Falaka Nedir, Ne Demek, Hakkında Bilgi

Falaka. Ayak tabanlarına uygulanan dayak cezası için geliştirilmiş alet.

Yaklaşık 1 m. boyunda, uçları arasına, başlarından itibaren İki elle tutulacak kadar birer kabza kısmı bırakıldıktan sonra 50-60 cm. uzunluğunda bir ur­gan parçası tesbit edilmiş kalın bir so­padan ibarettir. Sırt üstü yatırılan şah­sın ayak bileklerine geçirilip iki kişi ta­rafından tutularak kendi ekseni etrafın­da çevrildiğinde urgan ayaklara sarılır ve onlan hareket edemez hale getirir; üçüncü kişi de (bazan İki kişi birden) ge­nellikle kızılcık dalından yapılmış değ­nekle ayak tabanlarına vurur. Bu ceza­ya “falaka cezası” veya kısaca “falaka”, uygulanmasına da “falakaya yatırmak, falakaya yıkmak” denilir.

Arapça sözlükler falaka kelimesini faik (yarmak, bölmek, boydan boya ikiye ayır­mak) kökünden getirmekte ve “hasebe” (köşeli tahta) kelimesiyle karşılamaktadır­lar. Bedros Keresteciyan kelimeyi, şeklî benzerliğinden ve adlandırdığı aletin tanımlamasından ha­reketle Latince’deki phalangae/palangae(İki kişi tarafından omuza alınarak or­tasında bulunan zincir veya halat yardımıy­la ağır yük taşımakta kullanılan kalın so­pa, palanga) ve bu kelimenin aslı olan Grekçe’deki falagges ile (sopa) karşılaş­tırmış, modern Yunanca’daki “falaka” an­lamına gelen falaggasın ise Türkler’den alındığını (yani Arapça’ya geçen falaggesin Türkler aracılığıyla Yunanca’ya geri dön­düğünü) ileri sürmüştür. Bu gö­rüş. Yunan ansiklopedisi Megali Elleniki Enkyklopaideia ile Hü­seyin Kâzım Kadri’nin Türk Lugatı’nüa aynen tekrarlandığı gibi bu sonuncusu­nu kaynak kabul eden Türkçe sözlük ve ansiklopediler tarafından da benimsen­miştir. G. Lecomte ise kelimenin Arap­ça olduğunu vurguladıktan sonra Grek­çe’den yapılan etimolojinin tutarsızlığı­nı açıklamakta ve Türk hâkimiyetiyle birlikte Yunan hayatına giren falakanın Grekçe falarocaya (falagges) yaptığı çağ­rışımdan dolayı halk tarafından falaggas şeklinde adlandırıldığını, yani halk etimolojisiyle falakanın falaggasa çevrildiğini belirtmektedir (E!2 |ing.|, ıı, 763-764).

Klasik Arapça sözlükler, falakaya bu adın verilmesinin sebebini değnekle vu­rulan ayak tabanlarının yarılmasına bağ­larsa da bu yorumun dil bilimi mantığı açısından benimsenmesi mümkün değil­dir ve her şeyden önce aşırı sayıda değ­nek darbesine mâruz kalan tabanlar ya-nlmamakta, ezilip parçalanmaktadır. Fa­lakanın urgansız ve Burhân-ı Kâtı’ Tercümesi’nde kaydedildiği gibi tomruğa benzer bir çeşidi, bir tarafındaki uçlan birbirine raptedilmiş iki uzun tahta şek­lindedir. Bu ilkel falaka çeşidiyle, “boydan boya yarmak, uzunlamasına ikiye bölmek” anlamındaki Arapça felak kelimesi birlikte ele alındığında aralarında kavram açısından bir uygunluk bulunduğu görül­mekte ve bu aletin adını kendi şeklinden (yarılmış ağaç) aldığı anlaşılmaktadır. Bu­na göre ilk falakanın, boydan boya ya­rılmış fakat maşa gibi tamamen iki par­çaya ayrılmamış bir ağaç fidanı gövde­sinden veya düzgün, kalın bir ağaç da­lından ibaret olduğu ileri sürülebilir.

Falakanın Ortadoğu’da kökü çok es­kilere giden bir geçmişinin olduğu sa-nılmaktaysa da gerek yazılı belgelerde gerekse tasvirî sanat eserlerinde günü­müze kadar bunu aydınlatacak herhan­gi bir bilgiye rastlanmamıştır. Kitâb-ı Mukaddes’te terbiye amacıyla çocuğa değnekle vurulabileceği belirtilmekte[570], Kur’an’da ise zina eden erkek ve kadınlara 100’er. namuslu kadınlara zina iftirasında bu­lunanlara seksener “celde” (değnek vb. darbesi) vurulması emredilmektedir(Nûr 24/2, 4). Ancak her iki kitapta da kişilerin nerelerine vurulacağı belirtil­mediği için bu cezaların falaka ile ilgile­rini tesbit etmek mümkün değildir. Ay­nı şekilde Asr-ı saâdet’teki uygulama­lar da konuya ışık tutmamaktadır; çün­kü, meselâ Hz. Peygamber şarap içen­lerin dövülmesini emrettiğinde sahâbî-lerin suçluya hurma dalı. ayakkabı veya elleriyle rastgele vurdukları anlaşılmak­tadır. Falaka türü bir dayak uy­gulamasına Kur’an’da ve Hz. Peygamber’in eğitim metodunda rastlanmama­sı yanında İslâm’ın ilk asırlarında da böy­le bir uygulamaya tesadüf edilmemesi, onun İslâmî eğitimin bir gereği olmayıp sonradan ortaya çıktığını göstermektedir. Eğitimde falaka cezası hakkındaki en eski bilgiye Kâbisî’nin (ö. 403/1012) bir risalesinde rastlanır. Bu­rada müellif okulda çocuğun kaç yaşında, hangi şartlar altında ve ne miktar­da dövülebileceğini açıklarken baş ve yüz gibi vurulmaması gereken yerleri belirttikten sonra darbeye karşı daha dayanıklı ve bedenin diğer kısımlarına nazaran risk ihtimalinin daha zayıf ol­masını göz önüne alarak ayak tabanla­rına vurmanın en emin yol olduğunu ifa­de etmektedir.

Falaka cezasını en çok Osmanlılar’ın kullandıklarını ve fethettikleri ülkelerde de yaygınlaştırdıklarını söylemek müm­kündür. Meselâ her yönüyle Türk eğitim sisteminin etkisi altında kalmış olan Yu­nan ilköğretim okullarında 1829″da yasaklanıncaya kadar en önemli te’dib va­sıtası falaka idi; aynı şekilde Kuzey Af­rika ülkelerinde de yahudi Talmud okul­ları dahil bütün mahalle mekteplerinde falaka cezası bugün dahi uygulanmak­tadır. Osmanlılar falakayı mahalle mek­teplerinin dışında medreselerde ve özel­likle daha sıkı bir disiplin gerektiren askerî okullarda da kullanmışlardır. Cum­huriyet döneminin ilk yıllarına kadar de­vam eden uygulamalarda falaka cezası suçlunun canını yaktığı kadar onu aşa­ğıladığı İçin daima ibret teşkil etmesi amacıyla alenen yerine getirilmiş, hatta uygulanması askerî okullarda bir tören halini almış, ayrıca falaka da gözdağı vermek amacıyla hemen görülebilecek bir yere asılmıştır. Son yıllarda uygula­ma sırasında aşırılıkların önlenmesi için Maarif Nizamnâmesi’ne falakayla ilgili maddeler konmuş ve değneğin hangi niteliklerde olacağı belirtilmiştir. Ancak hocaların bu kurallara her zaman uyduk­larını söylemek mümkün değildir. Eser­lerinde son dönem Osmanlı mektep ha­yatından kesitler veren Ahmed Râsim Falaka adlı kitabında bu ceza usulünü ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Onun an­lattığına göre vurulacak değnek sayısı kabahatin çeşidiyle büyüklüğüne ve ho­canın o günkü halet-i rûhiyesine göre değişir ve ceza genellikle kalfaların yar­dımıyla hoca tarafından uygulanırdı. Değ­neğin kalınlığı ve darbelerin potin, mest, çorap üzerinden veya doğrudan yalın ayak üzerine vurulup vurulmayacağı yine çocuğun kabahatine ve vücudunun da­yanma gücüne göre değişirdi.

Başta Ahmed Râsim’in eseri olmak üzere bu konudaki çeşitli hâtıralardan derlenen bilgilerden hareketle. Osmanlıdöneminde çocuklara Önce Kur’an ve dinî bilgilerin öğretildiği eski mahalle mekteplerinin (sıbyan mektebi) kötülen­mesi ve Cumhuriyetten sonra açılan ilko­kulların bunlardan üstün olduğunun vur­gulanmasında falakanın propaganda amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Okul kitaplarına bile giren bu telkinlerde fa­laka eski eğitim hayatinin bütün başa­rılı yönlerini örtecek şekilde bu devre­nin tek ve vazgeçilmez eğitim aracı di­ye tanıtılmış ve bu propagandanın en önemli malzemesi haline getirilmiştir.

Falaka Osmanlılar’da kadıların verdiği cezalar kapsamında yargıda veya yargı­ya dayanmadan suçun tesbit edildiği an­da infaz edilmek üzere belediye hizmet­leriyle asayiş sisteminde de kullanılmış­tır, özellikle narha uymayan, eksik veya bozuk mal satan esnafla sokaklarda aşı­rı taşkınlık yapan, kadınlara sarkıntılık eden. sarhoş gezen ve düzeni bozacak di­ğer davranışlarda bulunanlar gündüzleri subaşılann. geceleri asesbaşılann maiyetinde gezen ve omuzlarında falaka taşı­yan görevliler tarafından suçu işledikleri yerde falakaya yatırılırlardı. Falaka cezası aynca zaman zaman şehri bizzat tefti­şe çıkan padişah ve sadrazam ile yeniçeri ağası, intisap ağası, sekbanbaşı gibi üst düzey yöneticileri tarafından da verilir ve uygulatilırdı. Ancak suçlu askerse so­kakta falakaya yıkılmaz, cezalandırılmak üzere kışlasına gönderilirdi. Falaka ce­zasını uygulayanlara “falakacı”, âmirle­rine de “falakacıbaşf denir ve falakacılar acemi oğlanları arasından seçilirdi. Bazı kaynaklarda 1192 (1778) yılında sadr-ı âlî falakacılarının altı kişi olduğu, 1204’te ise (1789-90) sayılarının yediye çıktığı kaydedilmektedir. Falakacıbaşılar kıyafet olarak başlarına, üstüne beyaz sarık sa­rılmış kalafat (bir nevi kavuk) takar, ar­kalarına entari ve bunun üstüne yeşil çu­hadan kollan hortumlu dolama, bacak­larına al çakşır, ayaklarına İse mest pa­buç veya san çizme giyerlerdi.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski