Ensâr. Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yardımcı olan Medineli müslümanlar.
Ensâr kelimesi, “yardım etmek” anlamındaki nasr kökünden türeyen nasır veya nasır sıfatının çoğulu olup ism-i mensubu ensârîdir. İslâm literatüründe ensar, Hz. Peygamber’İ ve muhacirleri yurtlarında barındırmak ve korumak suretiyle onlara büyük yardımda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) müslümanlar için kullanılmıştır. Enes b. Mâlik’in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur’ân-ı Kerîm’de yer almıştır. Ensar bu anlamıyla Kur’an’da iki âyette(Tevbe 9/100, 117) muhacirlerle birlikte geçmekte ve Allah’ın her iki topluluktan da hoşnut olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Haşr sûresinin 9. âyetiyle En-fâl süresinin 72 ve 74. âyetlerinde ensar kelimesi zikredilmemekle birlikte Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yaptıkları hizmetler, gösterdikleri fedakârlıklar belirtilerek kendileri övülmüştür. Öte yandan muhacir veya ensar ayırımı yapmaksızın genel olarak Resûl-i Ekrem’in ashabından övgüyle söz eden âyetlerin ashabın bir bölümünü teşkil eden ensar-la da ilgili olduğuna İşaret etmek gerekir.(Meselâ bk. Bakara 2/218; Âl-i İmrân 3/ 169-174; A’râf 7/157; Enfâl 8/26. 64; Tevbe 9/88-89; Feth 48/ 18-19, 29)
Ensarın mensup olduğu, Kahtânîler’in Ezd kolundan gelen Evs ve Hazrec kabileleri, dedeleri Sa’lebe b. Amr döneminde muhtemelen milâdî II veya III. yüzyıllarda Yemen’deki arim selinden sonra Yesrib’e göç etmişler, uzun süre Yesrib-deki yahudilerin siyasî ve iktisadî baskısına mâruz kalmışlardır. Suriye taraflarına yerleşen akrabaları Gassânîler’in de yardımıyla ancak VI. yüzyılın ortalarında şehrin idaresinde söz sahibi olabilmişlerdir. Câhiliye döneminde sürekli savaş halinde bulunan iki kardeş kabile arasındaki en son mücadele uzun süre devam eden Buâs Harbi’dir.
Hz. Peygamber, nübüvvetin on birinci yılının (620) hac mevsiminde Akabe’de karşılaştığı Hazrec kabilesinden altı kişiyi İslâmiyet’e davet etti. Müslümanlığı hemen kabul eden bu kişiler yeni dinlerini Medine’de yaymak için harekete geçtiler ve bu sayede birçok kişi müslüman oldu. Ertesi yıl yine hac mevsiminde onu Hazrec ikisi Evs kabilesinden olmak üzere on iki kişilik bir heyet Mekke’ye gelerek Hz. Peygamber’le yeni bir görüşme yaptı. İslâm tarihinde Birinci Akabe Biati adıyla anılan bu toplantıdan bir yıl sonra yetmiş beş Medineli’nin katılmasıyla yapılan İkinci Akabe Biatı’nda Hz. Peygamber’in yanında sadece amcası Abbas bulunuyordu. Medineliler Re-sûlullah’ı şehirlerine davet ettiler. Abbas burada yaptığı konuşmada, bu hicretin gerçekleşmesi halinde onların ağır bir düşman baskısına mâruz kalacaklarını hatırlatarak gevşeklik gösterecek-lerse şimdiden bu davetten vazgeçmeleri hususunda kendilerini uyardı. Bunun üzerine Medineliler Hz. Muhammed’i canlarını, mallarını ve ailelerini korudukları gibi koruyacaklarına, kendisine itaat edeceklerine ve her türlü yardımı yapacaklarına, hiç kimseden çekinmeden hak yolda yürüyeceklerine dair ant içip ona biat ettiler(Bk. Akabe biatları). Bu biatlar sonunda Hz. Peygamber Mekkeli müslümanlara Medine’ye hicret edebileceklerini bildirdi. Onlar da bu emre uyarak Mekke’yi terketmeye başladılar; daha sonra Resûl-i Ekrem de Ebû Bekir’le birlikte Medine’ye hicret etti.
Hz. Peygamber, hicretten hemen sonra gerçekleştirdiği kardeşlik akdi merasiminde her Mekkeli’yi bir Medineli ile kardeş ilân etti (bk muahat). Böylece bütün varlıklarını Mekke’de bırakıp gelen muhacirlere büyük ölçüde maddî ve manevî destek sağlanmış oldu. Medineli müslümanlar muhacirleri öz kardeşleri gibi kabul eltiler ve ellerindeki her imkânı onlarla paylaşmak istediler. Bu arada yardımlarını, muhacirleri kendi hurmalıklarına ve evlerine ortak etme noktasına kadar götürmek istemişlerse de Resûlullah’ın mülkiyet ortaklığına razı olmaması üzerine muhacirler ensara ait hurmalıklarda çalışarak emeklerine karşılık mahsulden pay almışlardır. Ayrıca başlangıçta kardeşler arasında miras câri iken Bedir Gazvesi’nden sonra nazil olan Enfâl sûresinin 75. âyetiyle bu uygulamaya son verildi. İnsanlık tarihinde benzeri görülmeyen bu İslâm kardeşliği Kur’ân-ı Kerîm’de şu âyetle dile getirilmektedir: “İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenlerle bunları barındırıp yardım elini uzatanlar, işte onlar birbirlerinin gerçek dostlarıdır”(Enfâl 8/72). Ensar-muhacir dayanışması sonucunda-Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu çarşıda ticarî hayat canlanmış ve Medineliler yahudilerin iktisadî hâkimiyetinden kurtulmuşlardır.
Kaynaklarda ensarın Hz. Peygamber’e ve muhacirlere gösterdikleri yakın ilgi ve sevgiyi gösteren pek çok olay nakledilir. Özellikle hicret sırasında Medineli-ler’in Resûlullah’ı ve diğer muhacirleri heyecanlı bekleyişleriyle başlayıp ardından devam eden son derece duygulu ve etkileyici olaylar yaşanmıştır. Hicretten sonra Hz. Peygamber’in Ebû Eyyûb el-Ensârînin evinde kaldığı süre İçinde ensarın çeşitli kollarına mensup aileler ona sırayla yemek getirmiş ve hediyeler sunmuşlardır. Bu yiyeceklerin pek azıyla yetinen Resûl-İ Ekrem geri kalanını da yoksul muhacirlere dağıtmış veya onları evine çağırarak kendi sofrasında ağırlamıştır. Ensardan Ümmü Süleym’in, dokuz on yaşlarındaki oğlu Enes’i Hz. Peygamber’in huzuruna getirip ensar kadınlarının ona sundukları hediyelerle övündüklerini, kendisinin İse oğlunu hizmetine sunmaktan başka ikramda bulunma imkânı olmadığını söylemesi, ensann Hz. Peygamber’e ve onun şahsında bütün muhacirlere karşı nasıl bir ilgi, yardım ve destek yarışına girdiklerini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Kur’ân-ı Kerîm’de ensann bu fedakârlığı şöyle belirtilmiştir: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları öz canlarına tercih ederler”.(Haşr 59/9)
Ensar Akabe’de Hz. Peygamber’e verdiği sözü tutarak onu her türlü tehlikeden korumuş, gerek Medine’deki yahudilere ve münafıklara, gerekse Bedir Gazvesi’nden itibaren Mekkeli müşriklere ve diğer düşmanlara karşı yapılan silâhlı mücadelelerde daima Resûl-i Ekrem’in ordusunda yer almış, birçok kahramanlık örneği vermiştir. Bedir Gazvesi’nden önce Kureyş ile savaşacağını haber veren Hz. Peygamber ileri gelen bazı sahâbflerin düşüncelerini sorunca ensarın liderlerinden Sa’d b. Muâz daha önce kendisine iman edip desteklemeye söz verdiklerini, bu sebeple düşmana karşı koymaktan çekinmeyeceklerini söylemiştir. Aynı şekilde ensann hanımları da büyük fedakârlıklar göstermişler, İslâm’ın gelişip güçlenmesine destek olmuşlardır.
Ensann fedakârlığını her fırsatta dile getiren Hz. Peygamber onlan ancak müminlerin seveceğini, ensarı sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, nefret edenlerin cezasının da Allah’ın buğzu-na uğramak olduğunu belirtmiş, bir düğünden dönen Medineli çocuktan ve kadınları görünce doğrulup ayağa kalkarak dünyanın en değerli ve makbul insanlarının ensar olduğunu söylemiş ve Cenâb-ı Hakk’a dua ederek ensarı ve onların nesillerini bağışlamasını dilemiştir, Ensar evlerinin hepsinde hayır bulunduğunu, özellikle de Benî Neccâr, Benî Abdüleşhel, Benî Haris b. Hazrec ve Benî Sâide kabilelerine ait evlerin hayırlı olduğunu ifade etmiştir.
Ensann feragat ve fedakârlıkları Resûlullah tarafından olduğu gibi diğer bütün müslümanlar tarafından da daima takdirle anılmış, İslâm kardeşliğinin ideal bir uygulaması olarak görülmüş ve örnek alınmaya çalışılmıştır.
Hz. Peygamber’in, yeni müslüman olan bazı Mekkeliler’e (müellefe-i kulûb) gönüllerini İslâmiyet’e ısındırmak İçin bol miktarda ganimet malı vermesi üzerine bir kısım cahil Medineliler onun hemşehrilerini tutup kendilerini bırakacağını ileri sürdükleri zaman Resûl-i Ekrem bunun doğru olmadığını söylemiş, başkalan ganimet mallarıyla evlerine dönerken onların Allah elçisiyle birlikte dönmelerinin daha hayırlı olacağını belirterek gönüllerini almıştır. Bütün insanlar bir vadiye, ensar başka bir vadiye girse kendisinin ensarla beraber gideceğini ve hicret dinî bir emir ve ibadet olmasaydı kendisini ensardan biri sayacağını İfade ederek onları sevindirmiştir. Hz. Peygamber, son hastalığı sırasında ensardan bazı kimselerin kendisini ebediyen kaybedecekleri korkusuyla toplanıp ağladıklarını öğrenince son defa Mescid-i Nebevî’nin minberine çıkarak ensar hakkında bir konuşma yapmış, gittikçe azalan ensarın kendi cemaati, sırdaşları ve güvendiği kimseler olduğunu, üzerlerine düşen görevleri hakkıyla yaptıklarını söyleyerek onlara iyi davranılmasını, hatta kötülük yapanlarının bile bağışlanmasını tavsiye etmiştir.
Hayatı boyunca Resûl-i Ekrem’e sahip çıkarak daima onun yanında olan ensar vefatndan sonra da hadislerini titizlikle koruyup daha sonraki nesillere aktarmıştır. En çok hadis rivayet eden yedi sahâbîden biri olan İbn Abbas ashap içinde en fazla hadis bilenlerin ensar olduğunu söylemektedir.
Ensann ileri gelenleri arasında, başta Hz. Peygamber’i hicretten sonra evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensârî olmak üzere Sa’d b. Muâz, Oseyd b. Hu-dayr, Es’ad b. Zürâre, Übey b. Kâ’b, Zeyd b. Sabit, Külsüm b. Hidm, Ebû Dücâne, Ebû Talha, Enes b. Mâlik, Ubâde b. Sâmit, Abdullah b. Revana, Hassan b. Sabit, Abdullah b. Zeyd, Ebü’d-Derdâ, Esma bint Yezîd, Ümmü Süleym, Ümmü Haram bint Milhân gibi sahâbîleri zikretmek mümkündür. Ensar, Hz. Peygamber ve muhacirlerin Medine’ye hicretlerine imkân sağlamanın bir sonucu olarak İslâm tarihinin seyrini değiştirmiş, Medine’de ilk müslüman devletinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır. Resûl-i Ekrem, İslâm’ın tebliği ve uygulanması için ihtiyaç duyduğu pek çok imkâna, insan ve yurt unsurlarını ensann sağladığı bu devlet sayesinde ulaşabilmiştir. Ensar, Hz. Peygamber’den sonra devletin yönetimini ele geçirme hususunda ısrarlı olmamış, Saklfetü Benî Sâide’de Sa’d b. Ubâde’ye biat etmek üzere iken Hz. Ömer’le Ebû Bekir’in müdahale etmesi üzerine biattan vazgeçmiş, muhacir dostlannın değerini takdir edip onların lehine fedakârlıkta bulunmuştur. Hz. Ebû Bekir’den sonra da hilâfet meselesinde herhangi bir iddiaları bulunmadığı gibi bu mühim meselenin çözümü hususunda söz sahibi olmamanın ezikliği gibi bir psikolojinin esiri de olmamışlardır.
Hz. Ali’yi daima destekleyen ensar Hz. Osman’a karşı girişilen harekette isyancılara katılmamış, Hz. Osman’dan şikâyetçi olmalanna rağmen genellikle bu işe karışmamış, Emevîler’e karşı Haricî, Alevî ve Hâşimîler’İn çıkardıkları ayaklanmalarda da yer almamıştır. Hz. Peygamber’den sonra ensar umumiyetle siyasetten uzak bir hayat yaşamış, ticaretle uğraşmış, dinî İlimlerle ve bilhassa hadis rivayetiyle meşgul olmuş, bu arada bazılan da fetihlere katılmıştır. Emevî-ler zamanında ise siyasî ve dinî gelişmeler sonucunda bir muhalefet merkezi haline gelen Medine’de bulunmanın çilesini çekmişler, zulme ve baskılara mâruz kalmışlardır.
Ensann faziletine, soyuna ve ensardan bazı şahsiyetlerin hayatına dair çeşitli eserler kaleme alınmıştır. Hz. Peygamber’in meşhur şairi Kâ’b b. Züheyr’in Kaside râ’iyye fî medhi’l-enşâr ve el-Kaşîdetü’l-mîmiyye fî medhi’l-enşâr adlarında iki kasidesi. Muvaffakuddin İbn Kudâme el-Makdisî’nin el-îstibşâr fî nesebil-enşâr adlı eseri, Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî’nin el-‘Âbir fi’l-en-şâr ve’l-muhâcir ve’l-cihâd ve’1-ğazv ve’ş-şühedd adlı risalesi, Abdülmün’im el-Hâşimrnin Nisâ’ü’l-enşâr ve Hüseyin Mü’-nis’in eş-Şohâbe mine’l-enşât adlı kitapları bu eserlerden bazılarıdır.
TDV İslam Ansiklopedisi