Felek Nedir, Ne Demek, İslam Felsefesinde Felek, Hakkında Bilgi

Felek. Ortaçağ İslâm kozmolojisinde yıldızları taşıdığına ve hareket ettirdiğine İnanılan şeffaf gökküre; gezegenlerin yörüngesi.

Arapça’da “kirmen ağırşağı (yün iği ba­şı); kadın göğsü; düz arazi üzerindeki kubbe şeklinde tepe, höyük; mehter ta­kımının çalgı aletlerinden yarım küre şeklindeki zil” gibi yuvarlak ve bombeli nesnelere verilen felek, felke ve filke ad­larının aslı, Sumerce bala(g) (yuvarlak ol­mak; kendi etrafında dönmek) kökünden türetilen Akkadca pilakku (kirmen, iğ) ke­limesidir ( Soden, II, 863; El2 |İng.|, II, 761). Felek (çoğulu eflâk) bir astronomi terimi olarak “yıldızların döndüğü yer” anlamını taşımakta, aynı zamanda deniz­de oluşan girdap da bu adla anılmaktadır. İslâm astronomları güneşle ay dahil yedi gezegenin hareketini açıklamak üze­re iç içe geçmiş yedi saydam halka tasav­vur etmişler ve her halkaya birer gezegenin bindirildiği. felek denilen bu hal­kaların Allah’ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir. Sistem, burçlar fele­ği ve nihayet yıldızsız Atlas feleğiyle tamamlanmaktadır. Bugünün astronomisinde “gökküre” anlamıyla kullanılan Grekçe sfaira (sphere) kelimesi de dönme mef­humunu ihtiva etmektedir ve felekle ay­nı semantiğe sahiptir. Müslüman gök­bilimcilerinden Bîrûnî daire ve felek ke­limelerinin eş anlamlı olduğunu, ancak felek kelimesinin daha ziyade hareket halindeki bir daireyi göstermek üzere küre yerine kullanıldığını belirtmiştir. Bu düşünüre göre de feleğe dönüş halin­deki iğ ağırşağına benzediği için bu ad verilmiştir (El 2|İng.|, 11, 762).

Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan, “Her biri bir felekte yüzer”(Enbiyâ 21/33; Yâsîn 36/40) mealindeki âyette felek keli­mesiyle gök cisimlerinin üzerinde dön­düğü yer yahut yörüngeleri ifade edil­mek istenmiştir. Ancak Fahreddin er-Râzî dönen her şeye Arapça’da felek dendiğini, fakat feleğin dönme olayının faili mi yoksa mahalli mi olduğunda ih­tilâf bulunduğunu söylemektedir. Dah-hâk b. Müzâhim el-Hilâlî’nin öncülüğü­nü yaptığı görüşe göre felek bir gök cis­mi değil gezegenlerin dönüş yeridir. Ço­ğunluk ise onun cismanî fakat şeffaf bir döner varlık olduğunu, gezegenlerin de üzerinde yer aldığı bu görünmeyen ci­simle birlikte döndüğünü ileri sürmüş­tür. Filozofların feleğin mahiyeti hakkın­daki görüşlerini ayrıntılı şekilde akta­ran Râzî. sonuçta bunları mutlaka ka­bul etmenin gerekmediğini, alternatif fikirler üretmenin de mümkün olduğu­nu söyler. Öyle anlaşılıyor ki Râzî gerek feleği hareketli, yıldızları hareketsiz, ge­rekse yıldızları hareketli, feleği hare­ketsiz sayan görüşlerin ikisini de akla yakın bulmaktadır.

Râgıb el-İsfahanı felek ve fülk (gemi) kelimeleri arasında bir ilişki görmekte­dir. Kök harflerinin aynı olması ikisi ara­sında etimolojik bir akrabalık bulundu­ğunu kanıtlamamakla beraber fülk ke­limesinin feleğin çoğul şekillerinden bi­rini teşkil ettiği bilinmektedir. Ancak İsfahanının iki keli­me arasında kurduğu ilişki şu şekilde açıklanabilecek olan basit bir benzerliğe dayanmaktadır: Fülk bir “binek’tir(Zuhruf 43/12); felek de yıldızların “aktı­ğı yer’dir. Felek fülk gibi olduğu için, ya­ni yıldızların içinde “yüzdüğü”(Yâsîn 36/ 41) ve taşıyıcı bir bineğe benzediği için -nitekim fülke “binek” anlamı da veril­miştir bu ismi almıştır. Arthur Jeffery de fülk kelimesini Akkadca’daki pilak-kudan türeyen felekle aynı kökten say­makta ve İsfahânfnin benzetmesine dik­kat çekmektedir. Bunun yanı sıra Kur’an’da gemi için ayrıca “akıp giden” anlamında câriye kelimesi kulla­nılmakta(Şûrâ 42/32; Hâkka 69/ 11), bunun çoğulu olan cevâr da aynı şe­kilde gök cisimleri anlamına gelmekte­dir(Tekvîr 81/16). Dolayısıyla, “Bütün gezegenler bir felekte yüzer”(Yâsîn 36/ 41) mealindeki âyeti bu benzetmelerin ışığında, “Sanki bir gemide imiş gibi onun yüzmesiyle yüzerler”, “Bir gemi gibi yü­zerler” veya “aynı galakside yüzerler” şeklinde yorumlamak mümkündür. İz­lerine bugünkü “uzay gemisi, hava li­manı, astronot” (Gr. astronnautes “yıl­dız gemici, yıldızlar arası gemici”) gibi kelimelerde de rastlanan göklerin koz­mik bir okyanus, gök cisimlerinin birer gemi gibi düşünülmesi fikri antik koz­molojilerle ilgili olmalıdır.

Felek kavramının İslâm felsefesinde. özellikle de Fârâbî’nin ortaya koyduğu sudur teorisinde önemli bir yeri vardır. Eflâtun’un “ideal şekil” dediği küreden meydana gelen, daima dönen, ruha sa­hip, dolayısıyla canlı ve akıllı olan gökler alemiyle Aris­to’nun ay altı ve ay üstü âlemi ayırımına dayanan kozmolojisi İslâm filozoflarını çok etkilemiştir. Aris­to’ya göre ay üstü alemindeki felekler beşinci bir unsur olan esirden (aithera) meydana gelmiştir ve hareketleri dairevîdir. Esir, zıddı olmayan ve değişmeye uğramayan, gerek nitelik gerekse nice­lik bakımından dönüşüm geçirmeyen son derece hafif bir maddedir. Bu se­beple dört unsurdan oluşan ay altı âle­minin mekaniği ile esirden oluşan fe­leklerin mekaniği tamamen farklıdır. Ar­zın merkezde ve hareketsiz durduğu, feleklerin ise onun etrafında dairevî şe­kilde hareket ettiği âlemin şekli de kü­redir. Bu iki filozofun görüşlerini Yeni Eflâtuncu yorumlarla tekrar ele alan İs­lâm filozofları sonuçta feleklerin dönü­şüyle ay altı alemindeki fizi-kf değişmeler arasında illiyyet fikrine dayalı bir irtibat kuran bazı sistemler ortaya koydular. Ya’kûb b. İshak el-Kin-dî, muğlak bir ifadeyle feleği “ezelî ol­mayan suret sahibi unsur” şeklinde ta­nımlar. Ona göre felek­lerin konum ve hızları yeryüzündeki oluş ve bozuluşun yakın sebeplerini teşkil eder. Dört unsurun etkilenmesi sonu­cunda meydana gelen bu değişmeler ik­limlerde, türlerde, ahlâk ve karakterler­de farklılığa sebep olur. Ancak ay altı ve ay üstü âlemlerini birbirine bağlayan sistem, kâinata bu düzeni koyan Allah’ın irade ve yönetiminden bağımsız değildir; çünkü felekler bu yüce kudret karşısında secde halinde­dir ve onların secdeleri itaat anlamına gelir.

Fârâbî ise Allah ile âlem ve göklerle yer arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalış­tığı sudur teorisinde küre yahut gök ci­simleri (el-ecrâmü’s-semâviyye) adıyla an­dığı felekleri, cisimleri yanında akıl ve ruhları da (nefs) bulunan dairevî hare­ket halindeki varlıklar olarak tanımlamış­tır. Allah’tan sırasıyla sâdır olan on ak­im kendileri hakkındaki bilgisi dokuz fe­leğin cisim ve ruhunun varlık kazanma­sına yol açar; böylece bir felek kendine ait cisim, ruh ve akıldan meydana gel­miş olur. Feleğin hareketi daimîdir ve ayrıca başından beri sahip olduğu suretin başka bir surete dönüşmesi de müm­kün değildir. Felek varlığının bir cisim ve bir ruhtan meydana gelişine bakarak onu ortaya çıkaran bu cevherleri mad­de ve surete benzetmek kabilse de fe­leklerin madde ve suretten teşekkül eden cisimlere göre noksanlıktan çok uzak, daha mükemmel birer varlık ol­dukları söylenmelidir. Onları noksanlı­ğın en az ulaştığı varlık mertebesine yü­celten, ay altı âleminin hareket ve de­ğişme kanunlarına tâbi olmayışlarıdır. Buna karşılık kuvve-fiil, fiil-infial, kevnfesâd, hareket-sükûn kavramlarıyla açık­lanan cismanî varlıklar, noksanlığın en çok söz konusu olduğu ay altı âlemine yani aşağı varlık âlemine, dünyaya aittir­ler. Felekler arzın etrafında dönmek için gerekli gücü ilk feleğin dairevî hareke­tinden alır. Bu hareket birinden diğeri­ne geçerek her feleğin, taşıdığı farklılı­ğa göre değişen hızlardaki dönüşünü gerçekleştirmiş olur. Bütün bu gök ci­simleri sistemini müşterek hareket ha­linde tutan kozmik güç, ay altı alemin­deki cisimlerin ortak cevherini teşkil eden ilk maddenin de oluşmasını sağ­lar. Feleklerin arza göre konumlannda-ki ve hızlarındaki nisbî farklılıklar, söz konusu kozmik gücün özü itibariyle zıt özellikler (suretler) almaya yatkın tabia­tına aynen yansır ve ay altı alemindeki değişmeleri meydana getirir. Semavî ci­simlerin gösterdiği bu farklılıklardan, önce dört unsur, sonra sırasıyla maden­ler, bitkiler ve düşünen-düşünmeyen canlılar ortaya çıkar. Ancak feleklerdeki farklılığı özdeki zıtlıklar şeklinde yorum­lamamak gerekir; bu farklılık nisbîdir ve kendini ilk maddeyi kuvve halinden fiil haline geçiren etkide zıtlık olarak gös­terir. Gök cisimleri cismanî cevherin ula­şabileceği en yüksek yetkinliğe sahip bu­lundukları için hareketleri, büyüklükleri ve şekilleri bakımından değişmezlik gös­terirler. Bu sebeple özlerinde zıtlık barın­dırmazlar ve başka bir dış varlığın da zıd­dı olmazlar; hareketleri ise hiçbir şekilde kesintiye uğramaz[608]. Feleklerin arzdaki değişikliklerin fizikî sebeplerini teşkil et­mesi ve bütün bu sebeplerin “ilk sebep’e (Allah) bağlanması fikri Fârâbî kozmolo­jisinin özünü oluşturur ve felek kavramı bu sistemde merkezî bir önem taşır.

Fârâbfnin sistemini ana hatlarıyla ta­kip eden İbn Sînâ, özellikle eş-Şifâ* adlı eserinin tabîiyyât bölümündeki “es-Se-mâ ve’l-âlem” kısmında feleklerin ma­hiyeti üzerinde ayrıntılarıyla durmuştur. Ona göre de felekler, ay altı alemindeki dört unsurdan meydana gelen cisimle­re karşılık beşinci unsurdan meydana gelmişlerdir. Aristo’nun esir kavramına tekabül eden bu beşinci unsur, dört un­surun zıddı bile sayılmaması gereken tamamen kendine has özelliklere sahip­tir. Dört unsur tabii mekânları yönünde, başlangıç ve bitiş noktaları belli olan düz bir harekete sahipken esîrden mey­dana gelen felekler başladığı ve bittiği noktalar belirsiz, dairevî ve daimî bir hareket halindedir. Feleklere has bu fiilin bir infiali veya kesintisi yoktur ve onlar herhangi bir infialin ürünü sayılabilecek iç değişmeye de uğramazlar: bu anlam­da oluş ve bozuluş kanunlarına tâbi de­ğildirler. Ayrıca dört unsura nisbet edi­len ağırlık, hafiflik, sıcaklık, soğukluk Özellikleri de felekler için söz konusu de­ğildir. Onlar bir başka cisimden meyda­na gelmedikleri gibi bir başka cisme de dönüşmezler. Onların cevheri Allah’ın ih­tira’ ve ibda’, yani doğrudan doğruya. modelsiz ve yoktan yaratma fiilinin ese­ridir; dolayısıyla onların varlığına baş­ka bir cisim tekaddüm etmez. Cihetleri yoktur ve başka cismin cihetleriyle de kuşatılmış değildirler: aksine onlar cihetleri kuşatırlar. Oluş ve bozuluşa tâbi olmadıklarından varlıkları bozulma su­retiyle değil ancak yok edilme sonucu ortadan kalkabilir. Hareketlerinin kay­nağı kuvveden fiile geçiş şeklindeki me­kanik bir süreç olmayıp ruhlarının ira­desinden ibarettir: bunun için de felek­ler tabii değil iradî harekete sahiptirler.

İbn Rüşd de günümüze yalnız İbrânî-ce tercümesi gelmiş olan Makale fî cev-heri’l-felek adlı eserinde felek kavra­mını madde-suret teorisi açısından ele almış, felek cisminin ay altı aleminde­ki cisimlerden farkını vurgulayarak kav­ramı cevher, hareket ve sebeplilik prob­lemleri bakımından tahlil etmiştir. İbn Rüşd’e göre ay altı alemindeki cisimler­de suret, üç boyutluluğa kuvve halinde sahip bulunan ilk maddenin içinde mev­cuttur ve dolayısıyla cismin üç boyutluluğuyla sınırlı olarak cismanî bir Özellik taşır. Halbuki feleğin cevherinde suret, üç boyutluluğa bilfiil sahip bulunan mad­deye bitişmıştir; bu sebeple de cismanî değildir. Felek cevherinin maddesi ise üç boyuta sahip olma bakımından bil­fiil, devrî hareketin imkânı açısından bil-kuvve varlıktır. Bunun mantıkî sonucu olarak İbn Rüşd, felek cevherini oluş ve bozuluşa uğramamasını dikkate alarak gayri maddî saymakta, fakat harekete mâruz kalması sebebiyle de saf suret olarak tanımlanamayacağını ileri sürmek­tedir. Bir başka açıdan filozofa göre ma­demki feleğin devrî hareketi süreklidir, o halde onu hareket ettiren suret üç bo­yutlu yani sonlu bir cisme ait olamaz. Zira feleğin sonlu cisminin son bulma­yan bir hareketin sebebi olması söz konusu edilemez. Bunun yanı sıra feleğin sureti, ay altındaki cismanî suretlerden farklı biçimde düz yerine devrî harekete yol açtığına göre dört unsurun sûret-leriyle aynı cinsten değildir. İbn Rüşd’e göre İbn Sînâ’nın felek cisminin madde ve suretten oluştuğu iddiası yanlıştır; çünkü madde ve suretten meydana ge­len feleğin cismi değil cevheridir ve cev­herinin sureti gayri cismanî. maddesi ise kuvve hali yalnızca devrî hareketin imkânına indirgenebilecek olan basit bir varlıktır. Bu kuvve halini fiilen devrî ha­rekete sevkeden suret gayri cismanî bir cevherdir ve nefs adını da alır. Ancak fe­lek cevherinin suretine nefs denmesi onun muharrik sebep oluşuyla ilgilidir: devrî hareketin gaye sebebini teşkil et­mesi bakımından İse bu surete akıl adı verilmektedir. Felek cevherinin sureti bir açıdan nefs, diğer açıdan akıl adını alan aynı suret ise İbn Sînâ’nın madde-sûretten oluşan felek cismi, felek nefsi ve felek aklı şeklinde üç ayrı cevherden söz etmesi yanlıştır. Ayrıca İbn Rüşd’e göre sonuçta devrî hareketin yöneldiği gaye olarak da bu harekete akla yönelik şev­ki veren muharrik sebep olarak da fe­lek sureti aynı şeyi ifade etmektedir. Ayrıca felek nefsi, semavî hareketin yal­nızca felekî akla şevk duyan gayri cis­manî ilkesi olmadığı gibi aynı zamanda bütün felek nefslerinin müştereken yö­neldiği “ilk muharrik’e yani Allah’a yö­nelir.

İbn Sînâ’nın yorumcusu, tenkitçisi ve bir ölçüde takipçisi olan Fahreddin er-Râzî, felekî nefs ve akıl kavramlarından ve aynı şekilde Kindî’yi hatırlatır tarzda gök cisimlerinin Allah’a secde ettiklerini belirten dinî öğretiden hare­ketle felek ve yıldızların canlı ve akıllı ol­ması gerektiği sonucuna varmakta, bu­nu ispatlamak için de şu delilleri ortaya koymaktadır: Feleklerin dairevî hare­keti tabii veya zorlayıcı (kasrı) hareketle açıklanamadığına göre üçüncüyü teşkil eden iradî hareketten kaynaklanmalı­dır; feleğin cismi hayatiyeti kabul bakı­mından dört unsurdan daha latif, şef­faf, nurlu ve mutedil olup ilâhî ve ay­dınlatıcı nefslerin kendisine ilişmesine herhangi bir canlı bedeninden daha lâ­yıktır; felekler aşağı âlemdeki suret ve arazların ilkesi sıfatıyla sebebiyet ver­dikleri şeylerden kemal bakımından da­ha üstün olmalıdırlar; hayatiyetin koz­molojik ilkesinin cansızlığı, iradesizliği ve şuursuzluğu söz konusu edilemez. Râzî’ye göre felekler meleklerin menzili ve meskenidir; melekler de kesif cisim­ler değil felek cismini yöneten ruhanî suretlerdir. Böylece Râzî. felsefi kozmo­lojinin felekiyyât ile melekiyyâtı birleşti­ren metafizik yönünde Fârâbî-İbn Sînâ geleneğiyle uzlaşmış olmaktadır.

Felek sisteminin tasviri ve hareketle­rinin hesaplanması, İslâm ilimler tasni­finde tabii ilimlerden ziyade riyâzî ilim­ler arasında gösterilen astronomi çer­çevesinde ele alınmış, bu sebeple İslâm bilginleri ilm-i hey1 et ve ilm-i nücûm te­rimleriyle birlikte ilm-i feleği de astro­nomi  karşılığında  kullanmışlardır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski