Ecel Nedir, Ne Demektir, İslamda Ecel İnancı Hakkında Bilgi

Ecel. Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti anlamında kelâm terimi.

Sözlükte geleceğe ait olmak üzere “be­lirlenmiş zaman, muayyen bir müdde­tin sonu” anlamına gelen ecel, bu temel anlamından hareketle iddet süresi ve borcun vadesi için de kullanılır. Kur’ân-ı Kerîm’de hayat süresinin sonu (ölüm vakti), borç için belirlenen son ödeme ta­rihi, boşanan veya eşi ölen kadının tek­rar evlenmeden önce beklemesi gere­ken süre (iddet), kâfirlerin helak edilmeden evvel kendilerine tanınan müddet anlamlarında olmak üzere ecelin hepsi de sözlük manasıyla İlgili çeşitli kullanı­lışları vardır. Bazı âyetlerde ay, güneş ve diğer gezegenlerin düzenli hareketleri­nin süresinin belirlenmiş olduğu İfade edilirken(Ra’d 13/2; Rûm 30/8; Lokman 31/29) bir kısmında göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin tâbi oldu­ğu kozmik düzenin bozulacağı bir vak­tin bulunduğu anlatılır(En’âm 6/2, 128; İbrahim 14/10; Ankebût 29/5, 53), Ecelle ilgili âyetlerde. Allah’ın her insan için bir yaşama süresi ve bir ölüm vakti belirlediği ifade edilmiş(En’âm 6/2, 60), kendilerine uzun Ömür verilen­lerin de ömrü kısaltılanların da mutla­ka bir kitapta yazılı olduğu bildirilmiştir(Fâtır 35/11). İlâhî buyruklara uyanların tayin edilmiş ölüm vaktine kadar güzel bir şekilde yaşatılacakları müjdelenirken(Hud 11/3) zalimlerin de ecelleri gelin­ceye kadar cezalandırılmayacağı, ancak zamanı gelince bir anlık öne alış veya er­teleme yapılmayacağı belirtilmiştir(Nahl 16/61; Ankebût 29/53). Bazı in­sanların hayatlarının ihtiyarlamadan ön­ce sona erdirildiği, bazı kişilerin ise ken­dileri için belirlenen süreye kadar yaşatıldığı anlatılmış(Mü’min 40/67), ay­rıca fertler gibi toplumların da ecelleri bulunduğu ve yıkılış zamanı gelince bu­nun bir anlık bir süre için öne alınmaya­cağı gibi geriye bırakılmayacağı da ha­ber verilmiştir.(A’râf 7/34; Yûnus 10/ 49; Hicr 15/5)

Ecel kelimesi Kur’an’daki kullanılışla­rına benzer şekilde çeşitli hadislerde de yer almaktadır. Bazı hadislere göre eceli gel­meyen hastalar şifa bulur; bu sebeple ziyaretçiler hastalar için şifa dileğinde bulunmalıdır. Bir kısım hadislerde ecelin insanın emellerine ulaş­masına engel olduğu, her insanın eceli­nin önceden takdir edildiği bildirilirken diğer bir kısmında, çok uzun ömürlü olmaktan Allah’a sığınan Hz. Peygamberin ken­disine hizmet edenlere uzun ömürlü ol­maları için dua ettiği, akrabayı ziyaret edip onları gözetmenin, komşulara kar­şı güzel davranmanın ve sadaka verme­nin ömrü uzattığı ifade edilmiştir.

Ashabın anlayışına göre eceli gelme­yen insanın bir hastalıktan ölmesi veya herhangi bir kimse tarafından öldürülmesi, buna karşılık eceli gelen kimsenin de ölümden kurtulup yaşamaya devam etmesi mümkün değildir. Nitekim düş­manlarıyla korkutulan Hz. Ali, ecelin in­sanı ölümden Koruyan sağlam bir kal­kan olduğunu söylemiş ve insanın ece­li gelince de düşmanı tarafından atılan okun hedefinden sapmayıp o insana isa­bet edeceğini, yaralanması halinde ise iyileşmeden öleceğini belirtmiştir.

Ecel meselesi kader problemine bağlı olarak kelâm âlimleri arasında tartışı­lan önemli konulardandır. İlk defa Mu’-tezile âlimleri eceli tartışma konusu ha­line getirmişler ve farklı şekillerde açık­lamışlardır. Onlara göre ecel hayat süre­si ve ölüm vaktinden ibarettir. İster her­hangi bir dış etki olmadan tabii bir şe­kilde olsun, ister bir kaza veya katil so­nucu olsun her insan tek bir ecelle ölür. Ancak kaza sonucu ölen veya öldürülen insanın bu olaylarla karşılaşmaması ha­linde yine de ölüp ölmeyeceği hususun­da Mutezile âlimleri farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Erken devir âlimlerinden Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ile Ebû Hâşim el-Cübbâî ve ona uyan Behşemiyye grubu, ne şekilde olursa olsun ölen her insanın ömrünü tamamladığı ve eceli geldiği için öldüğü görüşündedirler. Mu’tezile’nin Bağdat ekolü. En’âm sûresinin ikinci âyetini de dikkate ala­rak insanın “ecel-i kaza” ve “ecel-i mü­semmâ” denilen iki eceli bulunduğunu ileri sürmüştür. Buna göre İnsan herhan­gi bir dış müdahale olmadan ölürse ecel-i müsemmâya, kaza veya katil sebebiyle ölürse ecel-i kazaya göre ölmüş olur. İkinci durumda ölen kişi kazaya uğra-masaydı veya öldürülmeseydi ecel-i mü-semmâsına kadar yaşayacaktı. Aksi tak­dirde onu öldürenin cezalandırılması ve­ya kendisine ait olmayan bir hayvanı ke­sen kimsenin tazminat ödemesi anlam­sız olurdu. Mu’tezile’den Kâ’bî de bu gö­rüşü benimseyenlerdendir. Kadî Abdül-cebbâr’a göre ise katil yoluyla ölen ki­şinin bu olaya mâruz kalmaması duru­munda yaşayacağını kesin olarak söyle­mek mümkün değildir, böyle bir kimse­nin ölmesi de yaşaması da ihtimal da­hilindedir. Mu’tezile’nin müteahhir âlimlerinden Zemahşerî Bağdat ekolünün görüşünü sa­vunarak insanın tutum ve davranışları­na göre ömrünün uzatılıp kısa İti labile-ceğini belirtir. Nitekim ona göre Kur’an’da ömrü uzatılan ve kısaltılanların bir kitapta bulunduğunun bildirilmesi(Fâ­tır 35/11), ayrıca Hz. Ömer’in hançerle yaralanması sırasında Kâ’b el-Ahbâr’ın, “Ömer Allah’a dua etseydi ecelini tehir ederdi” demesi bu görüşü teyit etmek­tedir.

Seleflyye, Mâtürîdiyye ve Eş’ariyye’den oluşan Ehl-i sünnet âlimlerine göre ecel daha çok “Allah’ın canlıların öleceğini bil­diği zaman” diye tarif edilir. Buna göre ecel, hayat süresi ve ölüm için takdir edilen zamanr ifade ettiğinden kaderle ilgili bir konudur. Bu sebeple canlıların her birinin yaşayacağı ecel tek olup ke­sinlikle değişmez. Hiçbir canlı kendisi için takdir edilen zamandan önce hayat bulamayacağı gibi hakkında takdir edi­len ölüm vakti gelmeden de ölmez. İlgili âyetteki “ecel-i müsemmâ” kıyametin kopmasına dair olup bununla insanın değil kâinatın eceline işaret edilmiştir. Tabii yolla da olsa, kaza ve katil yoluyla da olsa herkes kendi eceliyle ölür. “Mak­tul öldürülmeseydi yaşardı” demek va­kıaya aykırıdır, ecel ise vakıanın ifade­sidir. Kur’ân-ı Kerîmde Allah’ın izni ol­madıkça hiçbir nefsin ölmeyeceği, ölü­mün vakti tayin edilmiş bir yazıya göre vuku bulduğu bildirilmiştir.(Âl-i İmrân 3/ 145) Ayrıca eceli gelen hiçbir nefsin ya-şatılmayacağı kesin bir şekilde anlatı­larak herkesin eceliyle öldüğüne işaret edilmiştir(Münâfikün 63/11). İlâhî ilim mümkini mümkin olarak, vâkii de ger­çekte olduğu gibi ihata eder. İki ecel ka­bul etmek veya ecelin değişebileceğini savunmak ilâhî ilimde değişikliğin mey­dana gelebileceğini benimsemek anla­mına gelir ki bu husus, Allah’ın kulları­nın akıbetlerini önceden bilmeye muk­tedir olmamasını ve dolayısıyla O’na bedâ görüşünün nisbet edilmesini gerek­li kılar, bu ise ulühiyyet makamıyla bağ­daşmaz.

Ehl-i sünnet âlimleri, tıpla meşgul olan bazı İslâm filozofları ile Mu’tezile bilgin­leri tarafından yapılan “ecel-i tabit (eceli müsemmâ) ve “ecel-i ihtirâmr (ecel-i ka­za) şeklindeki ayırımı genelde kabul et­memekle birlikte ölümden önce hayatın değerini bilmek, hastalanmadan önce sağlığı korumak, hastalanınca tedavi ol­mak gibi tedbirlere başvurmayı sağla­maya yönelik olarak ecel hakkında böy­le bir taksimin düşünülebileceğini, an­cak bunun vâkii değil sadece aklî imkâ­nı ifade edeceğini söylemişlerdir. Zira gerçek ecel vâki olan ecel olup teorik açıdan mümkün bu­lunan ecellerin sınırı yoktur. Mu’tezile’­nin, maktulün eceliyle ölmediğini ispat­lamak için dayandığı deliller de geçerli değildir. Çünkü katilin adam öldürmek­ten dolayı Kur”an”da kötülenmesi ve kı­sas cezasına çarptırılması, maktulün Al­lah tarafından tayin edilen ecel-i mü-semmâsına ulaşmasını engellediğinden değil, yasaklanan katil fiilini işleyip ilâ­hî emre aykın davranmak suretiyle mak­tulün ölümüne zahiren sebep olması se­bebiyledir. Ölümü gerçekleştirmek (imâ-te) ilâhî bir fiil olmakla birlikte öldürme­ye teşebbüs edip ölüm hadisesinin mey­dana gelmesine sebebiyet vermek kati­le ait bir fiildir.

Ehl-i sünnet âlimlerine göre insan Öm­rü uzamaz ve kısalmaz. Kur’ân-ı KerînY-de ve bazı hadislerde ilk bakışta Öm­rün uzatılması veya kısaltılması anlamı­na gelebilecek naslar varsa da bunların, mânası apaçık olan ecelle ilgili muhkem naslann ışığında açıklanması gerekir. Kur’an’da bazı insanların Ömürlerinin uzatılmasının, bazılarının ise kısaltılma­sının apaçık bir kitapta bulunduğu ifa­de edilmektedir. Burada kastedilen şey, sağlık kurallarına uyup gerekli tedbirleri almak suretiyle uzun müddet yaşayacak olanlarla hastalık, tedbirsizlik, kaza, katil vb. sebeplerle öm­rü kısaltılanların Allah tarafından bilin­diği, bunun da bir kitapta yazılmış ol­duğu hususudur. Bundan, dünyaya ge­lip yaşamaya başladıktan sonra insan­lar için -ilâhî bilgi dışında kalan- ömür uzatılması veya kısaltılması sonucunu çı­karmak isabetli değildir. Ayrıca ilgili âyetteki “ziyade” ve “nok­san” ile diğer bir âyetteki(Ra’d 13/ 39) “mahv” ve “isbât’ın, “ümmü’l-kitâb”-da {levh-i mahfuz) değil meleklerin elle­rinde bulunan kitapta meydana gelme­si ihtimal dahilindedir. Akrabaları ziya­ret edip gözetmenin, komşularla iyi geçinmenin ve sadaka vermenin ömrü uza­tacağına ilişkin hadislere gelince, her şeyden Önce bunlar âhâd rivayetlerdir ve zahirî mânaları İtibariyle kesin anlam­lı âyetlere aykırı olduklarından muhkem âyetleri bunların ışığında açıklamak doğ­ru değildir. Bu hadislerde belirtilen öm­rün uzaması, yapılan iyilikler veya yetiş­tirilen hayırlı evlât sebebiyle insanın öl­dükten sonra hayırla anılarak adının ya­şatılması anlamına gelebileceği gibi, güzel amellerle dolu bir hayatın bereketle­nip mutlu bir şekilde geçirilmesi ve do­layısıyla ömrün psikolojik olarak uzun algılanması anlamını da ifade etmiş ola­bilir.

Şia’dan İsnâaşeriyye’nin dört ana ki­tabının yazarlarından biri olan Ebû Ca’fer et-Tûsî de iki ecel görüşünü reddet­miştir. Ona göre kaza veya katil sonucu ölen kişinin bu olaylarla karşılaşmaması durumunda ölüp ölmeyeceğine dair ke­sin bir hüküm verilemez, böyle bir kim­senin ölmesi de yaşaması da mümkün­dür[550]. Müteahhir dönem Şiî âlimlerine göre ise ecel, ecel-i mübhem (ecel-i muallak, ecel-i mevkuf) ve ecel-i mü-semmâ (ecel-i mahtûm) olmak üzere iki­ye ayrılır. Birincisi, bir insanın meselâ yüz yıl yaşamasının mümkün olduğunu ifade eden mutlak eceldir. “Mahv” ve “isbât” levhinde(Bk. Ra’d 13/39) ya­zılı olan bu ecel değişebilir. İkincisi ise sağlık şartlarına uymak suretiyle ger­çekleşen ve değişikliğe uğraması müm­kün olmayan gerçek eceli İfade eder ki bu “ümmü’l-kitâb’da yazılıdır. Zeydiyye âlimlerinden Hâdî-İlelhak Yahya b. Hüseyin’e göre de Al­lah kulları için eceller tayin etmiş ve on­lara hem birbirlerini öldürme gücü ver­miş hem de haksız yere adam öldürme­yi yasaklamıştır. Bu sebeple bir insanın diğerini Allah katında bilinen eceline ulaşmadan öldürmesi mümkündür. Daha sonra ge­len Zeydî âlimlerince de benimsenen bu görüş Mu’tezile’nin çoğunluğu ile îsnâa-şeriyye’nin görüşüne yakındır.

Ecel konusunda mezhepler arasında görülen ihtilâflar, daha çok iki ecelin bu­lunup bulunmadığına ve dolayısıyla öm­rün uzayıp uzamayacağma ilişkindir. Ge­nel olarak Mutezile ve Şîa insanların iki eceli olduğunu ve ömürlerinin uzayıp kısalabileceğini savunurken Ehl-i sünnet umumiyetle muhkem âyetlere dayana­rak insanların bir tek ecelleri bulundu­ğunu, bunun da ölümleriyle gerçekleşen vakit olduğunu kabul etmiştir. Ecelin ka­za ve kadere imanın bir parçasını teşkil eden itikadı bir mesele olduğu ve bu­nun daha ziyade ilâhî ilim ve iradeyi il­gilendirdiği dikkate alınırsa, insanlar için önceden belirlenen değişmez bir ecel takdir edildiğini benimseyen görüşün daha isabetli olduğunu söylemek müm­kündür. Zira kişilerin sağlık kurallarına uyup uymayacakları, bu konuda ne gibi gelişmelerin ortaya çıkacağı, herhangi bir kaza veya katil hadisesiyle karşıla­şıp karşılaşmayacakları hususu ilâhî bil­gi ve iradenin kapsamı dışında değildir. İnsanların ecelleri sadece Allah tarafın­dan bilindiğine ve kendilerince keşfedil­mesi mümkün olmadığına göre yaşamak için gerekli tedbirleri almaları kul­luk vazifelerinin bir gereğidir.

Ecel konusu kelâma dair çeşitli eser­lerin içinde ele alındığı gibi bununla ilgili müstakil eserler de yazılmıştır. Abdülbâ-sıt el-Malatfnin Nef’u ifâdeti’l-ağmâr fî men’i ziyâdeü’l-a’mâr, Mer”î b. Yûsuf el-Makdi-sî’nin İrşâdü zevi’l- cirfân îimâ fi’î- ‘ömr mine’z-ziyâde ve’n-nokşân, Muhammed Fakîhîel-Ay-nî’nin Tebyînü’1-hak fî eceli’i-halk, Kemalpaşazâde’nin Risale fî beyâ-ni’l-ecel, Salih b. Abdül-halîm’in Risale fil-eceli’l-mukaddere, Osman Karadeniz’in Ecel Üzerine adlı kitapları bunlardan bazılarıdır.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski