Divanı Kebir Kimin Eseri, Yazarı, Hakkında Bilgi

Dîvân-ı Kebîr. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (ö. 672/1273) divanı.

Mevlânâ Celâleddin Horasan’da şiir söylemek ve yazmaktan daha ayıp bir iş olmadığını, şiir söylemeye kendisini se­venlerin İsteği üzerine başladığını, ülke­sinde kalsaydı ders vermek, kitap yaz­mak ve zâhidlikle vaktini geçireceğini söyler. İlk zamanlarda “tekellüf le şiir söy­lemeye istek duyduğunu, şiirlerinin din­leyenlere tesir ettiğini, daha sonra bu isteğin azaldığını, ancak şiirlerinde yine de o tesirin bulunduğunu bildirir. Mevlânâ’nın ilk döneminde söylediği şiirler Şems-i Tebrızî ile buluşmasından önce­ki devreye ait olmalıdır. Sultan Veled îbtidanâme’ûe, Mevlânâ’nın Şems’ten son­ra kendini şiire verdiğini söylediğine ve diğer şairlerin şiirleriyle velîlerin ilhama dayanan, Kur”an sırlarını açıklayan şiir­lerini kıyasladığına. Enveri ve Zahîr gibi dünyevî şairlerle Senâî, Attâr ve Mevlâ­nâ gibi şairlerin şiirlerini ayrı görmek gerektiğine dair bilgi verdiğine göre Dî­vân-ı Kebirdeki şiirlerin çoğunun Şems ile buluşmasından sonra söylendiğini kabul etmek gerekir.

Mevlânâ’nm Şems ile buluştuktan son­ra şiirlerinde genellikle Şems mahlasını kullandığı, Şems’ten önce yazdığı şiirlerindeki Hâmûş mahlasının da Şems’le il­gili olup olmadığı bilinmemektedir. An­cak Hâmûş mahlash şiirler içinde daha çok zâhidâne olanlarının ilk döneme ait şiirler olması muhtemeldir. Öte yandan bazı şiirlerini yaktığı, sebebi sorulunca da. “Gökten geldi, göğe gitti” dediği şek­lindeki rivayet doğruysa bu şiirler her­halde Şems ile buluşmasından öncesine ait olmalıdır.

Mevlânâ’nın çeşitli yer ve zamanlarda özellikle semâ sırasında duygularını irti­calen dile getirdiği şiirler, “kâtib-i esrar” denilen özel kâtipler tarafından anında kaydediliyor ve söylendikleri aruz bahir­lerine göre düzenleniyordu. Böylece aruz vezninin yirmi bir ayrı bahrinde söylen­miş, her bahri birer divançe teşkil eden büyük bir divan meydana gelmiştir. Ha­lifesi Hüsâmeddin Çelebi. Mevlânâ’ya di­vanlarının sayısının arttığını ve ününün doğuya ve batıya yayıldığını söylerken bahirlere göre düzenlen­miş bu defterleri kastetmektedir. “Şiir de nedir ki ondan söz edeyim, şairlerin hünerlerinden başka hünerim var be­nim” diyen Mevlânâ’nın söylediği şiirle­rin hiçbirini eline kalem kâğıt alarak biz­zat tesbit etmemiş olması, onun şiir söyleme veya yazma endişesi içinde olma­dığını gösterir. Özlü bir bilgiye, çok du­yarlı bir çağrışım yeteneğine, olağan üs­tü ve özgün bir buluş kudretine sahip olan Mevlânâ, günlük olaylardan” etkile­nerek çok defa vecd içinde semâ eder­ken duyduklarını vezin ve kafiye potası­na döküp söylemeye başlardı. Meşnevî’-yi didaktik bir eser sayıp asıl lirik şiirle­rinin Dîvân’üa bulunduğunu söyleyen­ler bulunmakla birlikte bu iki eser ara­sında üslûp, ifade ve heyecan bakımın­dan hiçbir fark yoktur.

Mevlânâ Meşnev/’de olduğu gibi Dî­vân’ûa da Horasan’ın halk Farsça’sını kullanmıştır. Şiirlerine giren Arapça par­çalar ve beyitler halk Arapça’sı olduğu gibi Rumca şiirleri de XIII. yüzyılda Ana­dolu’da konuşulan halk Rumca’sıdır. Böy­le olmakla beraber şiirlerinde âmiyânelik yoktur. Mısra ve beyit yapısı sağlam­dır. Kullandığı kelimeleri değiştirip da­ha güzellerini, daha ahenklilerini bul­maya imkân yoktur. Mevlânâ’ya göre ve­zin, kafiye, hatta söz ve ses mânayı ka­yıtlayan unsurlardır. Mânayı daralttığı için harfi bile kınar: söze sığmayan mâ­nanın vezin ve kafiyeye hiç sığamayaca-ğını söyler. Birçok gazelinde vezinden şikâyet eder. Kafiyeleri çoğunlukla tam kafiye olmamakla birlikte kulağa hoş gelmeyecek kadar bozuk da değildir. Fi­kirlerinde olduğu gibi şiirlerinde de şe­kil ve muhteva bakımından geniş bir hür­riyet havası hâkimdir. Klasik Doğu ede­biyatında mesneviler dışındaki türlerde beyit hâkimiyeti vardır. Bir beytin diğer beyitle anlam ilgisi yoktur. Gazelin belli bir beyit sayısı vardır. Mevlânâ’nın her şiiri ise bir bütündür. İlk beyitte hangi fikri ele almışsa son beyte kadar o fikri işler. Beyit sayısı da belirsizdir: üç dört beyitlik gazellerinin yanı sıra âdeta bir kaside niteliğini taşıyan doksan beyitlik gazellere de rastlanır. İran’ın ünlü ede­biyat tenkitçilerinden AIÎ-i DeşÜ, Seyri der Dîvân-ı Şems adlı eserinde bu hususlar üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur.

Döneminin bütün bilgilerini kavramış, Hint-İran, Yunan-Roma mitolojisini bi­len, yeri gelince âyet ve hadislerden fay­dalanan bir bilgin olan Mevlânâ’nın şiir­lerinde halk unsurlarının önemli bir yeri vardır. Türk atasözleri, gelenekler, töre­ler, halk deyimleri, halk inançları, eski devirlerin kanaatleri, köyler, şehirler ve sokaktaki delilere taş atan çocuklardan rüşvet yiyen kadılara kadar çok geniş bir sosyal çevre divanın panoramasını be­lirler.

Şems’in ona Mütenebbî divanını oku­masını yasaklaması, Mevlânâ’nın Arap edebiyatı ile ne kadar yakından meşgul olduğunu gösterir. Onun İran edebiyatı­nı bütün incelikleriyle bildiği şüphesiz­dir. Şiirleri arasında RûdekTyi, Minûçih-rî’yi. Nâsır-ı Hüsrev’i, hatta Hayyâm’ı, özellikle Senâî ve Attâr’ı hatırlatanlar var­dır.

Çok geniş bir hacme sahip olduğun­dan Dîvân-ı Kebîr adı verilen esere, şi­irlerde genellikle Şems, Sems-i Tebrîzî mahlasları kullanıldığından Dîvân-1 Şems veya Dîvân-ı Şems-i Tebrîzî adı da veril­miştir. Dîvân’ın yazma nüshaları 30.000 beyit ile 50.000 beyit arasında değişir. Asıl muteber nüshaları 43.000 beyitten fazladır. Bu nüshalarda şiirler bahirlere göre sıralanmış, ayrıca her bahirdeki şi­irler kafiyelerine göre alfabe sırasına konulmuştur. Dîvân-ı Kebîr’in be­yit sayısı eski basımlarında 30.000 ile 50.000 arasında değişir. Eserin bazı basımları ile yazma nüs­halarında Sultan Veled, Cemâleddîn-i İs-fahânî, Enverî, Şems-i Tâbesîve Şems-i Meşriki’nin gazellerine de rastlanır. Dîvân ‘daki rubailer genellikle ayrı bir eser olarak derlenmiştir.

Dîvân-ı Kebîr’in ilmî neşri Bedîüzza-man Fürûzanfer tarafından, dokuz eski yazma nüshasından faydalanılmak su­retiyle Külliyyât-ı Şems yâ Dîvân-ı KeMrli-VİII, Tahran 1336-1345 hş. adıyla ya­pılmıştır. Bu neşrin ilk altı cildinde şiir­ler, bahirlerine bakılmaksızın klasik divanlardaki tertip üzere kafiyelerine göre alfabe sırasına konulmuştur. 3229 ga­zel ve terkibibend ihtiva eden bu neşrin VII. cildi nâdir kelimeleri açıklayan söz­lük ile âyet, hadis, kişi adlan, kabile ad­lan, fırka adları, kitap adlan, açıklama, düzeltme ve fihristlerden meydana ge­lir. VIII. cilt rubailere aynlmış olup 1765 rubâî ihtiva eder. B. Fürûzanfer’in neşri esas alınarak Dîvân-ı Kebfr’in İran’da çeşitli baskılan yapılmıştır.

Reynold A. Nicholson ilk defa İngiliz­ce’ye çevirdiği kırk sekiz gazeli metinle­riyle birlikte Selected Poems from the Divan Shams-i Tabriz adıyla yayımlamıştır. Mithat Bahari Beytur, İranlı şair ve tezkire yazan Rızâ Ku-lı Hidâyet Han’ın Dîvân-ı Kebîr’ûen yap­tığı ve Dîvân-ı Şemsü’l-haköyık adını verdiği üç ciltlik antolojiyi Dî­vân-ı Kebîr’den Seçme Şiirler adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı eserden seçip tercüme ettiği 282 gazeli çeşitli konu başlıklanna ayırarak Divân-i Ke­bîr, Gül-deste adıyla yayımlamıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, daha sonra Konya Mevlânâ Müzesi’ndeki 1 Rebîülevvel 770’te istin­sahı tamamlanmış iki ciltlik nüshayı esas alarak tercüme etmiştir. Bu tercüme yazma nüshanın düzenine uyularak ba­hir sırasına göre yapılmıştır.

Dîvân-ı Kebir’deki rubailer Türkiye’­de ilk olarak Veled Çelebi tarafından ya­yımlanmış, 1942 rubâî ihtiva eden bu eseri M. Nuri Gençosman Mevlânâ’nın Rubaileri 1-11 adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir. Hasan Âli Yücel 167 rubâînin tercümesini, Farsça’lan da Latin harfleriyle yazılmış olarak Seçme Rubailer adıyla yayımlamıştır. Asaf Halet Çelebi’nin kendi el ya­zısıyla metin ve tercümesini ihtiva eden 276 rubâî Mevlânâ’nın Rubaileri adıy­la neşredilmiştir. Abdül­baki Gölpınarlı 210 rubaiyi Seçme Rubailer adıyla yayımlamış, da­ha sonra Divân -i Kebîr tercümesine esas aldığı nüshanın sonunda bulunan 1765 rubâîyi Rubailer adıyla tercüme et­miştir. Rubailer son ola­rak Şefik Can tarafından tercüme edil­miştir. 2217 rubâî ihtiva eden bu tercümede rubailerin Farsça metinleri de yer almaktadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski