Devran. Sûfîlerin yalnız başına veya topluca vecde gelip dönerek zikir yapmaları anlamına gelen tasavvuf ve mûsiki terimi.
Bir vaazın, okunan Kur’an âyetlerinin veya ilâhinin etkisiyle duygulanan ve coşan bir sûfînin çok defa gayri ihtiyarî olarak yerinden fırlayıp dönmeye başlamasına devir, devran, deveran, çarhet-me, hareket kıyam ve semâ gibi isimler verilmiştir. Devran bir sûfınin tek başına dönmesiyle olduğu gibi bazan derviş cemaatinin topluca ayağa kalkıp dönmesiyle de gerçekleşir. Bu olay sûfînin iradesi dışında meydana gelirse mutasavvıflar bunu makbul bir hal sayarlar. İradeli olarak yapılan devran ise özellikle İlk sûfîler tarafından pek hoş karşılanmamışsa da daha sonra tarikat mensupları arasında usulüne uygun ve samimi olarak uygulanması şartıyla bunda bir sakınca görülmemiştir.
Devranın saikı kalbe gelen vârid ve cezbedir. Sûfî bazan tasavvuf meclislerinde Kur’an. vaaz ve özellikle ilâhi dinlerken kendisine gelen vâridlerin (varidat) tesiriyle duygulanıp heyecanlanır. Bu durumda mümkün olduğu kadar heyecanını belli etmeden sükûn halini muhafaza etmesi tasavvuff edeptendir. Fakat vârid güçlü, sâlik de çok duyarlı ise sükûnetini muhafaza edemeyip sallanmaya başlar; bazan elinde olmaksızın yerinden sıçrar ve coşarak dönmeye başlar; bazan da yere yığılıverir. Heyecanı geçince sakinleşir ve sessizce yerine oturur. Tek başına deveran eden derviş çok defa bulunduğu noktada, bazan Mevle-vîler gibi bir daire oluşturacak şekilde döner. Toplu olarak gerçekleştirilen devranda dervişler bir halka oluşturarak dönerler. Mevlevî semâmda olduğu gibi bunun belli bir zeminde belli bir düzen içinde belli daireler üzerinde dönülerek gerçekleştiği de olur. Bir dervişin devrana başlaması için sûfîler meclisinde veya tarikat âyininde bulunması gerekmez; işittiği herhangi bir söz veya sesin tesiriyle de coşup devretmeye başlayabilir.
Kuşeyrî, IV. (X.) yüzyılda yaşayan Cehm ed-Dukkî adlı sûfînin sûfîler meclisinde coşup devran yaptığını kaydeder. V. (XI.) yüzyılda yaşayan Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr’ın İse sabaha kadar süren semâ meclisleri düzenlediği, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kuyumcular çarşısından geçerken çekiçlerin çıkardığı sese kendini kaptırarak sokakta deveran etmeye başladığı bilinmektedir.
Devran, Melâmiyye ve Nakşibendiyye dışında mutasavvıfların çoğu tarafından kabul edilip uygulanmıştır. Ancak devranla (hareket) sükûn hali mukayese edilip aralarında bir tercih yapma cihetine gidildiği de olmuştur. Bazı mutasavvıflar hareket, bazıları ise sükûn halinde olmayı tercih ederken tercihlerinin içinde bulunulan şartlara bağlı olduğunu söyleyenler de vardır. Ebû Saîd el-A’râbî hareketin varide bağlı olduğunu, bazı vâridlerin hareket, bazılarının sükûn tesiri yaptığını söyler. Başka bir açıklamaya göre sâlik ya istitâr (perdenin çekilmesi) veya tecellî (perdenin kalkması) halinde bulunur. Birinci halde iken hareket etmesi, ikinci halde İken sükûnet halinde bulunması gerekir. Bununla beraber hareket zaaf ve acz. sükûn kemal işaretidir.
Kâdiriyye, Rifâiyye, Mevleviyye. Süh-reverdiyye, Çiştiyye, Halvetiyye başta olmak üzere hemen bütün tarikatlarda devranî zikre büyük önem verilmiş ve tarikatın bir esası haline getirilmiştir. Mevlevîlik’te adını Sultan Veled’den alan üç devir (edvâr-ı selâse) vardır. Bu devir, dervişlerin düzenli ve edalı bir şekilde semahanede üç defa dolaşmalarından ibarettir. Devirlerden her birinde belli selâmlar ve dualar okunarak devranın önemine ve insan tabiatıyla olan ilişkisine işaret edilir. Hem kendi eksenlerinde hem de semahanede belli daireler üzerinde dönen Mevlevîler şeyhi kutba, semâzenleri de bu kutub çevresinde dönen yıldızlara benzetirler.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Hak talibi olanların sülük esnasında iki yol takip ettiklerini, bunlardan uzun ve doğru olan yola “müstatil tarik”, daire şeklinde olana da “devri tarik” denildiğini kaydederek devri tariki tutanları müstatil tariki tutanlara tercih eder. Zira müstatil tarik mensupları sülük esnasında hangi noktaya ulaşırlarsa ulaşsınlar Hakk’ı onun ötesinde görürlerken devrî tarik sahipleri her mertebede, her yerde Hakk’ı hâzır ve nazır bulurlar. Bunların seyirleri Hak’tan Hakk’a Hak ile Hak’tadır. Mevleviler Hakk’ın inayeti, mürşidin de himmetiyle tutulan ve sâliki vahdet-i vücûdun sırrına erdiren bu yolu benimsemişlerdir. Ayrıca Mevleviler, bayramlarda tebrik töreni için teşkil ettikleri halkaya “devr-i kebîr” derler.
Kadiriyye, bilhassa Halvetiyye ve onun çok sayıdaki kolları “darb-ı esma” dedikleri devrana büyük önem verirler. Hal-vetîler enfüsten âfâka (içten dışa) doğru olan devre “devr-i suğrâ”, âfâktan en-füse doğru olan devre “devr-i kübrâ” derler. Cerrahîler, Şeyh Vefâ’nın Nûreddin Cerrâhfye İlham ettiğine inandıkları “hay hay hû”yu okuyarak gerçekleştirdikleri “Vefa devrFne özel bir önem verir, ayrıca “devr-i Vele-dfyi de uygularlar.
Mutasavvıflar, döne döne zikretme ve bu yoldan Hakk’a erme gayesi taşıyan devranın tabii ve ilâhî nizama uygun bir davranış olduğunu anlatmak için feleklerin döndüğünü, hatta âlemde bulunan her şeyin dönmekte olduğunu, meleklerin arş etrafında(Bk. Zümer 39/75), hacıların Kabe çevresinde dönerek ibadet ettiklerini, bundan dolayı sülük ehlinin ilâhî cezbeye kapılıp dönmesinin tabii bir şey olduğunu söylerler. Tarikat mensupları devrana büyük rağbet gösterdikleri için Batılı araştırmacılar onlan “dönen dervişler” şeklinde adlandırmışlardır.
Devranî zikrin tarikat mensupları arasında giderek yaygınlaşması zahir ulemâsının tepkisine yol açmış, bu uygulamayı reddetmek için çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Takıyyüddin İbn Teymiyye, Birgivî, Kemalpaşazâde ve Ebüssuüd Efendi gibi ünlü âlimler devran karşısındaki tepkilerini sert şekilde ortaya koymuşlar, bazıları daha da ileri giderek raks ve devranı helâl sayanların kâfir olacağını iddia etmişlerdir. Saçaklızâde Mehmed ve İbrahim Halebî raks ve devrana şiddetle karşı çıkmışlar, döne döne zikir yapmanın dini oyun ve oyuncak haline getirmekten başka bir şey olmadığını söylemişlerdir.
Zenbilli Ali Efendi bir risalede devranı savunurken Kemalpaşazâde ve Ebüssuûd Efendi ona karşı çıkmışlardır. Sünbül Sinan, Kemalpaşazâde’ye karşı devranı savunmak için biri Arapça, diğeri Türkçe iki risale yazmıştır. Bununla birlikte Kemalpaşazâde’nin devranın caiz olduğu yolunda bir fetvası vardır; ayrıca devran halinde zikreden tarikat ehline dokunulmasını yasaklayan bir de ferman çıkarılmıştır. Osmanlılarda bazı vaiz ve müftüler tarafından desteklenen ve zaman zaman fiilî müdahalelere varan devran aleyhtarı hareketleri önlemek için devletçe tedbir alınmıştır. Buna rağmen bu konudaki tartışmaların arkası kesilmemiş, devranın lehinde ve aleyhinde pek çok risale kaleme alınmıştır. İmâmiyye Şiîleri de semâ ve devranı red için risaleler yazmışlardır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi