Fal Nedir, Falın Tarihi/Tarihçesi Nasıl Yapılırdı, Tarihten Örnekler, Hakkında Bilgi

Fal. Çeşitli tekniklerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verme, gizli kişilik özelliklerini ortaya çıkarma sanatı.           

Arapça’da fal (fe’l) “uğur ve uğurlu şey­leri gösteren simge” anlamına gelir. Batı dillerinde umumiyetle “gelecekten ha­ber verme (kehanet)” anlamındaki Grekçe manteia (İngilizce’de maney, Fransız­ca’da mancie) ekiyle yapılan ve fal türle­rine göre değişen kelimeler kullanılmak­tadır (geomaney — toprak falı; ornitho-maney = kuş falı gibi).

İnsanoğlu tarih boyunca gerek kendi­siyle gerek çevresiyle ilgili bilinmezleri anlayıp keşfetmeye, istikbalin neler ge­tireceğini önceden Öğrenmeye ve böyle­ce kendi kaderine hükmetmeye çalış­mıştır. Şüphesiz bunda esrarengize ve meçhule karşı olan merak ve tecessüs duygusunun da büyük payı vardır. Bir bakıma her şekle bir mâna verme ve her davranışa bir anlam yükleme insanın ya­pısından gelen bir özelliktir. İnsanın bi­linmezi ve esrarengiz olanı keşfetmek için çeşitli yöntemler kullandığı bilinmek­tedir. Zaman içinde onun bu ihtiyacını karşılamak üzere bu işi meslek edinen­ler çıkmış ve bunlar toplumda büyük iti­bar görmüşlerdir. Kâhin, sihirbaz, büyü­cü, şifacı, falcı ve bakıcı gibi isimlerle anı­lan bu kişiler mistik sezgi gücüne daya­narak, görünmez varlıklarla temasa ge­çerek, yahut tabiattaki bazı varlık ve nes­nelerin durum ve davranışlarını yorum­layarak bu konuda söz sahibi oldukları­nı İddia etmişlerdir. Normal insanlar için meçhul sayılanı anlamaya ve deşifre et­meye, böylece ona hükmetmeye çalışan bu kişilerin iddiası ne olursa olsun alan­ları ve yöntemleri arasındaki benzerlik­ten dolayı bu meslekleri ifade eden kav­ramlar çok defa birbiri yerine kullanıl­maktadır. Meselâ Batı dillerinde fal, ke­hanet ve bakıcılık “divination” kelime­siyle ifade edilmektedir. Ancak yine de falcılık, kehanet, büyücülük, bakıcılık ve sihirbazlık arasında farklar vardır.

Fal genelde ya bazı alet ve vasıtalarla ya da bazı yöntemlerle tahminlerde bu­lunma, içinde bulunulan zamanla ve ge­lecekle ilgili yorumlar yapma işidir. Ke­hanet ve bakıcılıkla ortak yönleri varsa da fal özü itibariyle farklıdır. Çünkü ke­hanet ve onun özel bir şekli olan bakıcı­lık cinler yardımıyla veya özel yetenek­lerle (bakış, seziş vb.] icra edilir. Bu ba­kımdan falcı kâhin ve bakıcıdan farklı­dır. Kâhin (şaman), riyazet sırasında aç kalıp kendinden geçtiği ve vecde ulaştığı durumlarda gözle görülmeyen varlıklar­dan özel olarak bilgi aldığını iddia eder. Bakıcı kâhinlerin göz yeteneği gelişmiş bir sınıfıdır; ateşe, suya, yağa ve diğer bazı şeylere bakarak açıklamalar yapar. Falcı da bazı şeylere bakar, belirli işlem­ler yapar, özel alet ve vasıtalar kullanır; ancak onun farklı bir yeteneği ve uymak zorunda olduğu zühd kuralları yoktur. Fala bazı teknikler, kurallar ve söz ka­lıplarıyla belirli şeylerden anlamlar çıka­rıp olumlu veya olumsuz sonuçlara ula­şır. Ayrıca falda şimdiki zamanla veya gelecekle ilgili bir tahmin söz konusu iken sihir ve büyüde mevcut durumu iyi­ye yahut kötüye yönlendirme ön plana çıkmaktadır.

Falda çeşitli araçlar ve teknikler kul­lanılmakta, buna göre de değişik fal tür­leri ortaya çıkmaktadır. Tarihin muhtelif devirlerinde çeşitli kültürlerde bi­linen ve uygulanan başlıca fal türlerini şu şekilde sıralamak mümkündür; Yıldız falı (horoscopy}. İnsanın doğduğu günü dikkate alarak o günkü göğün durumu. yıldızların konumu ve insan üzerindeki etkilerinden hareketle onun kaderi hak­kında yorum yapma işidir. Falın bu çe­şidi, yıldızların konum ve tesirlerini in­celeyerek insanın kaderini önceden bil­meyi amaçlayan astrolojiyle yakından İlgilidir. El falı (chiromancy). Eldeki çizgi­lerden kişinin geleceğini okuma işidir. Kuş falı (omithomancy). Kuşların uçuş şek­li ve seslerinden bir anlam çıkarmak su­retiyle gelecek hakkında bilgi verme işi­dir. Kâğıt falı (cartomancy). Üzerinde çeşitli şekil ve semboller bulunan kâğıtla­rın muhtelif tekniklere göre açılıp dağı­tılması ile ortaya çıkan sonucun yorum­lanması işidir (iskambil ve tarot falı gibi). tç organlar falı (haruspicy, aruspice, extispicine). Bazı hayvanların iç organlarına ba­karak yorum yapma işidir (Karaciğer fa­lı Ihepatoscopİel, bağırsak falı |extaspicy| gibi). Kum (toprak) falı (geomancy). Kum, toprak, toz ve çakıl taşlan ile tesadüfen tesbit edilen belli noktalar ve bunların şekilleri üzerine yapılan yorumdan iba­rettir. Zar falı (lithomancy). Taşlarla veya zarla yapılan faldır. Kitap falı. Belli bir dilek ve niyetle bilhassa kutsal kitapları açıp bulunulan yerdeki ifadeleri yorum­lama işidir.

Falın bunların dışında ateş falı (pyromancy), su falı (hydromancy). rüya yoru­mu (oneiromancy), astrolojik güçlerle et­kilendiği söylenen vücut şekilleriyle ilgili fal (morphoscopy), başın şekline göre ya­pılan fal (phrenology). matematik uygun­luklar falı (numerology). kura çekmek su­retiyle yapılan fal (sortilege), çay falı (tas-seography), kahve falı gibi fal türleri de vardır. Bazan öyle tekniklerle karşılaşı­lır ki onun bir çeşit fal olduğunu anla­mak âdeta mümkün olmaz. Meselâ ira­de dışındaki vücut hareketleri, âni san­cılar, seğirmeler, aksırmalar vb. şeylerden anlam çıkarmak, bunları yorumla­mak; zehir, kaynar su gibi şeylerle ceza verip ona göre sonuçlar çıkarmak gibi yöntemler bunlardan sayılır. Bazı fallar tabii bir olayı gizemli sayarak onun şif­resini çözmeye çalışır ve bu tür işlem­lerde çok defa fal ile kehanet birbirine karışır veya karıştırılır.

Tarih boyunca bazı dinlerde din adam­larının aynı zamanda kâhinlik yaptıkları da bilinmektedir. Milâttan önce 4000 yıllarında Mısır’da, Çin’de. Bâbil’de ve Kalde’de falcılık-kâhinlik yapıldığını bu­gün bazı belgeler ortaya koymaktadır. Falın en eski menşei muhtemelen Me­zopotamya’dır.

Geleceği bilmeye yönelik çok sayıdaki teknik Akkadlar döneminde gelişmiş, daha sonra bütün Asya ve Akdeniz böl­gelerine yayılmıştır. Kullanılan teknikle­rin çeşitliliği ve günümüze kadar ulaşan yazılı belgelerin çokluğu, bu tür işlerin bütün sosyal tabakalarda yaygın oldu­ğunu göstermektedir. O dönemde en çok kullanılan fal tekniği iç organların in­celenmesiydi. Mezopo­tamya’da Sumerler’den itibaren rastla­nan bu teknik milâttan önce II. binyılda oldukça gelişme gösterdi. Cok titiz ku­rallara bağlanan bu teknikte kurban edi­len kuzuların iç organları ve özellikle de karaciğer, safra kesesi, akciğer ve ba­ğırsakları inceleniyordu. Bir diğer fal tekniği de suya bir miktar yağ dökmek suretiyle iki sıvının karışımın­dan ortaya çıkan şekillerin yorumuna dayanmaktaydı. Buna “lecanomancy” de­nilmektedir.

Bâbil’de çocukların doğum ayları ve özürlü doğumlara göre yapılan yorum­lar, tıbbî belirtiler, insan fizyonomisi, hay­van davranışları, rüya ve takvim falı ile astroloji gibi teknikler de kullanılıyordu. Diğer tekniklere göre daha sonra geli­şen astroloji Kaldeliler’de, Babilonya’da ve Asur’da daha çok krallar tarafından krallık ve devletle ilgili olarak uygulanı­yordu.

Mezopotamyalılar’a göre yıldızlar gö­ğün yazıları idi. Onlar, milletlerin ve in­sanların kaderinin orada yazılı olduğu­na inandıkları için bu konuda bir yorum şekli geliştirmişlerdi. Önemli olayların vukuunda yıldızların ne durumda oldu­ğu belirlenip benzeri durumlarda ben­zer olaylar beklenirdi. Astrolojide burç­lara başvurmanın milâttan önce 700’ler-den İtibaren ortaya çıktığı sanılmakta­dır. Bir kimsenin doğumu esnasında yıl­dızların durumundan hareketle onun kaderinin bilinebileceğine inanılırdı. Milât­tan önce 29 Nisan 410’da doğan bir Kal-deli’nin kaderinin ne olacağını haber ve­ren bir çivi yazılı metin ele geçmiştir. Gökyüzü ile yeryüzü olayları arasındaki münasebetle ilgili müşahedeler astrolo­jik kodlar halinde belirlenmişti. İnsanlar hayat olaylarını yorumlamak için bu kod­lardan faydalanıyorlardı. Hititler’de de genel olarak kehanet, özel olarak da fal mevcuttu. Yazılı belgelerde kendilerin­den “bin tanrılı” diye bahseden Hititler, kaderlerini bu tanrıların yönettiğine inan­dıklarından tanrıların isteklerine cevap vermek veya kendi dileklerine cevap ala­bilmek için fala başvurmuşlardır. Tanrı­ların verdikleri işaretler olarak görülen olaylar Hitit dilinde “sağar (işaret, belir­ti, omen) terimiyle ifade edilmekte, bun­lardan bazıları iyi, bazıları da kötü belir­ti olarak yorumlanmaktaydı.

Hititler Bâbil’deki fal türlerinden en fazla astrolojik olanları benimseyip kul­lanmış, ay ve güneş tarafından verilen işaretler özellikle kral ve ailesi için ge­çerli kabul edilmiştir. Hititler, hayvan iç organları ve karaciğer bakıcılığından ken­dilerine has bir tür olan et (kus) falını geliştirmişlerdir. Bu fal türünde amaç, organlarda gözlenen belirtilere göre Bâ­bil’deki şekliyle hangi olayların meyda­na geleceği hakkında kehanette bulun­mak değil, kendi sordukları somut so­rulara olumlu ya da olumsuz cevaplar bulmaktı. Hititler’de falın en çok kulla­nıldığı alanlardan biri de savaşlardı. Hi­tit ordusunun takip edeceği yol. kışla­yacağı şehir, saldırıya geçeceği yer ve zaman, kralın zafer ihtimali hep fal ara­cılığı ile belirlenirdi. Diğer taraftan her­hangi bir kötü belirtinin sebebi, kimin için bir felâket bildirdiği de falla öğre­nilmeye çalışılırdı. Falın kullanılmasında önce fal sorusu sorulmakta, sonra uy­gulanmasına geçilmekte ve falın cevabı alınmaktaydı. Cevap istenilen şekilde de­ğilse diğer sorularla fal sürdürülür, ya­pılan bir fal diğer bir fal türüyle kontrol edilirdi. Hititler’de kullanılan başlıca fal çeşitleri talih falı (kin), kuşların uçuş fa­lı (musen). et falı (kus), kızıl keklik falı idi (musen hurri).

Eski Yunanda rahiplerin yanında, ga­ipten haber vermekten ziyade gelecek için öğütlerde bulunma ve tanrıların is­teklerini öğrenme niteliğine sahip “man­tis” adını taşıyan kâhinler vardı. Bunlar Tanrı’nın isteklerini öğrenebilmek için başka usullere başvurmakla birlikte en çok kuşların uçuş tarzını inceleyerek yorumlar yaparlardı. Mezopotamya’da gö­rülen, hayvanların bağırsak ya da kara­ciğerini inceleme usulü Yunanistan’da da yaygındı. Yunanlıların en büyük ke­hanet tanrısı Apollon’du; onun Delfoi’-daki tapınağı ve bu tapınaktaki Pitya adlı kâhin büyük üne sahipti. Orfeus dininde rahipler gele­ceği önceden haber vermek, uğursuzluk­ları ortadan kaldırmak gibi işlerle meş­gul olmuşlardı.

Manevî varlıklar ve beşerî olmayan ya­ratıklar tarafından gönderilen haberleri alma maksadı taşıyan falın (augury) es­ki Yunan ve Roma’daki klasik şekli kuş­ların uçuşunun tanrıların yönetiminde olduğu, ancak falcılarda da bir şifresinin bulunduğu inancına dayanır. Bütün di­ğer gizli haberler de “augurium” keli­mesiyle ifade edilmiştir. Kuşların uçuş­ları, çığlıkları ve davranışları, Hint-Avrupa kavimlerinde olduğu gibi Yunan ve Romalılar’da da uğur-uğursuzluk sebe­bi olarak görülmüştür. Bu husus Aristo’­nun kuşlarla ilgili komedisinden de an­laşılmaktadır. Aristo ayrıca insanın ka­derini yüz çizgilerinden tahlil eden bir kitap yazmıştır. Yunan filozoflarından Pisagor bazı Asya ülkeleriyle Mısır’ı do­laşmış, Kaldeliler’in ve Mecûsîler’in gizli bilimlerini araştırmıştır. Bazı kaynaklar Eflâtun’un da fala inandığını belirtmek­tedir. Hemen bütün mitolojiler falcılarla ilgili hikâyelere yer vermektedir. Mese­lâ Yunan mitolojisine göre Apollon ev­lenmek istediği Kassandra’ya falcılık yeteneği vermiştir. Yine bilgi tanrısı Apol­lon zar şansıyla ilgili falı Hermes’e ver­miş, böylece Hermes kumarbazların tan­rısı olmuştur.

Eski Roma’da çok önemli bir rahip ko­leji vardı. Kuşların hareketlerini takip ederek onların verdiği işaretlerden dinî, dünyevî kararlar çıkaran rahipler, dev­let memurlarının herhangi bir konuda ne yapmaları gerektiğini tavsiye edebi­liyorlardı. Bu işleri “Libri Augurales” de­nilen kutsal prensipler düzenliyordu. Kuş falı âyinini ayrıntılarıyla tasvir eden çok sayıda Grek ve Latin metni vardır. Siya­sî, askerî, dinî işlerle ilgili tanrıların ter­cihine delâlet eden işaretler bu falın mal­zemesidir. Kuş falı âyininin icrası esna­sında rahip seçtiği kelimelerin vurgula­rına özen gösterir, böylece onun Tanrı ile insan arasındaki iletişimi sağladığı­na inanılırdı. Eski insanlarca yanılmaz bir bilgi kaynağı olarak görülen iç or­ganlar falı Yunan ve Romalılar’ca da çok önemli kabul ediliyordu. Yine eski Yunan ve Roma’da içine bazı şeyler atılan su yüzeyi ile aynanın da yansıttığı gö­rüntülerle geleceği bildirebileceğine ina­nılırdı. Ayrıca gök gürültüsü, şimşek gi­bi meteorolojik olaylar da falcılıkta kul­lanılıyordu.

Eski Çinliler’de fal uzun bir geçmişe sahipti. Şang hanedanı zamanından iti­baren(m.ö. yaklaşık 1765-1123) bu ülke­de devlete ait işlerde verilecek kararı belirlemek amacıyla koyun, öküz kemik­leri, kaplumbağa kabuğu ile tabiat ruh­ları ve atalara danışma şeklinde fala ba­kılırdı. Çok sayıdaki fal ve kehanet çe­şitleri arasında kürek kemiği tekniği (sca-pulimancy) en gözde olanı idi. Kaplumba­ğa kabuğu ve civan perçemi otunun uzun ve kısa saplan ile kura suretiyle tamam­lanan bir fal geleneği yaygınlık kazandı. Aslında Çinliler astrolojiye özel bir önem vermekteydiler. Bu husus yer falında da kendini göstermekteydi.

Çin kültürüne ait meşhur beş klasik­ten biri I-Ching (Değişiklikler Kitabı) en eski fal kitabı olarak bilinir. Çin’de kökü eskilere dayanan ve Chou hanedanı za­manında başvurulan “pa kua” falında altmış dört tane köşeli şekil bulunur. Bu ise Çin felsefî, kozmolojik spekülasyon­larının temelidir (I-Ching). Her pa kua üç çizgiden oluşur ve bu çizgilerin özel bölünme tarzları vardır. Bunların âlemin sırlarını ihtiva ettiğine inanılırdı. Bu çiz­giler ayrıca kum falında da kullanılırdı.

Hindu astrolojisi Çin ve Ortadoğu sis­temlerinin karma şekliydi. Bu çizgili fal biçimi İslâm dünyasında “remil” diye bi­linen fal türüdür. Uğurlu sayılanları ya­nında ölüm habercisi gözüyle bakılan güvercin ve baykuş Hindistan’da da kuş falı bakımından önemliydi. Hindistan’da fal ve kehanet işlerini Atharva rahipleri yürütürdü. Bunlardan başka önceleri di­nî karakterleri olmayan falcılar da bu­lunmaktaydı. El, yüz vb. vücut organları ile yapılan fal çeşitlerinin de bulunduğu Hindistan’da milâttan sonraki yüzyıllar­da gelecekten haber verme konusunda rüya yorumu gelişti. Hindistan’da astro­lojiye büyük önem verilmesine rağmen Buda mürşid olduktan sonra bütün sah­te hünerleri, fal ve kehanet faaliyetleri­ni reddetti. Bununla beraber bu konu­da kendisinden farklı düşünen şâkirdleri de vardı. Hindistan dışındaki Budistler-ce yerli fal gelenekleri sadece tanınmak­la kalmamış; Budist keşişleri Hint astro­lojisinin olumlu yanlarını Tibet, Moğolis­tan, Burma. Seylan ve Siyam gibi ülke­lere de sokmuşlardır. Tibet’te Çin tarzı astroloji Hindistan’ınkine baskındı ve yaygın kura falının bir kılavuzu bulunu­yordu. Kılavuzda sonuçlara göre şu baş­lıklar yer almaktaydı: Eve ait, yardımlar, hayat, tıbba ait. düşman, ziyaretçiler, iş. seyahat, kayıp mat, servet, hastalık.

Çinliler, Kuzeydoğu Asya ülkeleri ve bazı Batı ülkeleri gibi (meselâ eski Al­manlar ve Yunanlılar) Japonlar da kürek kemiği falına bakarlardı. Bir geyik kü­rek kemiğini ateşe tutarak ısıttıktan son­ra çatırtılarından anlamlar çıkarma şek­lindeki fal uygulamasının hâlâ devam ettirildiği bölgeler vardır; ayrıca kaplum­bağa kabuğu da öteden beri kullanıl­maktadır. Japonlar arasında özellikle ka­dınlar ve âşıklar karanlıkta yere bir değ­nek diker, değneğin çevresine kutsal pirinç serpiştirir ve “yol kavşağı falı” de­nilen bu yolla tanrıların kısmetlerini kar­şılarına çıkarmasını beklerlerdi. Böylece onlar, belirledikleri yerden geçecek ilk erkeğin ya da eş adayının ne istediğini bilmeye çalışırlardı. Bu fal geleneği ya­kın zamanlara kadar sürmüştür.

Japonlar’da astroloji ve kuş falının bu­lunduğuna dair elde yeterli bilgi yoktur. Çin’de yaygın olan bu fal çeşitleri muh­temelen Japonya’da ilgi görmemiştir. Bununla beraber bu ülkede, üzerinde numaralar yazılı kura çubuğu falı vardı. Zelzele, fırtına ve sellerin savaşı haber veren alâmetler olduğuna inanılırdı. Ja­ponlar güneş ana tanrıçasının tapınağı­na hevesle dönüp ondan geleceğe dair bir ışık kapmak isterler. Rüyada gelecek­le ilgili şeylerin görüldüğüne inanırlar ve onun yorumuna önem verirler.

Türkler’in müslüman olmadan önceki dinî törenlerinde ve günlük hayatların­da falın önemli yeri vardı. Orta Asya Türkçesi’nde fal kavramı ırk kelimesiyle kar­şılanıyordu. Nitekim Kâşgarlı Mahmud Dîvânü lugâti’t- Türk’te bu kelimeyi “falcılık, kâhinlik ve bir kimsenin içinden geçeni bilmek” şeklinde açıklar. Türkler’-de fal anlamına gelen kelimelerden biri de tölgedir. Suya ve aynaya bakma; kur­şun, köz ve tütsü; kürek kemiği, kahve. bakla falları Türkler’de yaygın olan fal türlerindendir. Şamanlar kayıp kişiler­den haber almak için ayna kullanmışlar­dır. Kürek kemiğiyle fal bakma Asya’nın birçok bölgesinde yaygınlık kazanmış­tır. Orta Asya Türkleri, Moğollar, Arap­lar. Yunanlılar. Romalılar ve bazı Balkan halklarında koyun ve keçi gibi hayvan­ların kürek kemiğiyle fala bakma gele­neği vardır. Türkler arasında İslâm’dan önce de mevcut olan bu yöntem günümüzde Anadolu’nun hayvancılıkla geçinen bazı yörelerinde uygulanmaktadır. Bakla falı da eski Ön Asya ve Orta Asya menşe­lidir. Orta Asya Kazak ve Kırgızları ile Özbekler’de bu fal kumalak adıyla bilinir.

Yahudilik’te de geleceği keşfetme, bi­linmezi anlama ihtiyacı ile bu isi yapan­lar ve özel yöntemler mevcuttur. Bu ih­tiyacın karşılanması için meşru olan ve olmayan yollar vardır. Geleceği keşfet­me ve bilinmezi anlamanın meşru kabul edilen yollan peygamberi haber, sâdık rüya. Urim ve Thummim yoludur. Pey­gamberler gelecekle ilgili şeyleri Tanrı’dan öğrenip insanlara bildirmekte onla­rın gelecekle ilgili söyledikleri mutlaka tahakkuk etmektedir. Ahd-i Atîk’te rüya yoluyla çeşitli ki­şilerin gelecek hakkında bilgilendirildi­ğine dair malumat vardır. Ahd-i Atîk’te meşru kabul edilen bir diğer yol da Urim ve Thummim yoludur. Urim ve Thum­mim, İsrâiloğulları’nın onlar vasıtasıyla Tanrı’nın iradesini anladıkları mahiyeti bilinmeyen nesnelerdir. Tanrı Hz. Musa’­ya Urim ve Thummim’i hüküm göğüslü­ğü içine koymasını emretmiştir, Başkâhin, İsrail milletiyle ilgili şüpheli ve tehlikeli durumlarda bunları kullanarak Tanrı’nın iradesini öğreniyor­du. Bu­na rağmen halk arasında yalancı pey­gamberlere, ücretle iş yapan kâhinlere ve falcılara müracaat edenler de vardı.

Geleceği bildiren kâhinlerle peygam­berler arasında ilişki kurulan Yahudilik’­te bazı peygamberler kâhinlerin kullan­dığı bir kısım yöntemleri (müzik gibi) kul­lanıyordu. Peygamber de kâhin de gelecekten haber vermekle birlikte ikisi arasında ve­rilen bilginin kaynağı itibariyle fark var­dı. Kâhinlerin faaliyetleri Allah’ın mutlak kudretine, ona ait olana müdahale kabul edildiği için yasaklanmıştı. Diğer taraftan niyet tutma, tefe’ülde bulunma ve Allah’­tan bir işaret bekleme caizdir. Hz. İbra­him’in kölesi Eliezer Hz. İshak’a eş seçer­ken ve Saul’ün oğlu Yonatan Filistin kampına giderken tefe’ül­de bulunmuştu.

Yahudi kutsal kitabına göre gelecekle ilgili gizli bilgiler, peygamberi haberle­rin dışında çeşitli isimlerle anılan kişi­lerce  muhtelif yöntemler kullanılarak anlaşılmaya veya ortaya çıkarılmaya çalışılır. Bu tür insanları ifade eden üç ana terim vardır. Bunlardan menaheş “işa­retleri gözlemek” anlamındaki nahaş kö­künden gelir ve bazı işaretleri yorumla­yarak gelecekten haber veren kişiyi ifa­de eder. Meonenin menşei tartışmalıdır; kuşları gözleyip uçuşlarını ve seslerini yorumlayan kişiyi anlatır. Kelimeye “ruh veya cin çağıran, bulutların durumunu inceleyerek yorum yapan” anlamı da ve­rilmektedir. Kösem, kesem ise “ip. ok vb. araçlarla kehanette bulunma ve fal bak­ma” anlamında kullanılmaktadır.

Ahd-i Atîk’te ve yahudi dinî literatü­ründe zikredilen başlıca fal türleri şun­lardır: Kâse falı[536]; karaciğer falı; fal oklarıyla gerçekleştirilen fal; terafimfalı; çubuk, değnek falı; ağaç falı; kuş fa­lı; yıldız falı; gölge falı; ölülerle konuşarak gele­ceği öğrenme (necromancie).

Bu fal türlerine rağmen yahudi kut­sal kitabında her tür kehanet ve fal ya­saklanmıştır. Tevrat’ta. “Gizli şeyler Allahımız Rabbindir” cüm­lesiyle gayb bilgisinin Allah’a ait olduğu ve bu alandan uzak durulması gerekti­ği vurgulanmış, “Aramızda oğlunu ve kı­zını ateşten geçiren, yahut falcı, yahut müneccim, yahut sihirbaz, yahut afsun­cu, yahut büyücü, yahut cinci, yahut ba­kıcı, yahut ölülere danışan bulunmaya­cak” denilerek bun­lar yasaklanmış, bu işlerle meşgul olan­ların öldürülmeleri emredilmiştir. Kral Saul bütün cincileri ve bakıcıları ülkeden kovmuş. Yoşiya’nın dinî refor­mu çerçevesinde bunlar ortadan kaldı­rılmıştır. Diğer taraf­tan Yahuda Kralı Manasse bütün bu ya­sakları çiğnemiştir.

Talmud’da rabbiler kehanete karşı ka­rarsız bir tavır benimsemişlerdir. Bir yan­da her tür kehanet ve falcılığı yasakla­yan ifadeler, öte yanda Babilonya bilgin­lerinin (amoraim) yaşadığı bölgedeki yay­gın uygulama rabbileri, yasak olan kehanetle (nahaş) izin verilen “işaretler” (simanim) arasında belli bir ayırım yapma­ya sevketmiştir. Maimonides bütün ke­hanet çeşitlerinin yasak olduğunu belir­tirken Abraham b. David Posquieres işa­retlerin caiz olduğunu ileri sürdü. Bu­nunla beraber bazı olaylarda neyin işa­ret neyin kehanet olduğu tam olarak ayırt edilememektedir.

Ortaçağ süresince hem yahudiler hem de hıristiyanlar gökyüzündeki cisimlere ve insan bedenine, el, yüz gibi organlar­la aksırma gibi hallere bakarak falcılık yapmaktaydılar. Hayvanların hareket ve sesleri de bu doğrultuda değerlendirili­yordu. Meselâ acı acı havlayan bir köpek ölmüş birinin ruhunun şehirde gezdiği­ne, arkasını sürüyen bir köpek ise ölüm meleğinin yakınlarda olduğuna işaret sa­yılırdı. Diğer taraftan bazı yiyecekler hay­ra yorulurdu. Nitekim yıl başında (Roş-ha-şana) yenilen yiyeceklerin hepsinin hayra yorulan anlamlan vardı. Ortaçağ Yahudiligi’nde hıristiyan kaynaklarından ve Greko-Romen geleneklerden gelen inanışlar da vardı. Meselâ yılbaşı İle bü­yük kefaret günü (Yom Kipur) arasında­ki on gün boyunca mum yakma âdeti bunlardandır. Eğer bu süre içinde mum sönerse fal bakan kişinin o yılın sonu gelmeden öleceğine, sönmezse yaşaya­cağına inanılırdı. Hem yahudiler hem de hıristiyanlar Kitâb-ı Mukeddes’i bir fal aracı olarak kullanmışlardır. Ayrıca Ortaçağ’larda özellikle Almanya’da define bulmak İçin çubuk falı uygulanmıştı.

Yahudilikteki kadar olmasa bile fal ve kehanet Hıristiyanlık için de önemli bir gelenek teşkil etmekteydi. Hıristi­yanlık’ta falcılığın temelleri Grek-Roma ve yahudi geleneğine dayanır. Ahd-i Cedîd’de falcılıkla ilgili bilgiler oldukça az­dır. Rüya yoluyla bilgilendirme Ahd-i Cedîd’de de vardır. Ahd-i Cedîd’in “Re­sullerin İşleri” bölümünde hıristiyan ol­mayanlar arasındaki sihirbaz ve falcılarla ilgili bilgiler verilmiş, ancak bunlar hoş görülmemiştir.

İlk hıristiyanlar fal ve kehaneti büyü­nün bir kolu olarak kabul ediyorlardı. Hı­ristiyan teolojisinde insanla gerçek Tan­rı arasındaki ilişki ortadan kalktığı, bu­nun yerine insanla insan tanrı îsâ ara­sındaki yakınlık ortaya konduğu için ke­hanet ve faldaki iyi-kötü mücadelesi îsâ ile şeytan arasındaki savaşın bir parçası olarak algılanmış, insana musallat olan kötülükler, medyumluk ve benzeri şey­ler cinlerin İşi sayılmıştır. Ancak astro­lojik alâmetler, rüya yoluyla olması ge­rekeni anlama ve bir işi kura ile belirle­me iyi karşılanmıştır. Roma İmparatorluğu’nda falcılıkla ilgili halk gelenek ve yöntemleri Hıristiyanlığa girmiş ve kay­nağı ne olursa olsun Hıristiyanlık’taki falcılık geleneğinin gelişimi genelde hıristiyanlara hâkim olan imparatorların tu­tumuyla bağlantılı olmuştur.

Kilise literatüründe kâhin ve falcılara şu adlar verilmiştir: Incantator. Kelime­lerle kehanette bulunup hastaları iyi eder, ölenleri kutsar veya onlara bed­dua eder, hava şartlarını yönlendirir. Arioli. Bir idolün etrafında dönerek mes­leğini icra eder. Aruspice. Bunlar kürek kemiği veya kümes hayvanlarının göğüs kemiklerini kullanarak falcılık yaparlar­dı. Augure. Kuşların uçuş yönlerine göre fala bakardı. Astrolog, genethliaci, mathematici. Yıldızlara bakarak falcılık ya­parlardı. Sortilegi. Kutsal metinden rastgele bir sayfa açıp fala bakardı.

Augustin, İskenderiyeli Clement ve Ter-tullian gibi ilk kilise babalan fal ve ke­haneti reddetmişlerdir. IV. yüzyılda kili­se fal ve kehanetle daha yakından ilgi­lenmeye başladı. Laodicia (343-381 |?|), Vannes (461 veya 465). Agde (506), Orleans (511) konsillerinin kanunları bu işle­ri zararlarına dikkat çekip yasakladılar. Papa II. Gregory’nin başkanlığında 721′-de toplanan konsilde Roma kilisesi arioli, aruspice, incantatorların işleriyle diğer kehanet türlerinin tamamını yasaklayıp aforoz etti. Buna rağmen kehanet ve fal­la ilgili telakki ve uygulamalar sürmüş­tür. Kilisenin göz yumduğu ve Ortaçağ’larda en çok yaygınlık kazanan tür astro­loji idi.

Ortaçağ ve Yeniçağ hıristiyan dünya­sında en yaygın fal türleri küreye bak­ma, rüya yorumculuğu, el falı ve numerolojidir. İskambil falı da oldukça yay­gın olup kabalistik mistisizmin etkisini temsil eder. Doğudaki Bizans Hıristiyanlığı’nda en gözde fal türleri aynaya bak­ma, su falı, tabak, fincan falı, kum falı ve rüyalardı.

Rönesans ve reform bu hareketleri suçladıysa da kehanet, rüya ve kutsal kitap falı bu çevrelerde de varlığını sürdürdü. Halk kesimlerinde bu tür faali­yetlerin devam etmesine karşılık kilise her tür kehanet ve fala olumsuz gözle bakmıştır.

Câhiliye devri Araplarında da diğer ka­vimlerde olduğu gibi fal, bakıcılık ve kehanet birbirine karışmış olarak yaşamak­taydı.

TDV Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski