93 -Doksanüç- Harbi Nedir, Nedenleri, Sonuçları, Hakkında Bilgi

Doksanüç Harbi. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı.

Rusya 1856 Paris Antlaşması’ndan son­ra Osmanlı Devleti’ne karşı takip ettiği panslavizm siyasetiyle Balkanlardaki Slav ahali üzerinde faaliyetlerini arttırdı. Fran­sa’nın Almanya karşısında yenilmesin­den (1870) sonra Avrupa dengesinde or­taya çıkan durumdan faydalanan Rus­ya. Paris Antlaşması’nın kendisiyle ilgili hükümlerinden kurtulmayı başardı ve Osmanlı Devleti’ne karşı daha aktif bir siyaset takip etmeye başladı. Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi anlamına gelen Şark meselesini halletmek üzere destekledi­ği ve silâh yardımında bulunduğu Bal­kan milletlerini isyana teşvik etti. Bu yüzden ortaya çıkan Hersek ve Bulgar isyanlarını istismar ederek Babıâli’yi Av­rupa siyasetinde yalnız bırakmak için yoğun bir faaliyete girişti. Özellikle 1876 Mayısında meydana gelen Bulgar isya­nında on binlerce Bulgar’ın Türkler ta­rafından katledildiğini iddia ederek ha­diseye dinî bir mahiyet kazandırdı. Za­ten dış borçların ödenememesi mesele­si yüzünden Avrupa umumi efkârı da Türkler’e karşı infial içinde bulunuyordu. Rusya’nın tahrikleri neticesinde İngilizler de buna katılınca Osmanlı Devleti Bulgar katliamı iddialarının faili olarak Avrupa siyaset sahnesinde yalnızlığa itildi.

Diğer taraftan Rusya Babıâli’nin başı­na yeni gaileler açmak maksadıyla Sır­bistan ve Karadağ’ı Osmanlı Devleti’ne karşı harbe şevketti. Fakat muharebe­lerin Osmanlı ordularının galibiyetiyle sonuçlanması üzerine hadiselere diplo­matik yollardan bir çözüm bulmak İçin İngiltere. Fransa, Rusya. Almanya, Avus­turya. İtalya ve Osmanlı Devleti’nin işti­rakiyle İstanbul’da bir konferans düzen­lendi. Daha önce Rus elçi­liğinde belirlenen teklifler, İstanbul Kon-feransı’nda alınan kararlar olarak Os­manlı Devleti’ne bildirildi. Buna göre Os­manlı Devleti Sırbistan ve Karadağ ile antlaşma yapacak ve onlara toprak ve­recekti. Bulgaristan, beşer yıllık süreler­le tayin edilecek birer hıristiyan vali ta­rafından yönetilecek ve muhtariyet ida­resine sahip iki eyalet haline getirilecek­ti. Ayrıca Bulgaristan’da Bulgarca resmî dil olarak kabul edilecek, mahallî milis askeri oluşturulacak, yeni vergi ve mu­hakeme usulü ihdas edilecek, Türk as­keri yalnız büyük merkezlerde bulundu­rulacak, Bulgarlar için genel af ilân edilecek, müslüman ahalinin elindeki silâh­lar toplatılacak ve bu hususların uygu­lanması için milletlerarası bir komisyon görevlendirilecekti. Osmanlı Devleti’nin istiklâline ve toprak bütünlüğüne aykırı olan bu teklifler Babıâli’de kurulan bir genel mecliste müzakere edildikten son­ra reddedildi. Böylece Osmanlı Devleti’­nin içine düştüğü yalnızlığı iyi bir fırsat olarak değerlendiren Rusya, bir taraftan savaş hazırlıklarını hızlandırırken diğer taraftan da muhakkak gözüyle baktığı bir Osmanlı-Rus harbi için Avusturya’­nın tarafsızlığını sağladı. Bu arada ilgili devletler Osmanlı Devleti’ne karşı takip edilecek siyaseti tesbit için Londra’da toplanarak 31 Mart 1877 tarihinde Lond­ra Protokolü’nü imzalamışlarsa da İs­tanbul Konferansı’ndan pek farklı olma­yan bu protokolün kararları da bir sava­şa girmek pahasına Babıâli tarafından reddedildi. Nihayet Avrupa’nın hukuku­nu müdafaa iddiasıyla harekete geçen Rusya, 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilân etti.

Rumî takvime göre 1293 yılına rast­ladığı için Doksanüç Harbi olarak bili­nen bu savaş, daha önce meydana ge­len Osmanlı-Rus savaşları gibi Tuna’da ve Doğu Anadolu’da olmak üzere iki cep­hede cereyan etti. Tuna cephesindeki Os­manlı ordusu, Serdârıekrem Abdülkerim Paşa’nın kumandasında Tuna nehrinin sol kıyısını birinci müdafaa hattı kabul ederken ikinci müdafaa hattını da Bal­kan dağlan meydana getirmişti. Bu cep­hede doğrudan doğruya savaşa katılan ve mevcudu yaklaşık 180.000 kişi olan Osmanlı kuvvetleri, merkez karargâh Şumnu da dahil olmak üzere Silistre, Totrakan. Rusçuk, Ziştovi ve Vidin’de top­lanırken Rus Baltık donanmasının Ak­deniz’e İnebileceği ihtimaline karşılık Ça­nakkale Boğazı tahkim edildi. Buna mu­kabil Grandük Nikola’nın kumandasında ve yaklaşık 160.000 kişiden ibaret olan Rus ordusu Romanya sınırında toplanmış­tı, Doğu Anadolu cephesinde ise 55.000 civanndaki Osmanlı ordusu Ahmed Muh­tar Paşa’nın idaresinde Ardahan – Doğu-bayazıt arasında mevzilenirken 120.000 kişiden meydana gelen Rus ordusunun başında General Melikof bulunuyordu.

Savaşın başlaması ile birlikte Romanya topraklarına giren ve bu prensliği kendi tarafına çeken Ruslar, biri Dobruca, di­ğeri Bükreş istikametinde olmak üzere iki koldan ilerleyerek ve Tuna nehrini Rusçuk-Niğbolu arasından geçerek 27 Haziran’da Ziştovi’yi, 1 Temmuz’da da Tırnova’yı ele geçirdiler. Ruslar’ın bu ilerleyişi sırasında, tahliyesi gerektiği hal­de bu hususa itina gösterilmediği için Niğbolu bir müddet müdafaadan son­ra düşmana teslim oldu. Diğer taraf­tan Balkan geçitlerinden olup strate­jik önemi bulunan Sıpka’daki Osmanlı kuvvetleri Ruslar’in birçok saldırısına şiddetle karşı koydularsa da yenilecek­lerine kanaat getirince gizlice çekilmek suretiyle 19 Temmuz’da bu geçidi tahli­ye ettiler.

Ruslar’ın arka arkaya gelen bu başa­rılan, İstanbul’da büyük heyecan uyan­dırırken saltanat merkezinin Bursa’ya nakledileceğine dair haberler dahi ya­yıldı. Ayrıca askerî harekâtın savaş tek­niğine göre yürütülmediği kanaatiyle sa­vaşın başşehirde kurulan bir askerî mec­lis tarafından idaresine karar verildi. Bu arada Serasker Redif Paşa ile Serdârı-ekrem Abdülkerim Paşa görevlerinden alınarak dîvânıharbe sevkedildiler.

Bu gelişmelerden sonra Abdülkerim Paşanın yerine Tuna ordusu kumandan­lığına getirilen Mehmed Ali Paşa’nın Rus­çuk üzerine yürüyen Grandük Nikola kuv­vetlerini mağlûp etmesine karşılık Ge­neral Gurko da 22 Temmuz’da Eskizağra’yı ele geçirdi. Karadağ tarafındaki kuv­vetlerle Eskizağra’ya gelen Süleyman Paşa ise General Gurko’yu yenilgiye uğ­rattığı gibi Balkan dağlarının güneyinde ve Rus İşgali altında bulunan yerleri de geri almaya muvaffak oldu. Daha sonra Şıpka Geçidi’ni geri almak istemesine ve bu maksatla 21 Ağustos’tan itibaren başlattığı taarruz harekâtında taraflar arasında şiddetli mücadeleler cereyan etmesine rağmen bu geçidi ele geçir­mek mümkün olmadı. Diğer taraftan muharebeler başladığından beri Vidin’­de bulunan Osman Paşa 18 Temmuz’da Plevne’ye gelerek bu müstahkem mevkii geri aldı. Bunun üzerine Plevne’yİ tek­rar ele geçirmek için Ziştovi’den gelen Rus kuvvetleri iki defa taarruzda bulun-dularsa da gördükleri mukavemet so­nucunda ağır kayıplar vererek geri çekil­mek zorunda kaldılar. Bu mağlûbiyetten sonra Tuna cephesindeki mücadele Plev-ne’de düğümlendi ve Rus Çarı II. Alek-sandr Romanya’dan yardım istemek zo­runda kaldı. 1877 Eylülünde Rus-Rumen kuvvetlerinin Plevne’ye karşı ortaklaşa giriştikleri saldırılar ise her defasında sonuçsuz kaldı. Bu müdafaa İstanbul’­da memnuniyetle karşılandı ve Sultan II. Abdülhamid kendisi için aldığı “gazi” un­vanını Plevne kahramanı Osman Paşa ve Doğu Anadolu cephesi kumandanı Ah­med Muhtar Paşa’ya da verdi. Bu arada 15 Ekim’de Tuna ordusunun kuman­danlığına Süleyman Paşa getirildi.

Tuna cephesindeki muharebeler bu şekilde devam ederken Doğu Anadolu’­da da Kars, Doğubayazıt ve Ardahan’a doğru üç koldan ilerleyen Ruslar 30 Ni-san’da Doğubayazıt’ı ele geçirdiler. Ge­neral Melikof un idare ettiği kuvvetler de şiddetli mücadelelerden sonra Arda­han’a girdiler. Buradan da Erzurum üze­rine yürüyen Ruslar İS Temmuz’da mağ­lûp edilerek sınır dışına atıldılar. Fakat General Lazarof kumandasında ağustos­ta yeniden saldırıya geçen Ruslar 18 Ka-sım’da Kars’ı ele geçirdiler. Bunun üze­rine daha uygun bir savunma için Erzu­rum’a çekilen Osmanlı kuvvetleri Azizi­ye tabyalarında Nene Hatun’un ahaliyi teşvikiyle büyük bir mukavemet örneği ortaya koydular.

Diğer taraftan Plevne’de takılıp kalan Ruslar, 40.000 kişilik Osmanlı askerine karşılık Rusya’dan yeni kuvvetler getir­terek mevcudu 125.000’e çıkardılar. Ağır kış şartlarının yanı sıra yiyecek husu­sunda da büyük bir sıkıntı içerisinde bu­lunan Plevne müdafileri, Grandük Niko-la’nın teslim olma teklifini reddetmekle birlikte zamanın aleyhlerine cereyan et­tiğine kani olarak bir yarma harekâtı İle düşman çemberini aşmak istediler. Bu maksatla 10 Aralık 1877 tarihinde kuv­vetlerini ikiye ayıran Osman Paşa, birinci grup düşman mevzilerini ele geçirinceye kadar ikinci grubun bu taarruzu himaye etmesi ve daha sonra onların da ileri çı­karak düşman çemberinin birlikte aşıl­masını ön gören bir planı uygulamaya ka­rar verdi. Birinci grubun başında hareke­te geçen Osman Paşa Rus mevzilerini ele geçirmişse de planın farkına varan düş­manın müdahalesi ikinci grubun mevzi­lerinden çıkmalarına imkân vermedi. Bu durum karşısında yoğun bir ateş altın­da kalan Osman Paşa geri çekilmek isterken atının vurulup kendisinin de ya­ralanması üzerine teslime mecbur oldu.

Plevne’nin düşmesinden sonra Sırbis­tan da Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilân etti ve Rus kuvvetlen Edirne üzeri­ne yürümeye başladı. İstihkâmları mü­kemmel olan Edirne, Ptevne gibi Ruslar’a uzun süre karşı koyacak bir başka mü­dafaa mevkii olabilecek durumda iken Vali Eyüp Paşa mühimmat depolarını tah­rip ederek geri çekilince şehir 20 Ocak 1878 tarihinde düşmana teslim oldu. Bu gelişmeler üzerine Babıâli, mütareke için savaşın başından beri tarafsızlıklarını de­vam ettiren Avrupa devletlerinin ara bu­luculuğunu istediyse de hiçbirisi olumlu bir cevap vermedi. Neticede Sultan li. Abdülhamid bizzat Rus çarından müta­reke talebinde bulundu. Bu arada Mec-lis-i Meb’ûsan’da da bu mağlûbiyetin se­bepleri üzerinde şiddetli tartışmalar ce­reyan ediyordu. Öte yandan, Rus ordu­larının bu ilerleyişi karşısında ne yapıl­ması gerektiğini tesbit için Yıldız’da pa­dişahın da katıldığı bir fevkalâde meclis toplandı. Fakat burada devletin içerisin­de bulunduğu buhrana çare olabilecek herhangi bir karar alınamadığı gibi mec­lis üyelerinden bazılarının yenilginin so­rumlusu olarak padişahı göstermek hu­susunda ısrarları üzerine II. Abdülhamid önce toplantıyı terketti, daha sonra da Meclis-i Meb’ûsan’ı kapattı.

Mütareke teklifinin kabulü İle Osman­lı Devleti’ni Server ve Nâmık paşaların, Rusya’yı ise Grandük Nikola’nın temsil ettiği görüşmelere Kızanlık’ta başlandı ve Edirne’nin teslim olması üzerine bu­rada devam edildi. 31 Ocak 1878 tari­hinde imzalanan Edirne Mütarekesi” ne göre düşman kuşatmasına karşı dire­nen Erzurum Ruslar’a teslim edilecek, İstanbul Konferansında belirtilen sınır­lardan daha küçük olmamak şartıyla muhtar, milis teşkilâtı olan ve Babıâli’­ye vergi veren bir Bulgaristan Emareti kurulacak, Sırbistan, Karadağ ve Roman­ya’nın istiklâlleri tanınacak, Rusya’ya sa­vaş tazminatı ödenecek ve Boğazlar üze­rinde Ruslar’a bazı imtiyazlar verilecek­ti. Ayrıca Bosna-Hersek” in muhtariyeti ve Rumeli’deki hıristiyan ahalinin bulun­duğu vilâyetlerde ıslahat yapılması ka­bul edilecekti. Barış görüşmeleri Ruslar’ın karargâhlarını Yeşilköy’e (Ayastefanos) nakletmelerinden sonra burada devam etti ve 3 Mart 1878’de Ayastefa-nos Antlaşması imzalandı.

Doksanüç Harbi, kuvvetlerin geniş bir alana yayılması, kumandanlar arasında­ki irtibatsızlık, harekâtın İstanbul’dan idaresi, malzeme ve mühimmat noksan­lığı. Karadeniz’deki donanmanın hiçbir varlık gösteremeyişi gibi sebepler yüzün­den Osmanlı ordularının yenilgisiyle so­nuçlanmış ve Osmanlı Devleti’ni siyasî, askerî, sosyal ve iktisadî bakımdan bü­yük ölçüde etkilemiştir. Zira bu savaşın sonunda özellikle Bulgaristan’daki Türk ahali, gerek katledilmek gerekse göçe zorlanmak suretiyle, yüzyıllarca vatan olarak yaşadıkları topraklarından uzaklaştırılmışlardır. Ruslar ve Bulgarlar ta­rafından ortaklaşa uygulanmaya konu­lan ve tam bir Türk imhası olan bu ha­reket yüzünden İstanbul’daki muhacir­lerin sayısı yüz binlerle ifade edilir olmuştur. Her türlü imkânsızlığa rağmen hayatta kalmaya çalışan bu muhacirler, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kurulup Sultan II. Abdülhamid’e izafeten Hamidiye olarak adlandırılan köylere yerleş­tirilmişlerdir.

Bu arada yenilgiye sebep oldukları ka­naatiyle muharebeler sırasında görev alan bazı kumandanlar, kurulan Anadolu ve Rumeli dîvânıharplerinde muhakeme edi­lerek çeşitli cezalara çarptırılmışlardır. Di­ğer taraftan saltanatının ilk yılında Meşrutiyet’i ilân eden II. Abdülhamid, bu sa­vaşın sebep olduğu buhran yüzünden Meclis-i Meb’ûsan’ı kapatmak zorunda kalmıştır. Bu arada Ali Suâvi, İstanbul’da toplanan Balkan muhacirlerinden bir gru­bun desteğiyle, padişahı tahttan indirip yerine V. Murad’ı geçirmek için Çırağan Sarayı’na bir baskın düzenlemiştir. Ay­rıca bu savaş yüzünden Osmanlı Devleti”nin Rusya’ya ödemek zorunda kaldığı 802.500.000 franklık harp tazminatı devlet için önemli bir maddî külfet olur­ken Ayastefanos Antlaşması’nın ağır hükümlerinden kurtulmak için İngiltere’nin yardımını sağlamak maksadıyla Kıbrıs’ın idaresi İngiltere’ye bırakılmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski