Ehli Hak Mezhebi İran Nedir, Ne Demek, Hakkında Bilgi

Ehl-i Hak. Daha çok Batı İran’da ve Irak’ın bazı bölgelerinde yaydan, eski dinlerden ve aşırı Şiîlik’ten etkilenen bir fırka.                

Ehl-i Hakk’ı gulât-ı Şia’dan sayarak Aliilâhîler veya Aliyyuİlâhîler adıyla an­ma temayülü bazı kaynaklarda göze çar­pıyorsa da bu anlayış doğru değildir. Ger­çi Ehl-i Hak da Alevîler gibi Hz. Ali’yi Tanrı’nın bir zuhuru sayarak onu Hz. Pey-gamber’den üstün kabul eder; ancak bu inanç Ehl-i Hakk’ın düşünce sisteminde merkezî bir yer tutmaz. Üstelik İran Kürdistanı’nda bulunan Aliilâhîler Ehl-i Hak’­tan büsbütün ayrı bir topluluk oluştu­rurlar. Bütün Ehl-i Hak fırkalannca ka­bul edildiğine göre mezhebin gerçek ku­rucusu 671 (1272) yılında doğan, 716′-da (1316) mezhebini yaymaya başladığı rivayet edilen ve Sultan Suhak diye bili­nen Sultan İshak’tır. Şehrizor civarında­ki Berzence’de Şeyh îst (îsâ) ve Remziyâr lakaplı Hatun Dâyire’nin çocukları ola­rak dünyaya gelen Sultan Suhak’ın de­desi aslen Hemedanlı olup Gûrân bölge­sine yerleşen bir seyyiddir. Böylece ne­sebinin İmam Mûsâ el-Kâzım’a ulaştığı rivayet edilir. Bir süre sonra Berzence’-den hicret ederek günümüzde İran Kür-distanı’nda bulunan Kirmanşah yakınla­rındaki Evruman’ın Seyhan köyüne yer­leşen, rivayetlere göre hiç evlenmeyen ve 100 yıldan fazla yaşayan Sultan Su­hak, Ehl-i Hak doktrinini burada Perdi-ver denilen yerde kurmuş, mezhep teş­kilâtının iç düzeni için Benyâmîn adlı şah­sı pîr. Davud’u da delil olarak görevlen­dirmiştir. Bu ikisi de evlenmedikleri ve halef bırakmadıkları için mezhep men­supları Hânedânhâ-yı Heftegâne adıyla yedi büyük aileye ayrılarak onların ida­resi Sâdât-ı Hânedân-ı Hakîkat adı ve­rilen Ehl-İ Hakk’ın ileri gelenlerinden yedi pîre bırakıldı. Sultan Suhak’ın ölümün­den sonra kurulan dört ve daha sonra­ki bir aile ile birlikte hanedan sayısı on ikiye yükseldi. Bunun için Ehl-i Hakk’a mensup olan her fert bu on iki aileden birine bağlanmak ve onunla ilgisini sür­dürmek durumundadır, ölüm tarihi ke­sin olarak bilinmeyen Sultan Suhak’ın Ehl-i Hak mensuplarınca en önemli yer olarak kabul edilen türbesi İran Kürdis-tanı’nda Perdiver yakınlarında bulunmaktadır.

Ehl-i Hakk’ın bütün kollarının paylaş­tığı en önemli inanç, Tann’nın yedi defa belli bir insan şeklinde hulul etmiş ol­duğu şeklindeki inanıştır. Tanrı ilk hu­lulünden önce ezel âleminde kâinat de­nizinin dibindeki bir incinin içinde bulu­nurken daha sonra âlemlerin yaratıcısı olan Hâvendigâr şeklinde zuhur etmiş. ikinci hulul şekli olan Ali Murtazâ’yı (Ali b. Ebû Tâlib) Şah Hüşîn (Baba Hûsîn) takip etmiştir. Büyük bir ihtimalle tarihî bir şahsiyet olan Şah Hûşîn, Ehl-i Hak riva­yetlerine göre V veya VI. (XI-X1I.) yüzyıl­da Lûristan’da yaşamıştır. Allah’ın dör­düncü defa hulul ettiği kişi ise fırkanın kurucusu olduğu belirtilen Sultan Suhak-tır. Bu dört hulul konusunda ittifak varsa da Sultan Suhaktan sonra Allah’ın kimlere hulul ettiği hususunda Ehl-i Hak kolları arasında görüş birliği yoktur. En yaygın rivayete göre son üç zuhur Kır­mızı (Şah Veys Kulı), Muhammed Beg (Ma-mad Beg) ve Şah Âteş şeklinde olmuş­tur. Sultan Suhak gibi Kırmızı da Şehri­zor bölgesinde yaşamış, fakat Muham­med Beg fırkanın merkezini önce Kuzey Lûristan’a, sonra da Azerbaycan’da bu­lunan Acari şehrine nakletmiştir. Aze­rî Türkçesi’yle yazılan Kutubnâme adlı eserde Hatâî mahlasıyla anılan Şah İs­mail’den saygıyla bahsedildiği dikkate alınırsa Muhammed Beg’in Safevîler’le iyi ilişkiler içinde olduğu anlaşılır. TanrT-nın sonuncu zuhuru olan Şah Âteş, Mu-hammed Beg’in oğlu olup 1114 (1702-1703) yılında şahin şekline bürünerek ebediyen gözlerden kaybolmuştur. Bu tekrarlanan zuhur veya hululler Tanrf-nın giydiği elbiselere benzetildiği için “li­bâs câme” veya “dun pûşîden” (elbise giy­mek) şeklinde adlandırılmıştır.

Tanrfnın zuhuru olan yedi kişiye “yâ-rân-ı çâr melek” denilen dört melek refa­kat etmiştir. Ulûhiyyet cevheri her libas­ta yeniden zahir olduğu gibi bu dört me­lek de her yeni zuhur ile beraber isim değiştirmesine rağmen her zaman aynı kalmış ve Tanrı gibi yedi değişik elbise giymiştir. Dört meleğin yanında her zu­hura refakat eden bir de kadın melek olduğuna inanılır. Bu meleklerin adları ilk iki devirde İslâmî öğretiler ve Şîa ge­leneğinden alınmıştır. Meselâ yaratıcı Hâvendigâr ile birlikte Cebrail, Mîkâil, İs­rafil ve Azrail’in yanında ayrıca adı bilinmeyen bir kadın melek vardır. İkinci hululün mazharı olan Ali Murtazâ’ya re­fakat eden melekler Selmân, Kanber, Muhammed ile (Hz. Peygamber) Nusayr (İbnü’n-Nusayr [?]) ve kadın melek olarak da Fatma’dır. Hz. Âişe ile Muâviye b. Ebû Süfyân ise şeytanın takipçileridir. Üçün­cü hululde Şah Hâşîn’in melekleri Baba Büzürg. Kaka Rıdâ (Rızâ), Kore Fakı, Ba­ba Tâhir, Mâma Celâle; dördüncü zuhur olan Sultan Suhak’ın melekleri de Ben­yâmîn, Dâvûd, Pîr Mûsî (Mûsâ). Mustafa Dâvûdân ve Suhak’ın annesi Hatun Dâyire’dir. Bundan sonraki üç hululün me­lekleri ise ihtilaflıdır.

İlâh cisme bürünmek suretiyle zuhur ve tecelli edince insanlar arasında da te­nasühün cereyan etmesi buna uygun düşmektedir. Bu bakımdan insan ruhları­nın tenasühü Ehl-i Hakk’ın inançları ara­sındadır. Gayesi ruhun tasfiyesi olan ve aşırı Şîa’da görülen tenasüh, “bin bir don değiştirme” şeklinde ele alınır. Buna gö­re insanlar ölümden korkmamalıdır. Zi­ra ölüm ördeğin suya dalması ve sonra tekrar çıkması gibidir. Bu bakımdan sa­rı topraktan (zerde-gil) yaratılan Ehl-i Hak mensuplarının ruhları bin bir de­fa doğup öldükten sonra tamamen pak olup kurtulacak; kara topraktan (hâk-i siyah) yaratılan diğer insanlar Şehrizor ovasında (veya bazı rivayetlere göre Sul­taniye] vuku bulacak mahşerden sonra toptan lanetlenecek ve yok olacaklardır. Ayrıca Ehl-i Hak, İsnâaşerî ŞİÎleri gibi mahşerden Önce “sâhibü’z-zamân” ola­rak bilinen, fakat görevi belli olmayan Mehdî’nin zuhur edeceğine de inanmak­tadır. Ferdî ibadetler hakkında pek az bilgi bulunmakla birlikte İslâm’a yakın olanlarının “namâz-ı Ehl-i Hak” dedik­leri ve şer’ namazın tamamlayıcısı say­dıkları namaza karşılık, çoğunluk namaz yerine niyazın konulduğunu kabul ede­rek haftada bir defa yapılan nezir veya zikir cem’lerine katılmayı ibadet konusunda yeterli görürler. Bunlar, “ehl-i na­maz” diye adlandırdıkları müslümanlar-dan ayrıldıklarını ortaya koymak mak­sadıyla kendileri için “ehl-i niyaz” ifade­sini kullanırlar. Mükellef olan her Ehl-i Hak ferdinin her yıl muayyen zamanda üç gün oruç tutması gereklidir. Orucun kış mevsiminde tutulması benimsenmek­le birlikte mevsimin hangi günlerinde tutulacağı hususu ihtilaflıdır. Rivayet­lere göre Sultan Suhak, üç arkadaşıyla birlikte düşmanlarından kaçıp kurtul­maya karar verdiğinde Şenderkûh da­ğında bir mağaraya sığınmış ve burada üç gün aç kalmıştı. Oruç onların bu hâtıraşını ta’ziz maksadıyla tutulur ve di­nin en önemli rükünlerinden sayılır.

Ehl-i Hak âyinlerinin başında, cem ve­ya cem’ denilen ve cemhâne adı verilen mahalde veya genellikle evlerde yapılan toplantılar gelir (cem veya cem’ terimi Ale­vîler ve bir kısım Bektaşîler tarafından da kullanılmaktadır). Cem’lerde Gûrânîveya başka dillerde söylenen, “kelâm” yahut “defter” adı verilen, Ehl-i Hak büyükle­rinin şiir şeklinde ortaya koydukları söz ve talimatlar daha çok tanbur ve def, bazan da ney gibi müzik aletleri eşli­ğinde okunur. Açıktan zikir yapılan, ba­zan ateş yakılan ve içki içilen bu toplan­tılara kadınlar da katıldığı için Ehl-i Hak diğer bazı heterodoks fırkalar gibi “mum söndürme” denilen ahlâksızlıkla suçlan­mıştır.

Bu fırkanın âyinleri arasında önemli bir yer tutan kurbanlar kanlı (hûndâr: ho­roz, koyun, öküz vb.I ve kansız (bîhûn: ek­mek veya pişirilmiş yiyecekler) olmak üze­re ikiye ayrılır. Kanlı ve kansız kurban çe­şidi on dörde ulaşmaktadır. Kurban âyi­ni belli usullere bağlıdır. Etler kemikler­den ayrılır ve kemikler gömülür. Pişiri­len etler ve diğer yiyecekler kurban âyi­nine katılanlara dağıtılır ve kurban du­ası okunur. Her iki çeşit kurban âyinine “sebz nemûden” (yeşillendirmek), yani ha­yat vermek ve canlandırmak denir. Bu­rada eski verimlilik kültlerinin bir kalın­tısını görmek mümkündür.

Her Ehl-i Hak mensubunun bir pîre bağlanması gerekir. “Ser sipürden” de­nilen ve on iki hanedandan bir pîre bağ­lanmayı sağlayan tören esnasında beş meleği temsil eden şahıslar yeni doğmuş çocuğun etrafını sararlar. Başı temsil eden küçük bir hindistan cevizi âyini yö­neten kişi tarafından parçalanır. Bu par­çalardan biri, üzerinde Şiî akîdesi yazılı olan ve “havîze” adı verilen bir gümüş parçası ile birlikte muska gibi çocuğun boynuna asılır. Böylece hanedanların asıl pîr ve delilleri olan Benyâmîn ve Davud’a biat edilmiş olur. Başı bağlananla ken­disine biat edilen şeyhin soyu arasında akrabalığa benzer bir bağ kurulmuş olur ve bağlanan kişi ile pîr ailesi fertleri ara­sında evlenme engeli oluşur. Bu tören tarikatların biat merasiminden alınmış­tır. Nitekim İran’da fazla yaygın olma­yan Hâksâr dervişleri de aynı merasimi uygulamaktadırlar.

Ehl-i Hakk’ın bir özelliği de ahlaken olgunlaşma maksadıyla bir veya birkaç erkekle bir kadın arasında kurulan ve “şart-ı ikrar” denilen manevî kardeşlik­tir. Kıyamet günü için bir hazırlık oldu­ğu belirtilen ve evlenme mânilerinden sayılan bu sunî kardeşlik Yezîdîler ara­sında da görülmektedir.

Bu fırka mensupları için en önemli zi­yaret yeri, Perdiver yakınındaki Sultan Suhak Türbesi’dir. Bundan başka Zohâb-da Baba Yadigâr Türbesi, Lüristan’da Bavelin dağlarında Baba Büzürg Türbe­si ve Dizfûl Hürremâbâd yolunun doğu­sunda bir dağın eteğinde bulunan Şah-zade Ahmed Türbesi önemli ziyaretgâh-larıdır.

Bütün Ehl-i Hak kolları tarafından kut­sal sayılan ve inançlarını belgeleyen bir kitap bulunmadığı gibi dinî meselelerde herhangi bir şeriat birliği de mevcut de­ğildir. Mezhep daha ziyade, birbirine sı­kı bir şekilde bağlı çeşitli akımların men­suplarından meydana gelen bir toplu­luk özelliği arzeder. Diğer taraftan Ehl-i Hak mensupları, aralarındaki etnik ve dinî gruplaşmalar sebebiyle merkezî bir organizasyon kuramadıkları gibi tarihte ve günümüzde hiçbir zaman inançlı ve ahenkli bir toplum oluşturamamışlar­dır. Hatta birbirine yakın iki Ehl-i Hak köyünde bile âdâb ve erkânın belirgin bir şekilde değiştiği görülür. Köylerde lider durumunda bulunan ve “seyyid” denilen kişilerin ellerinde mevcut “ke-lârrTlar da geniş ölçüde farklılık göster­mektedir.

Ehl-i Hak büyüklerinin itikadîve ame­lî konulardaki söz ve emirlerini ihtiva eden manzum kelâmlar XIX. yüzyıla ka­dar şifahî olarak nakledilmekte, bu ko­nularda yetkili olan ve “kelâmhan” de­nilen kimseler de nakillerde fazlalık ve­ya noksanlık bulunmamasına özen gös­termekteydi. Fakat daha sonra kelâm­ların yazılmasına başlanmış, son otuz kırk yıldan bu yana da bunların basılma­sı yoluna gidilmiştir. Elde bulunan en eski kelâm 250 yıldan biraz öncesine, diğerleri ise daha geç devirlere aittir. Ehl-i Hak arasında Gûrânî dilinde yazıl­mış, yirmi attı kelâmdan ibaret olan Def-ter-i Hazâne-yi Perdiverive bu fırka­nın efsanevî tarihini ihtiva eden Kitâb-ı Serencâm oldukça yaygındır. Kendini “kutb-i kül” diye adlandıran ve Tanrı ta­rafından bu işle görevlendirildiğini ileri süren Hacı Ni’metullah Ceyhunâbâdî (ö. 1920), Gûrânîce ve Türkçe çok sayıda ke­lâmı ve mezhebin inançlarını içine alan Furkanü’l-ahbâr adlı eseri yanında Ehl-i Hak İnançlarını tutarlı bir sistem ha­line getirmek amacıyla 11.116 beyitlik Şâhnâme-i Hakikat adında Farsça di­daktik bir eser yazmıştır. Kitabında, İran’da hâkim olan İsnâaşerî Şiîliği’ne epey taviz veren Ceyhunâbâdî’nin Suri­ye Alevîlerİ’nin bu yoldaki teşebbüsle­rini kendine Örnek alarak Ehl-i Hakk’ın Şiî ve dolayısıyla müslüman oldukları­nı ispatlamaya çalıştığı tahmin edilebi­lir. Ceyhunâbâdî’nin oğlu olan Nûr Ali Şah İlâhî’nin Burhânü’1-hak ve Macnfetü’r-rûh adlı eserlerinde de İsnaâşe-rî Şiîliği’ne temayül belirtileri görülmek­tedir.

Sosyal bakımdan daha çok köylüler, göçebeler, fakir ahali ve dervişler ara­sında yayılmış bulunan Ehl-i Hak mezhebinin günümüzde en mühim merke­zi İran Kürdistanı’ndaki Bahteran (eski adıyla Kirmanşah), Kasrışîrin, Serpül ve Kerend’dir. Gûrân kavminin hepsi, Kürt aşiretlerinden Sencâbîler’in bir kısmı Ehl-i Hak’tandır. Lûristan ahalisinin ço­ğunluğu, bilhassa Hüleylân ve Püştikûh bölgelerindeki halkın hemen hepsi bu fırkaya mensuptur. Azerbaycan’da Teb­riz, Merâga, Urmiye, Mâkû ve bu şehir­lere yakın olan bazı köylerde. Tahran, Verâmin, Kazvin, Rest ve Şîraz gibi şe­hirlerde dağınık ve küçük Ehl-i Hak top­lulukları vardır. 1971 yılında bütün İran’­da Ehl-i Hak nüfusu 150.000 olarak tah­min ediliyordu[15]. Irak’taki Ehl-i Hak Süleymâniye, Kerkük, Musul ve Hanikîn’de bulunmaktadır. Ermenis­tan ile Azerbaycan sınırlarında bulunan Karapapaklar da Ehl-i Hak mezhebine mensuptur.

Ehl-i Hak akımının, temelini aşırı Şîa’-nın teşkil ettiği tipik bir derleme fırka olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim dokt­rinin kökleri bir yandan, aşağı Dicle ve Kârûn nehri ovalarında X. (XVI.) yüzyıl sonlarına kadar hâkim olan Nusayrî aşı­rılığına kadar uzanır; zira Allah’ın ezel âleminde bir inci İçinde bulunması Nu­sayrî akîdesinde mevcuttur. Öte yan­dan fırkada görülen Hint menşeli tena­süh inancı da büyük bir ihtimalle aşırı İsmâiliyye ve Maniheizm doktrininden alınmıştır. İnanç sisteminde eski Gûrâ­nî mitolojisinin hâkimiyeti yanında pîr seçimi, âyin ve âdâbda zikirler, sofra­lar ve ihvan cemiyetlerinde sûfî derviş­lerin sistemi benimsenmiş görünmek­tedir.

Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski