Fatiha Sûresi. Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi.
Mekke devrinin ilk yıllarında tamamı bir defada inmiştir. Bazı kaynaklarda Medine döneminde, yahut önce Mekke’de namazın farz kılındığı esnada, sonra da Medine’de kıblenin tahvili sırasında olmak üzere iki defa nazil olduğuna dair rivayetlere yer verilmişse de bunlara itibar edilmemiştir. Fâtiha’nın Mekkî oluşunun iki önemli delili vardır. Bunlardan biri, Mekkî olan Hicr sûresinde, “Biz sana tekrarlanan yediyi (es-seb’u’l-mesânî) ve Kur’ân-ı azîm’i verdik” mealindeki âyettir (15/87). Genellikle bu âyette geçen “es-seb’u’1-mesânî” ile Fâtiha’nın kastedildiği kabul edilmektedir. İkinci delil de beş vakit namazın Mekke döneminde farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber’in, “Fatiha sûresi (Fâtihatü’l-kitâb) okunmadıkça hiçbir namaz sahih olmaz” mealindeki hadisinin gereği olarak farz kılındığı günden beri namazlarda Fatiha sûresi okunmaktadır. Ayrıca kaynaklarda Hz. Ali’nin. “Fâtihatü’l-kitâb arşın altındaki bir hazineden Mekke’de nazil oldu” şeklinde bir sözü yer almaktadır. Sürenin fâsila’sı harfleridir.
Fatiha “açmak, açıklığa kavuşturmak, sıkıntı ve meşakkati gidermek, başlamak” anlamındaki feth kökünden türemiş bir isim olup hatimenin zıddı olarak “bir şeyin evveli, baş tarafı, başlangıcı, giriş” mânasında kullanılır. “Fâtihatü’l-kitâb” tamlamasının kısaltılmış şekli olan Fatiha Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi ve bir bakıma onun Önsözü olduğu için bu adı almıştır. Kur’an’ın tertibi ve yazılması itibariyle birinci sûre olması yanında ayrıca namazdaki kıraat rüknünün yerine getirilmesine bu sûre ile başlandığı ve nihayet bir bütün olarak indirilmiş sûrelerin de ilki olduğu için ona bu ismin verilmiş olduğu düşünülebilir.
Elhamd (halk ağzında Elham) Fatiha sûresinin Türkçe’deki en meşhur adı olup “Sûretü’l-hamd” tamlamasının kısaltılmış şeklidir. Bu adlandırma, sûrenin ilk kelimesi olan “el-hamd” lafzından veya sûrenin bütünüyle hamd mânasını taşımasından kaynaklanmış olmalıdır. Fâtiha’nın çeşitli özelliklerini ifade eden daha başka isimleri de vardır. Âlûsî bunları yirmi ikiye kadar çıkarmıştır. Ümmü’l-Kur’ân (Kur’ân’ın aslı. özü), ümmü’l-kitâb, esas (temel kaynak), vâfiye ftam, bütün), kâfiye (yeterli). kenz (hazine), es-seb’u’l-mesânî (namazların her rek’atında ve çeşitli vesilelerle tekrarlanan yedi âyet), şükr, dua, şâfiye (şifa veren) bu isimlerden bazılarıdır.
Fâtiha’nın âyet sayısının yedi olduğu hususunda ittifak bulunmakla birlikte başındaki besmelenin sûreye dahil olup olmadığı ihtilaflıdır. Şâfiîler’e göre Fâtiha’nın birinci âyeti besmeledir; son âyeti ise ile başlar, ile biter. Hanefîler’e göre besmele Fâtiha’ya dahil değildir; birinci âyet” âyet ise dir. Sonunda söylenen “âmin” sözü Fâtiha’dan bir kelime olmadığı gibi Kur’an’dan bir âyet de değildir.
Fatiha sûresi, hamdın âlemlerin rabbi Allah’a ait ve mahsus olduğunu bildiren âyetle başlar. Bu âyet, Kur’ân-ı Kerim’in nüzul sebeplerinin başında yer alan tevhidi ifade ve ilân etmektedir. Endülüslü müfessir İbn Cüzey de Fatihanın ilk âyetindeki “rabbi’l-âle-mîn” terkibinin tek başına tevhid akidesini dile getirdiğini, başındaki “el-hamdülillâh” ile birlikte ele alındığında ise âyetin kelime-i tevhidden daha kapsamlı bir mâna taşıdığını söyler. Bu âyeti Allah’ın esirgeyen ve bağışlayan (rahman ve rahîm). aynı zamanda din gününün sahibi ve hükümranı olduğunu ifade eden övgü âyetleri takip eder. Allah’ın sonsuz merhametini ve yüce kudretini bildiren giriş niteliğindeki hamd ve sena âyetlerinin ardından bu yüce kudret sahibi karşısında insanoğlunun durumunu belirleyen âyet gelir. “Biz ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” mealindeki bu âyetle üçüncü şahıstan ikinci şahsa geçilir. İltifat sanatı denilen bu geçiş sadece edebiyat bakımından ifadeye bir incelik ve güzellik kazandırmakla kalmaz, aynı zamanda kulun dindarlığı açısından da çok önemli bir gerçeği dile getirir. Çünkü kişinin mümin bir kul sayılması, ilâhî otoriteye kendi istek ve iradesiyle teslim olduğunu ikrar etmesine bağlıdır, İnsanın kulluğu bu otoriteyi baskı zoruyla değil gönüllü olarak kabullenmiş olmasıyla bir anlam ve değer kazanır.
Sürede Allah’tan nelerin isteneceği, ayrıca istemenin usul ve âdabı da öğretilmektedir. Buna göre istemenin şartları önce ne istediğini bilmek, sonra ona gerçekten ihtiyacı olduğunu belirtmek, daha sonra da onu elde etmek için yapılması gerekeni yapmaktır. Böylece gerçek dua, nimeti hayal ve arzu etmek değil o nimete ulaşmanın doğru yoluna girmek ve o yolda sebat edip ilerlemektir. Fatiha sûresi inanan insana kesin bir düstur ve şaşmaz bir formül halinde hidayetle ibadetin önemini ve ebedî nimetin elde ediliş yöntemini bildirmektedir. Böylece sûreyi okuyan mümin Allah’a kul olduğunu ifade ve ikrar ettikten sonra kendisiyle yaratıcısı arasında hiçbir aracı bulunmadan doğrudan doğruya ona seslenir. Ebedî saadete ve nihayetsiz nimetlere ulaştıran doğruluk ve dürüstlük yolunda ilâhî lutfa nail olmuş iyilerin izini takip ederek ilerlerken gazaba uğramışların, şaşırmış ve sapmışların durumuna düşmemek için Allah’tan hidayet ve yardım ister.
Allah ile kul arasında bir tür sözleşme ve antlaşma olarak da değerlendirilen Fatiha sûresi Allah-insan ilişkisinin mahiyetini ortaya koyar ve bunun hangi kurallara bağlı olarak sürdürüleceğini öğretir. Ayrıca söz konusu ilişkinin tek taraflı olarak kulun gayretiyle değil mutlaka Allah’ın hidayet ve yardımıyla sağlanacağını vurgular. Sürenin ilk yarısı kulun Allah’a hamd ve övgüsünü, ikinci yarısı da onun Allah’tan İsteklerini dile getirir. Şahîh-i Müslim’de yer alan şu hadis bu diyalogun önemine dikkat çeker: “Fâtiha’yı okuyan kul, ‘Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun’ dediğinde Allah, ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul, ‘Allah esirgeyen ve bağışlayandır’ deyince. ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘O din gününün hükümdarıdır’ deyince. ‘Kulum beni yüceltti” der. Kul, ‘Biz ancak sana ibadet eder, yalnızca senden yardım dileriz’ deyince, “Bu benimle kulum arasındadır, artık kulum ne isterse olacaktır’ der. Kul, Bize doğru yolu göster, nimet verdiklerinin yolunu; gazaba uğramışların ve şaşırıp sapmışların yoluna değil’ deyince Cenâb-ı Hak, ‘İşte bu yalnızca kulum içindir, isteği yerine gelecektir’ der”.
Bütün tefsirlerde besmelenin başındaki “bâ” harfinin “iltisak” (Allah ile insan arasında ilişki ve bağlantı) anlamı taşıdığına önemle dikkat çekilmiştir. Bu bağlantının bir tarafında ulûhiyyet ve rubûbiyyet, diğer tarafında insaniyet ve ubûdiyyet makamı vardır. Fatiha sûresinin de bu şekilde iki bölümden oluştuğu görülür. Övgü ve tazim cümlelerinden meydana gelen ve ulûhiyyete dair olan ilk bölümde Allah’ın insanlara yönelik iltifatının en çarpıcı ifadeleri olmak üzere rab (yapıp yaratan, yetiştirip geliştiren, terbiye eden), rahman ve rahîm isimleriyle, O’nun mutlak hâkimiyet ve hükümranlığının âhirette de devam edeceğini belirten “mâliki yevmi’d-dîn” ifadesi yer almıştır. Bütün bu nitelikleri dolayısıyla hamd (her türlü övgüler, güzellikler, yetkinlikler) O’na mahsustur. Dua ve niyaz üslûbunun hâkim olduğu ikinci bölümde İnsanların Allah’a bağlılıklarının temel unsurları olmak üzere “ibadet” ve “istiâne” kavramları yer almaktadır. Ulûhiyyet bölümünde ifade edildiği üzere insanların bu dünyadaki inanç ve amellerine göre âhiretteki durumlarını rahman ve rahîm olan Allah’ın şaşmaz adaleti belirleyeceği için yalnız O’na İbadet etmek ve yalnız O’ndan yardım dilemek (istiâne) gerekir. İnsan bu beyanı ile kulluğunu, tevhid inancını, tevekkül ve teslimiyetini, ihlâs ve kararlılığını Allah’a arzetmiş olur. Bu seviyeye ulaşan bir iman ve aynı ölçülerle düzenlenen bir amel ve hayat çizgisi “sırât-ı müstakîm”-dir. Ömür boyunca bu çizgiyi takip etmenin zorluğu sebebiyle insan bu yolda sürçebilir ve sonuçta kötülüklere rızâ göstermeyen Allah’ın öfkesine mâruz kalmış olan sapmışların yoluna kayabilir. “Bizi doğru yola ilet” sözleriyle başlayan dua cümleleri, bu büyük tehlike karşısındaki aczinin ve kendi kendine yeterli olmadığının bilincine varan insanın âlemlerin rabbi, rahman ve rahîm olan Allah’a sığınarak hidayetiyle kendisini desteklemesi şeklindeki niyazını ifade etmektedir.
Sûredeki ifadeler çoğul sigasıyla olup müslümanlar için toplum hayatının ve toplumsal dayanışmanın Önemini, cemaat ve ümmet şuuruyla birlik ve beraberlik içinde “sırât-ı müstakîm” üzere hareket etmeleri gereğini ortaya koyar. Bu amaca yönelik olarak cemaatle kılınan namazda imamın kıraatinin aynı zamanda cemaatin kıraati yerine geçmesi Fâtiha’dakİ bu kapsamlı ifade özelliğinden dolayıdır.
Fatiha sûresi önce Allah’ı en belirgin nitelikleriyle tanıtmakta ve insanı sağlam bir imanla O”na yöneltmekte, yaratıcıya ve yaratılmışlara karşı sorumluluk duygusuyla hareket etmeyi dinin ve dindarlığın temeli olarak belirlemektedir. Sûrenin, insanoğlunu yaratıcısıyla ve hemcinsleriyle uyum içinde yaşatmak şeklindeki evrensel hedefi gerçekleştirmeyi gaye edindiği dikkate alınırsa onun sadece Kur’an’ın özü değil aynı zamanda bütün hak dinlerin de özü olduğu sonucuna varılabilir.
Bir yoruma göre Bakara sûresi Fatiha sûresinin açıklamasıdır; başta Al-i İmrân olmak üzere diğer bütün sûreler de Bakara sûresinin tefsiridir. Nitekim Fâtiha’da Allah’tan hidayet istenir; onu takip eden Bakara sûresi, bu kitabın müttakileri hidayete erdirmek amacıyla gönderilmiş olduğunu bildiren âyetle başlar. Fâtiha’nın Kur’an’ın bir özeti olduğu kabul edilirse onun bütün Kur’an süreleriyle ilişkili bulunduğunu düşünmek mümkün olur. Ancak Kur’an’ın Fâ-tiha’dan, Fâtiha’nın besmeleden, besmelenin de başındaki “bâ” harfinden ibaret olduğu yolundaki rivayet ve İddialar muhtemelen Bâtınîlik ve Hurufîlik tesirleriyle ortaya çıkmıştır. Bunlar, Kur’an âyetlerinin ahkâmını küçümsemeye yönelik amaçlar taşımasından kaygı duyulan ve ciddiye alınmaması gereken beyanlardır. Fâtiha’nın yedi kısa âyetten oluşmasına rağmen konusunun önemi ve mâna zenginliği bakımından Kur’an’ın en faziletli ve muhtevalı sûresi olduğu gerçeği, bu sûreyi Kur’ân-ı Ke-rîm’in tamamı yerine ikame etme ve diğer bütün sûreleri gereksiz görme gibi bir kanaate götüren böyle bir Hurüfî- Bâtınî anlayışı haklı çıkarmaz.
Fâtiha’nın Kur’an’daki en büyük sûre olduğu, Tevrat ve İncil’de bir benzerinin bulunmadığı, Bakara sûresinin son âyet-leriyle birlikte “iki nûr” diye anıldığı ve geçmişte hiçbir peygambere benzerinin verilmediği, şifa niyetiyle okunduğu takdirde tesirinin görüleceğine dair hadisler vardır. Fâtiha’nın faziletiyle ilgili rivayetlere hadis mecmuaları yanında tefsir kitaplarında da geniş yer verilmiştir. Bu sûrenin her türlü hayırlı faaliyetlerin başında veya sonunda, çeşitli vesilelerle tertip edilen meclislerde, merasimlerde, kabirlerde vb. yerlerde dua niyetiyle okunması zamanla Müslümanlığın en köklü şiarlarından biri haline gelmiş, ayrıca hemen bütün tekke ve tarikatların ezkâr ve evradı içinde mutlaka Fâtiha’nın da yer alması hususu tasavvuf geleneğinde kesintisiz olarak sürdürülmüştür.
Bazı tefsirlerde Fatiha’ya çok geniş yer ayrıldığı görülmektedir. Öte yandan sûre hakkında müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlardan Râgıb el-İsfahânrnin Tefsîru sureti Fâtihati’l-Kitâb, Fahreddin er- Râ-zî’nin Mefâtîhu’l-Culûm, Sadreddin Konevî’-nin İcâzü’l-beyân îî tefsiri Ümmi’l-Kur’ân, Yâfiî’nin ei-Envârü’î-lö3iha îî es-râri’î-Fâtİha, Molla Fenârî’nin tAynü’l-a’yân îî tefsîri7-Fatiha, Ze-bîdî’nin et-Tarikatü’l-vazıha ilâ esrâ-n’i-Fâtiha, Devvânî’nin Tefsîrü’l-Fatiha. Aliâmek el-Bosnevî’nin el-fiâdî, Esad Erbilî’nin Fâtiha-i Şerife Tercümesi, Habîb b. Ali’nin Kitâbü mİftâhİ’l-Fatiha adlı eserleri zikredilebilir. Fatiha sûresini çeşitli yönlerden inceleyen bu tür eserler konusunda Ziya Demir tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi