserler bu iki isim dışında çeşitli adlarla da anılmıştır. “Peygamberliğin kanıtlanması” anlamında kullanılan isbâtü’n-nübüvve, isbâtü’r-risale, tesbî-tü delâili’n-nübüvve ile “nübüvvetin delilleri” anlamındaki hucecü’n-nübüvve, âyâtül n – nübüvve, şevâhîdü’n-nübüvve, alâmâtü’n-nübüvve, meâricül n-nübüvve, emârâtü’n-nübüvve ve el-hasâisü’n-nebeviyye bunların başlıcalarıdır. Beşâi-rü’n-nübüvve tabiri ise genel olarak “Hz. Muhammed’in nübüvvetini doğrulayan belgeler”, Özel olarak da “önceki kutsal kitaplarda onun peygamberliğini müjdeleyen metinler” anlamında kullanılır.
Taşköprizâde, metafiziğin bölümleri içinde mucizelerin peygamberliğe delil oluşu keyfiyetini, mucizelerle sihir vb. harikulade olaylar arasındaki farklan incelemeyi konu edinen “emârâtü’n-nübüvve” adlı müstakil bir ilim dalının bulunduğunu belirtmekteyse de Kâtib Çelebi onun bu görüşünü isabetli bulmaz ve sadece peygamberlik müessesesi ile Hz. Muhammed’in nübüvvetini ispatlamak için müstakil eserlerin yazılmasının, bu konunun kelâm ilminden ayrı bir İlim dalı olarak kabul edilmesini gerektirmeyeceğini belirtir. Nübüvvet meselesinin kelâm İlmine ait üç temel konudan birini teşkil etmesi Kâtib Çelebi’nin haklılığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in nübüvvetle görevlendirilmesinden sonra vahye inanmayan çeşitli zümrelerin ortaya çıktığı, bunların arasında yer alan bazı şairlerin şiirlerinde peygamberlik müessesesini tenkit ettikleri bilinmektedir. İslâmiyet’in Arap yanmadasını aşarak hızla yayılmasının ardından Mecusîlik ve Maniheizm gibi eski dinlere, materyalizme veya sadece Tanrı’nın varlığını kabul edip vahyi inkâr eden felsefî akımlara, aynca İslâm dinine mensup olduğu iddiasında bulunan aşırı fırkalara bağlı değişik zümreler bu tenkitlere fikri boyutlar ekleyerek bunları devam ettirmiş, nihayet nübüvvet müessesesi aleyhinde yazılan eserlerle konu İslâm dini için önemsenecek bir problem haline gelmişti. İlk olarak hicri II. (vın.) yüzyılın ikinci yansında başlayıp III. (IX.) ve IV. (X.) yüzyıllarda etkisini sürdürdüğü kabul edilen zındıklık ve ilhâd hareketleri çerçevesinde İbnü’l-Mukaffa’. Abdülkerîm b. Ebü’l-Avcâ, Beşşâr b. Bürd, Ebû îsâ el-Verrâk, İbnü’r-Râvendî, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî gibi âlimlerin nübüvveti felsefî açıdan eleştirenlerin başında geldiği zikredilir. İslâm âlimleri, söz konusu kişilerce ileri sürülen iddialara ve yazılan eserlere erken devirlerden itibaren hem umumi kelâm kitapları içinde, hem de değişik adlarla müstakil eserlerde cevaplar vermişlerdir. Bunun sonucu olarak genellikle delâlilü’n-nübüvve veya a’lâ-mü’n-nübüvve diye bilinen telif türü teşekkül etmiştir. Abdülhalirn Mahmûd, bu tür eserlerin telifini sadece nübüvvet probleminin dinin temel konularından biri olarak telakki edilmesine bağlıyorsa da vahyi inkâr etmek suretiyle peygamberlik müessesesini hiçe sayan akım ve eserlerin etkilerini göz ardı etmek mümkün değildir. Nitekim Ebû Hatim er-Râzfnin, Aclâmü’n-nübüwe adlı eserini vahyi inkâr eden filozof Ebû Bekir er-Râzî’ye reddiye olarak yazdığı bilindiği gibi Kâdî Abdülcebbâr da aynı konuya dair Teşbîtü delâ’ili’n-nübüvve’sini Hz. Muham-med’in peygamberliğini ispatlamanın yanı sıra onun peygamber olmadığını öne sürenleri reddetmek maksadıyla kaleme aldığını kendisi kaydetmektedir. Son devir âlimlerinden M. Zâhid Kevserî de bu görüşü teyit etmektedir.
Yapılan tesbitlere göre elde mevcut kaynaklar içinde delâilü’n-nübüvve konusuna ilk olarak yer veren İbn İshak olmuştur. İlk müstakil eserleri ise İşbâtü’l-‘ilm cale’n-nübüv-ve ve İşbâtuT-rusül adlarıyla Mu’tezi-ie’den Dırâr b. Amr yazmış, onu el-Hüc-ce ve’r-rusül adlı eseriyle Ebû Bekir el-Esam takip etmiştir. Bişr b. Mutemir’in el-Hücce fî işbâti’n-nübüvve’si, Ebü’l-Hasan el-Medâînî’nin Âyâtü’n-nebî’si, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ın cAlâmâtü şıd-kı’r-Resül’ü, diğer Mu’tezile âlimlerin-ce yazılan fakat günümüze kadar ulaşmayan eserlerdendir. Câhiz’in Huce-cü’n-nübüvve adlı eseriyle bahire, ts.) Kâdî Abdülcebbâr’ın Tesbîtü delâ’iîi’n-nübüvve’si Beyrut, ts .fve el-Muğnî’-nin XV. cildini teşkil eden “en^Nübüvvât ve’l-muccizât”ı ise Mu’tezile âlimlerine ait olan ve günümüze intikal eden başlıca delâilü’n-nübüvve eserleridir. İslâm filozoflarından Kindf nin Risale fî teşbîti’r-rusül, İbn Sînâ’nın Risale fî işbâtî’n-nübüvvât adlarıyla birer risale yazdıkları da bilinmektedir.
Selef âlimlerinden İmam Şafiî’nin 7ş-bötü’n-nübüvve adıyla bir eser kaleme aldığı nakledilir. Buhâri de ei-CdmiVş-şa/uTı’indeki “Kitâbü’l-Me-nâkıb’ın “cAlâmâtü”n-nübüwe fi’l-İslâm” adını taşıyan hacimli babında (nr. 25) konuyla ilgili olarak elliden fazla rivayet kaydetmiştir. Daha sonra ise Ebû İshak el-Cûzcânfnin Emârâtü’n- nübüvve’si zikredilebilir. Bilindiğine göre delâilü’n-nübüvve adını kullanan ilk Selef âlimi Ebû Zür’a er-RâzFdir. Dâvûd ez-Zâhirf’-nin Aclâmü’n-nebî’si, Ebû Dâvûd es-Sicistânînin Delâ’ilü’n-nübüvve’si İbn Kuteybe’nin Aclâmü’n-nübüwe’s (De-lâ’ilü’n-nübüvüe), İbn Ebü’d-Dünyâ, Ca-fer b. Muhammed el-Firyâbî, İbn Hibbân, Taberânî ve Ebû Zer el-Herevfnin Delö’i-lü’n-nübüvve’\eri, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin ed-Dürrü’ş-şemîn fî haşâ’i-şi’n-nebiyyi’î-emîn’i, Takıyyüddin İbn Teymiyye’nin en-Nübüwât’ı ve Süyü-tî’nin eI-Haşâ3işü’l-kübrâ’s Selef âlimlerinin bu konuya dair eserlerinden bazılarıdır.
Eş’ariyye’den peygamberliğin ispatlanmasına ilişkin ilk eser, Ebü’l-Hasan el-Eş’arrnin Delâ3ilü’n-nübüvve’sidir. Eş’ari’den sonra onun mezhebine mensup âlimler aynı konuda farklı adlar taşıyan eserler telif etmişlerdir. Bâkıllânî’nin el-Beyân’, Ebû Ca’fer el-Hemedânı’nin el-İkîîî fî delâ*ili’n~nübüvve’si, Abdülkâhir el- Bağdâdfnin Delâ *i-lü’n-nübüvve’si, Fahreddin er-Râzî’nİn en-Nübüwât’ ve Molla Miskîn’in Me’âri-cü’n-nübüvve’si bunlardan bazılarıdır.
Mâtürîdiyye’nin kurucusu olan Ebû Mansûr el-Mâtürîdi’nin bu konuda müstakil bir eser yazdığı bilinmiyorsa da Kitâbû’t-Tevhîd’inöe nübüvvetin ispatlanması konusuna ayrıntılı sayılabilecek bir şekilde bilgi vermiştir. Ca’fer b. Muhammed el-Müstağfirrnin Delâ3 iîü’n-nübüvve’si. Alâeddin Moğul-tay b. Kılıç’ın A’lâmü’n-nübüvve’si, Nûh b. Mustafa’nın Eşrefti’l-makale fî ma’ne’n-nübüvve’si, İbn Kemal’in Risale fî tahkiki ‘l-mu’tize’si ve Ahmed Mid-hat Efendi’nin Beşâir-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediyye, Mâtürîdî âlimlerince yazılan delâilü’n-nübüvve eserleri arasında sayılabilir. Molla Câmi’nin çeşitli tarihlerde basılan Şe-vâhidü’n-nübüvve*si ile İmâm-ı Rabbâni’nin İsbatü’n-nübüvve’si ise bu hususta sûfîlerce yazılan eserlere ait örneklerdir.
Şiî âlimleri, imamet fikrini temellen-dirme gayesiyle de olsa nübüvveti ispatlamak için çeşitli eserler yazmışlardır. Hâdî-İlelhak Yahya b. Hüseyin’in İsbâ-tü’n-nübüvve’si, İbn Nevbaht’ın el-İhticâc li-nübüvveti’nnebî’si, Nevbahtî’nin Teşbî-tü’i-risale”si ve Ebû Ya’küb es-Sicİstânî’nin İşbâtü’n-nübüvve’si, Şia’nın çeşitli fırkalarına mensup âlimlerin bu türdeki eserlerinden bazılarıdır.
Delâilü’n-nübüvve türündeki eserleri, muhtevalarına ve peygamberliği ispat ediş metotlarına göre iki ana gruba ayırmak mümkündür.
1- Sadece nakle dayanarak nübüvveti mucizeler ve diğer harikulade olaylarla ispatlamaya çalışan eserler. Daha çok Selefiyye’ye bağlı ha-disçiler tarafından kaleme alınan bu grubun en meşhur eserleri. Ebû Nuaym el-İsfahânî ile Beyhakî’nin Delâilü’n-nübüvve adını taşıyan kitaplarıdır. Bu tür eserlerde nübüvvet ve özellikle Hz. Muhammed’in nübüvveti, Kur’an’ın yanı sıra daha ziyade çeşitli rivayetlerle nakledilen harikulade olaylara dayanılarak ispat edilmeye çalışılmış, buna karşılık mucize vb. olayların nübüvvete delil oluş keyfiyeti üzerinde hemen hemen hiç durulmamıştır. Hz. Muhammed gibi ümmî bir insanın ünlü Arap ediplerince bile benzeri getirilemeyen fesahat ve belagat mucizesi niteliğindeki Kur’ân-ı Ke-rîm’i getirmesi, onun cansız varlıklarla konuşması, az miktardaki yiyecek ve içeceği çoğaltması, hastaları iyileştirmesi, geçmiş milletlerle ilgili olarak Ehl-i kitap arasında tartışma konusu olan meselelere ayrıntılı açıklamalar getirmesi, geleceğe dair verdiği haberlerin gerçekleşmesi, geçmiş ilâhî kitaplarda peygamberliğinin müjdelenmesi ve dualarının kabul edilmesi gibi hususlar bu eserlerin başlıca konularını teşkil eder.
2- Peygamberlik müessesesini aklî temellere dayandırarak ispatlamaya çalışan eserler. Bu tür eserler bir taraftan mucizeye aklî bir temel bulmaya çalışırken diğer taraftan vahiy dışındaki bilgi kaynaklarının (akıl ve duyular) bütün varlık ve olayları kuşatacak bir mükemmellikten yoksun olduğunu, bu sebeple de zihinlerde doğan ve hayatta karşılaşılan problemlerin çözülebilmesi için evrensel bir kaynağa ihtiyaç duyulduğunu ispata çalışmışlardır. Söz konusu eserlerde peygamberlerin getirdiği öğretilerin evrenin yaratılış ve işleyişini mantıkî ve tutarlı yorumlara kavuşturduğu vurgulanmış, bu öğretilerin içerdiği İlkelerin gerek fert gerekse toplumun her türlü ihtiyacına cevap verecek nitelikte olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır. Bu tür eserlerin müellifleri peygamberlik müessesesine epistemolojik, ontolojjik ve etik açıdan felsefî yaklaşımlar yapmaya çalışmışlardır. Câhiz’in Hucecü’n- nübüv-ve’si, Ebü Hâtİm er-Râzî’nin A’lâmü’n-nübüvve’sı, Bâkıllânf nin el -Beyân “ı, Kâdî Abdülcebbâr’ın Teşbîtü delâ’ili’n-nübüvve’sl Mâverdfnin A’Iâmü’n-nü-büvve’sl Fahreddin er-Râzrnin en-Nü-büvvâfı. Muhammed RüşdîAbîd’in en-Nübüvve fî dav’i’I-‘ilm ve’l-cakl’, bu gruba dahil olan eserlerin bazı örneklerini oluşturur.
Doğrudan doğruya delâilü’n-nübüvve konusuna ayrılan eserlerin dışında be-şâirü’n-nübüvveye dair eserlerle Hıristiyanlık ve Yahudiliğe karşı yazılan reddiyeler de bu tür içinde değerlendirilebilir. Aii b. Rabben et-Taberî’nin er-Red ‘ale’n-naşârâ’sı ile Kurtubi’nin el-İ’lâm bimâ fî dîni’n-naşâ-râ nüne’î-fesâd ve’l-evhâm’ı bunlara ait örnekler arasında zikredilebilir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi