Defterdar. Osmanlılar’da maliye teşkilâtının başı.
Osmanlılar’da genel olarak diğer devlet müesseseleri gibi defterdarlık da daha önceki Türk ve İslâm devletlerinin müessese ve teşkilâtlarına dayanmaktadır. Defterdar, Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Anadolu Selçuklulan’nda “müstevfî” veya başında bulunduğu divana Divânü’z-zimâm ve’l-İstîfâ dendiği için “sâhib-i dîvân-ı istîfâ” adıyla anılırdı. İlhanlılar maliyenin başındaki şahıs için XIII. yüzyıla kadar “defterdarı-i memâlik” tabirini kullanmışlardır. Müstevfiliğin ihdasından sonra defterdârî-i memâlik ikinci dereceye düşmüştür. Mehmet Zeki Pakalın‘ın, bu tarihî gelişmeye temas etmeden defterdârî-i memâliki eyalet maliye işlerine bakan şahıs olarak göstermesi hatalıdır. Osmanlılar İlhanlılar’daki bu tabiri benimseyerek devletin malî işlerinde birinci derecede sorumlu olan şahsa defterdar demişlerdir.
Osmanlı resmî terminolojisinde Bâb-i Defterî olarak da anılan defterdarlık müessesesinin ne zaman kurulduğu hakkında kesin bilgi bulunmadığı için bu müessese ile uğraşanlar çeşitli tahminlerde bulunmuşlardır. Defterdarlığın kuruluşunu Orhan Bey devrine kadar götürenler varsa da o devirde malî işler için ayrı bir müessese kurulabilecek kadar gelişme olmadığından bu mümkün değildir. Pakalın bazı karinelerden hareketle kuruluşu I. Murad devrine kadar çıkarırken Uzunçarşılı II. Murad devrine ait bazı vakfiyelerdeki şahitler arasında “defterdar” ve “defterî” sıfatını taşıyanların bulunmasına dayanarak defterdarlığın en geç XV. yüzyılın başlarında, belki de XIV. yüzyıl sonlarında var olduğunu ileri sürmektedir. Bu tahminlerin ışığı altında defterdarlığın XIV. yüzyılda kurulduğu söylenebilir. Fâtih Kanunnâmesi’nde defterdarın vazife ve selâhiyetleriyle teşrifattaki yeri tesbit edilmiş olduğuna göre müessesenin XV. yüzyıl ortalarında tamamen şekillenmiş olduğu açıktır.
Başlangıçta sadece bir defterdar varken devletin büyüyüp gelişmesiyle birlikte malî işlerin çoğalması defterdar sayısının arttırılmasını gerektirmiştir. Fâtih Kanunnâmesi’nde “başdefterdar” ve “defterdarlar” tabirlerinin geçmesi, ikinci defterdarlığın bu devirde kurulduğunu göstermektedir. Defterdar sayısı ikiye çıkanlınca biri Rumeli, diğeri Anadolu’nun malî işlerine bakmaya başlamıştır. Ancak Rumeli defterdarı daima Anadolu defterdarından önce gelmiş ve başdefterdar kabul edilmiştir. Yavuz Sultan Selim‘in Doğu Anadolu ve Suriye’yi zaptından sonra ülkeye yeni katlan topraklann malî işleriyle uğraşmak için merkezi Halep‘te olmak Üzere Arap ve Acem Defterdarlığı adıyla yeni bir defterdarlık kuruldu. Kanunî Sultan Süleyman‘ın saltanatının başlarında ise “şıkk-ı sânî” adıyla bir defterdarlık teşkil edilip yalılarla İstanbul’daki mukâtaalar buraya bağlandı. Uzunçarşılı, bu defterdarlığın kuruluşunun 1540-1560 arasında olduğu kanaatine varmışsa da gerek 1524-1525 yılı bütçesinde şıkk-ı sânî defterdarlığından bahsedilmesi, gerekse 1520’li yıllara ait ferman ve beratların arkasında üç defterdar imzasının bulunması, şıkk-ı sânî defterdarlığının en geç 1525’te mevcut olduğu hakkında şüphe bırakmamaktadır. Ayrıca 1567-1568’de biri Rumeli, diğeri Anadolu vilâyetlerine ait olmak üzere İkişer şıkk-ı evvel ve şıkk-ı sânî defterdarlığı tesbit edilmekteyse de diğer kaynaklarda İki şıkk-ı sânî bulunduğuna dair bir kayıt olmadığı gibi ferman ve beratların arkasında üçten fazla defterdar imzasına rastlanmamaktadır. XVI. yüzyılın son çeyreğinde -en geç 1584’te- Tuna yalılanndaki haslar için Tuna Defterdarlığı da denilen şıkk-ı sâlis defterdarlığı kuruldu, ancak bu uzun ömürlü olmadı. Yavuz Selim devrinde kurulan Arap ve Acem Defterdarlığı da II. Selim’in saltanatının ilk yıllarında sırasıyla Diyarbekir, Şam, Erzurum ve Trablusşam’ın bu idarî birimden kopmasıyla beş eyalet defterdarlığına ayrıldığından XVI. yüzyıl sonlarında sadece üç defterdarlık kalmış ve iki asır kadar bu şekilde devam etmiştir. Ancak XVII. yüzyılda bu defterdarlıkların isimlerinde değişiklikler yapıldı. Anadolu defterdarı aynı zamanda “şıkk-ı sânî defterdan” olarak anılırken daha önce şıkk-ı sânî adını taşıyan defterdara “şıkk-ı sâlis” denilmeye başlandı.
XVIII. yüzyıl sonlarına kadar başdefterdarlığın öneminin artması dışında durumda pek değişiklik olmadı. III. Selim devrinde Nizâm-ı Cedîd ordusunun kurulmasıyla bunun malî işlerine bakacak yeni bir hazine ve defterdarlığa lüzum görülerek (1793) bu ordunun başındaki “Talimli Asker Nazırlığı” da uhdesine verilen şıkk-ı sânî defterdan bundan böyle “îrâd-ı Cedîd Nâzın” adıyla anılmıştır. Ancak Nizâm-ı Cedîd ordusu gibi bu müessese de III. Selim’in tahttan indirilip öldürülmesiyle ortadan kalkmıştır.
1795’te Zahire Nazırlığı kurulunca şıkk-ı sâlis defterdarlığı bununla birleştirilmiş, Tersane Hazinesi’nin kurulmasından sonra ise Tersane nâzın şıkk-ı sâlis kabul edilip Zahire nâzırlan şıkk-ı râbi’ derecesine indirilmiştir.
II. Mahmud döneminde Mukâtaat Hazinesi kurulunca başında bulunan vazifeliye yine nazır adı verildi; Mukâtaat Hazinesi, Mansüre Hazinesi adını aldıktan (1834) ve önemi arttıktan sonra başına getirilen şahıs da Mansûre defterdarı olarak anılmaya başlandı. Tanzimat’ın arefesinde müessesede birkaç defa değişiklik yapıldı. 1837 sonlarında Hazîne-i Âmire İle Darphâne Hazinesi birleştirilince başdefterdarlık lağvedilip yeni müessesenin başına getirilen şahsa Darphâne-i Âmire defterdan adı verildi. Şubat 1838’de iki hazine ayrılarak Hazîne-i Âmire Mansûre Hazinesi ile birleştirilip defterdarlık Maliye Nazırlığı haline getirildiyse de ertesi yıl hazineler yeniden aynldiğından Hazîne-i Âmire’-nin başına yine defterdar geçirildi. Fakat 1841’de bu defa kesin olarak iki hazine birleştirildiğinde defterdarlık müessesesi de yerini Maliye Nezâreti’ne bıraktı.
Defterdarın Vazife ve Selâhiyetleri. Fâtih Kanunnâmesi’ne göre defterdar padişahın malının vekilidir. Defterdarın müsaadesi olmadan hazineden tek bir akçe çıkarılmasına dahi izin verilmemiştir. Ancak bu, defterdann harcamalan danışmadan yapacağı mânasına gelmez. Defterdarların arzetmeksizin hazineden verebilecekleri miktar 2 akçeyi geçemezdi. Maliye ile ilgili hükümler defterdar tarafından yazılırdı. Defterdarlar Dîvân-ı Hümâyun üyesi olup malî konularla ilgili davalar başdefterdar tarafından görülür ve hükümlerin yazılması için gerekli buyruldular yine onun tarafından verilirdi. Başdefterdarlar. verecekleri kararlarda ve padişaha sunacaktan hususlarda daima sadrazama danışarak rızasını almak mecburiyetindeydiler. Gizliliği olan meselelerde defterdar sadrazamla özel olarak konuşur, bu nevi konuşmaların vezirler tarafından bile duyulmamasına itina edilirdi. Diğer defterdarla-nn divanda fazla bir rolleri yoktu. Ancak başdefterdann ordu ile sefere iştiraki halinde Anadolu defterdan ona vekâlet eder, şıkk-ı sânî defterdan ise yanında bulunurdu. Defterdarlar divan üyesi olarak vezirlerle birlikte salı günleri arza girer, ulufe dağıtılacağı günler ulufe telhisini okur, yılda bir defa padişaha bütçeyi sunarlardı; daha sonra da kendilerine hil’at giydirilirdi. Bu hususta Fâtih Kanunnâmesi’nde, “Yılda bir kere rikâb-i hümâyûnuma defterdarlanm îrâd ve masrafım okuyalar. Hİl*at-i fâhireler giydirile.” şeklinde bir madde bulunmaktadır. Defterdarlar çavuşluk, sipahlık, kâtiplik tevcihi hususunda arzda bulunabilirlerdi.
Defterdann, kârlarını arttırmak için halka zulmetmekten çekinmeyen mültezimler hususunda son derece dikkatli olması ve gereğinde sadrazama arzederek cezalandınlmalannı sağlaması icap ediyordu. Özellikle hazineye girecek paranın tam ayar olduğunun tesbiti hassasiyet gösterilmesi gereken konulardan biriydi. Bunun için defterdann hazineye “yakmadan” (sahih olup olmadığını kontrol etmeden) para sokmaması ve darphâneyi yoklaması, aynca hazineden emeklilik vermemeye çalışması gerekliydi.
Başdefterdar, konağında da divan akdederek malî konular hakkında dava dinlerdi. Sefere gidildiğinde ise hazine çadırı -padişahların sefere gittiği zamanlarda- padişah otağının önünde kurulur ve defterdar burada dava dinlerdi. Defterdarlar, kendi kalemlerinden çıkan evraka “kuyruklu imza” denilen imzalarını koyarlardı. Muameleli evrak üzerindeki defterdar imzaları ise kuyruksuz olurdu. Ayrıca maliyeden yazılan ferman ve beratların arkasına kanuna göre her üç defterdarın imza atması gerekliydi. Fiilen bir ile üç arasında değişen ve kâğıdın ön yüz yazısının ters istikametine konulan bu imzalar. XVII. yüzyıl ortalarına kadar yan yana olup başdefterdarınki kâğıdın orta yerinde bulunur, diğerleri sola doğru kayardı. Sultan İbrahim devrinden itibaren kuyruklu imza atma hakkı sadece başdefterdara tanındıktan sonra ferman ve beratların arkalarındaki imzaların sayısı ve yerleri de değişmiş, biri kâğıdın üst kenarına yakın olmak üzere alt alta atılan iki imzadan başdefterdara ait olan alttakine kuyruk konmuştur.
Defterdarların idaresi altındaki kalemler ayrılmış olup bunlar birer kalem şefinin başkanlığında olmak üzere muhasebe, mukâtaa. mevkufat, varidat kıla’ tezkireciliği ve tezkire-i ahkâm kalemleriydi.
Doğrudan doğruya başdefterdara bağlı olarak icra ve tahsilde bulunan memurlar ayrı bürolarda görev yaparlardı. XVII. yüzyılda bunlar başbâki kulu, cizye başbâki kulu, veznedarbaşı, sergi nazırı ve sergi halifesi olup her birine bağlı birçok memur borçların tahsili, tahsilat ve tediyenin kontrolü, sikkelerin ayarı ve hazine muamelâtının defterlerini tutmak gibi görevleri yerine getirirlerdi.
XVIII. yüzyılda beş defa başdefterdarlık makamına getirilmiş olan Sarı Mehmed Paşa defterdarın haysiyet, vakar ve istikamet sahibi, dindar, devlet malının toplanmasında biigiü olması gerektiği üzerinde durur. Ona göre ehil olmayanlar kayırma veya rüşvet yoluyla bu mevkiye getirilmemelidir. Devlet hazinesinin korunması çok mühim bir konu olduğundan defterdarın, hazineyi kendi çıkarları uğruna zayıf düşüreceklere karşı dikkatli ve tedbirli olması gerekir. Defterdarlar tamah ve garazdan da uzak olmalı, devletin kendilerine tahsis ettiği meblağlarla yetinmeli, özellikle rüşvete yanaşmamalı, hazinenin gelirini arttırmak, buna karşılık masrafını azaltmak için gayret sarf etmelidirler. Öte yandan defterdarın rahat çalışabilmesi için sadrazam tarafından kendisine malî konularda tam bir serbestiyet verilmeli, kethüda ve diğer yakınlarının esiri edilmemelidir. Rüşvet almak için sık sık defterdar değiştirilmesi maliyeyi içinden çıkılmaz durumlara sokar. Defterdar hakkında çıkarılan dedikodulara da aslı araştırılmadan rağbet edilmemeli ve azil yoluna gidilmemelidir. Herhangi bir sebeple azledilen bir defterdarın daha önce maiyetinde bulunan kimselerin emrinde çalıştırılmaması da dikkat edilmesi gereken hususlardandır.
Fâtih Kanunnâmesi’ne göre defter emini ve şehremini, 300 akçe kadılar ve reîsülküttâblar defterdarlığa getirilebilirdi. Başdefterdarlığa ise mal defterdarları tayin edilebilirdi. Mal defterdarlarına 450.000 akçelik sancak verilir ve doğrudan doğruya vezirliğe yükseltilebilirlerdi. Defterdarlara 600.000 akçelik has, 150.000-240.000 arasında sâlyâneye verilir, başdefterdar 90.000. mal defterdarları 80.000 akçe ile emekliye sevkedilirlerdi. Has tevcihlerinde defterdarın yük başına 1000 akçe “imza hakkı”, hazineye para tesliminde binde yirmi kesr-i munzam alma hakkı olduğu gibi havâss-ı hümâyun (padişah hasları) aşarından da kendisine yiyecek yardımında bulunulurdu. Ayrıca defterdarın maiyetindeki kâtiplere de “kitabet hakkı” verilirdi.
Dîvân-ı Hümâyun üyesi olan defterdarların Kubbealtı‘ndaki mevkileri sadrazamın sol yanında ve maliye kâtiplerinin oturdukları bölmeye bitişik olan tarafta idi. Toplantıların bitiminde yenilen yemekte başdefterdar sadrazamın sofrasında yer alırken diğer defterdarlar vezirlerle beraber ayrı bir sofraya otururlardı. Padişahın huzurunda yapılan merasimlerde padişah, vezirlerde olduğu gibi başdefterdarın tebriklerini de ayakta kabul ederdi. Defterdarların teşrifattaki yeri kazaskerlerin altındaydı.
Başdefterdar paye ve itibarda nişancı İle eşit sayıldığından teşrifatta kıdemlerine bakılırdı. Defterdarlara gönderilen hükümlerde kullanılan elkâb da Fâtih Kanunnâmesinde tesbit edilmiş olup hükmün divan veya maliyeden yazılmasına göre değişiklik gösterirdi.
Kenar ve Timar Defterdarları. Eyaletlerdeki malî İşler, eyalet defterdarı veya kenar defterdarı denilen vazifeliler tarafından görülürdü. Bu defterdarlıklar da merkezdekinin küçük birer modeli gibi teşkilâtlanmış olup tezkireci, muhasebeci, veznedar, mukabeleci, rüznâmeci gibi şef durumundaki vazifeliler ve bunların maiyetinde kâtipler bulunurdu.
Timar defterdarı ise vilâyetlerde timar işleriyle uğraşan defterdarlardı. Bir nevi nüfus ve vergi sayımı olan tahrirlerde vazife aldıkları gibi timarlarla ilgili diğer hususlar da bunlar tarafından görülürdü. Bundan dolayı son derece dürüst ve namuslu kimselerden seçilirlerdi.
Diyanet İslam Ansiklopedisi