Ebdan Nedir, Ne Demek, İslamda Ebdan Hakkında Bilgi

Ebdân. Emeğe dayalı iş ortaklığı anlamında İslâm hukuku terimi.

İki veya daha fazla kişinin belli bir iş yapmak üzere kurdukları iş gücü ortak­lığı demek olan ebdân, İslâm hukuku­nun klasik sistematiği içinde akid şir­ketlerinin bir türünü teşkil eder. Bu or­taklığa ebdân (bedenler) şirketi denilme­si, ortaklığın genelde terzilik, tamircilik, demircilik gibi bedenî çalışmaya dayan­ması sebebiyledir. Bu nevi şirkete iş gü­cüne dayalı olduğu için a’mâl, bir sana­tın icrasına dayandığından sanâi’, ortak­lık adına iş kabulünden dolayı tekabbül şirketi de denir. Ancak sadece bedenî çalışma değil fikrî mesai de ebdân şir­ketine konu olabilir.

Ebdân ortaklığı Hanefî, Mâliki. Han-belî ve Zeydiyye hukuk ekollerine göre caiz; Şafiî, Zahirî ve Ca’ferî ekollerine. İmam Mâlik’in talebesi Leys b. Sa’d’e ve bir rivayette Ebû Hanîfe’nin talebesi Zü-fer b. Hüzeyl’e göre ise caiz değildir. Söz konusu ortaklığı meşru kabul edenler, bu hususta yasaklayıcı bir nassın bulun­mayışını (aslî ibâha) yeterli gördükten baş­ka müslümanların bu yöndeki uygula­masını ve Abdullah b. Mes’ûd’dan gelen rivayeti delil olarak zikrederler. İbn Mes’-ûd. ganimetlerin taksimiyle ilgili âyetin(Enfâl 8/41) nüzulünden önce cereyan eden Bedir Gazvesi’nde elde edecekleri ganimeti bölüşmek üzere Ammâr b. Yâsir ve Sa’d b. Ebû Vakkâs ile anlaştıklannı, fakat savaş sonunda yalnız Sa’d’ın iki esir elde ettiğini, kendisiyle Ammâr’ın ise bir şey elde edemediklerini, Hz. Peygamber’in de böyle bir anlaşmaya karşı-çıkmadığını anlatır. Hz. Peygamber’in, ele geçiri­len iki esire bu üç sahâbîyi ortak ettiği belirtilir. Bu rivayet şir­ketin sermayesiz de kurulabileceğine delil sayılır. Ebdân ortaklığını caiz gö­renler ayrıca, bunun bir yönden mudâ-rebe ve müsâkât ortaklığına benze­diğini, akdin vekâlet akdine, bazan da hem vekâlet hem kefalet akdine dayan­dığını, her bir ortağın diğerinin vekili ve kefili durumunda olduğunu belirterek akde hukukî bir izah getirmeye çalışır­lar. Bu ortaklığı caiz görmeyenler bu ne­vi şirkette sermaye bulunmadığını, her­kesin çalışma ve verimliliğinin farklı ola­cağını, bu sebeple akdin konusunda be­lirsizlik bulunduğunu, kâr paylaşımının belli bir ölçüsünün olmayacağını ileri sü­rerler. İbn Mes’ûd’dan gelen rivayetin ise ganimetlerin paylaşımıyla ilgili özel hükme tâbi olduğunu belirterek mudâ-rebe ve müsâkât gibi genel prensiplere (as!) aykırı olarak caiz kılınmış örnekle­rin esas kabul edilip kıyas yoluyla yeni hükümlerin elde edilmesini doğru bul­mazlar. Ebdân şirketinin cevazı konusun­da nazariyedeki farklı görüşlerin, naklî delillerden ziyade hukukçuların farklı ta­vır ve kültürel birikimlerinden, akdin ku­ruluşunda açıklık ve objektifliği sağla­ma ve ayrıca aldanma ve aldatmayı ön­leme gayretlerinden kaynaklandığı söy­lenebilir.

Ebdân şirketi ortaklar arasında yapı­lan bir akde dayandığından kuruluşu ak­din kuruluşunda aranan şartlara tâbidir. Bunun yanında ortaklık konusunun vekâlet kabul eden konulardan olması, kârın paylaşım esaslarının bilinmesi ve kârın muayyen bir miktar olarak değil oran olarak belirlenmesi gibi şartlar da aranır. Hanefiler, diğer şirket türleri gi­bi ebdân şirketini de “mufâvada” – “inan” şeklinde ikili bir ayırıma tâbi tutarlar. Mufâvadada ortaklar birbirinin hem ve­kili hem kefili, inanda ise sadece vekili durumundadır. Bundan dolayı inanda or­takların yalnız vekâlete ehliyetleri yeter­li görülürken mufâvadada ayrıca kefa­lete de ehil olmaları aranır. Nazariyede bu nevi ortaklığın hangi şartlarda caiz olacağına dair birçok ayrıntıdan söz edil­mekle birlikte açık haksızlığa ve bilin­mezliğe sevketmediği sürece tarafların anlaşma şartlarını geçerli kabul etme temayülü hâkimdir. Hanefî, Hanbelî ve Zeydiyye ekollerine göre böyle bir ortaklık, aynı meslek mensupları arasında oldu­ğu gibi farklı meslek erbabı arasında da kurulabilir. Ortakların iş yerlerinin ayrı olması da mümkündür. Hanbelîler daha müsamahakâr bir görüşle, herke­sin elde etme hakkına sahip olduğu de­nizdeki balıklar, sahipsiz maden, yaka­cak, meyve ve bitkiler gibi mubah mal­ların elde edilmesi amacıyla da böyle bir ortaklığın kurulabileceğini kabul eder­ler. Hanefî ve Zeydî fakihleri ise mubah malların elde edilmesinde vekâletin ge­çerli olmayacağını ileri sürerek bunu ko­nu alan bir ortaklığı meşru görmezler. Mâlikîler, bazı Hanbelîler, bir rivayette Hanefi fakihlerinden Züfer, ortakların aynı veya birbirini tamamlayan meslek­lere mensup bulunmasını, iş yerlerinin de aynı veya birbiriyle bağlantılı olma­sını şart koşarlar. Onlar bu hususların, ortakların ve üçüncü şahısların hukuku­nu korumaya matuf şartlar olduğu ka­naatindedir.

Ebdân şirketinde her ortak diğer or­tağın vekili, çok defa da hem vekili hem kefili durumundadır. Bu sebeple ortak­lardan birinin ortaklık adına yapacağı iş kabulü, taahhüt, tahsil, ödeme, ifa gibi hukukî işlemleri ve işle ilgili hukukî so­rumluluğu diğerlerini de bağlar. Çeşitli fıkıh kaynaklarında, ebdân şirketinin ve­kâlet ve daman (hukukî sorumluluk) üze­rine kurulduğunun ifade edilmesi de bundan dolayıdır. Bir ortağın ücrete ve­ya kâra hak kazanması, bizzat çalışma ve işi ifa etme sebebiyle değil işi kabul ve taahhüt etmesi, işin ifasıyla ilgili hu­kukî yükümlülük altına girmesi dolayı-sıyladır. Bunun için de ortaklardan biri­nin hastalık, yolculuk gibi sebeplerle ge­çici bir süre iş görmemesi halinde kâr payının devam edeceği görüşü hâkim­dir. Kârın paylaşımında çoğunluğa gö­re ortaklar arası anlaşma şartlan esas olup kâr paylarının eşit olması gerekmez. Mâliki” ve Zeydî hukukçuları ise kâr payı ile yapılan İş ve harcanan emek arasın­da en azından uygun bir oranın bulun­masını gerekli görürler. Ortaklar, şirket mallarına ve birbirlerine karşı güvenilen (emîn) kişiler olarak kabul edilir. Buna göre kasıt, ağır ihmal ve kusur tesbit edilmedikçe sorumlu olmazlar. Ebdân şirketi hukukî vasıf itibariyle gayri lâ­zım (caiz) bir akid olup kural olarak or­taklardan birinin akdi feshetmesi, ölme­si veya eda ehliyetini kaybetmesi gibi hallerde sona erer.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski