Feth Suresi. Kur’ân-ı Kerîm’in kırk sekizinci sûresi.
Hudeybiye Antlaşması1 nın hemen ardından, Hz. Peygamber ve ashabı Medine’ye dönerken yolda nazil olmuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 48/1, 5; “Fezâ’ilü’l-Kur’ân”, 12; Tirmizî, “Tefsir”, 48/1, 2). Âyet sayısı yirmi dokuz olup fasıla*sı elif (i) harfidir. İsmini ilk âyette geçen “feth” kelimesinden alır. Burada “fethan mübînen” {apaçık bir fetih, büyük fetih) terkibinde yer alan kelime sûre içinde “fethan ka-rîben” (yakın fetih) şekliyle iki yerde daha geçmekte(âyet 18, 27) ve bunun Mekke’nin fethedileceğine dair bir işaret olduğu kabul edilmektedir. Feth masdar olarak “açmak, hüküm vermek, yardım etmek” mânalarına geldiği gibi isim olarak “zafer, yardım” anlamına da gelir.
Gördüğü bir rüya üzerine hicretin 6. yılı Zilkade ayında(Mart – Nisan 628) yaklaşık 1500 sahâbî ile birlikte umre için Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkan Hz. Peygamber, Mekkelİ müşriklerin ne pahasına olursa olsun bu ziyarete engel olacaklarının anlaşılması, hatta müslümanların umre ibadetinden başka bir amaçlarının bulunmadığını bildirmek üzere elçi olarak gönderilen Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde yanlış bir haberin gelmesi üzerine kanlarının son damlasına kadar savaşacaklarına dair ashaptan biat aldı.(Bk. Beyatürrıdvan) Daha sonra devam eden müzakereler neticesinde Hz. Peygamberle Mekkeliler arasında Hudeybiye Antlaşması imzalandı. Müslümanların siyasî varlığını kabul eden ve on yıl gibi uzun bir zaman savaş yapılmayacağı için İslâmiyet’i yaymaya imkân sağlayan bu antlaşma, önemini kavrayamayan bazı müslümanlarca mağlûbiyet gibi telakki edilmiştir(Bk. hudeybiye antlaşması). İşte bu olayların ardından müslümanlann Medine’ye dönüşü sırasında Feth sûresi nazil oldu.
Feth süresi, İslâmiyet’in bir devlet müessesesine ve askerî güce sahip bulunduğu Medine döneminin ikinci yarısında nazil olmuştur. 6. (628) yıla kadar müs-lümanlarla Mekke müşrikleri arasında Bedir, Uhud, Hendek gibi önemli savaşlar olmuş, Medine çevresindeki yahudi-lerin ihaneti ortaya çıkmış, müslüman toplum içindeki münafıkların varlığı bilinmiş, İslâmiyet bedeviler dahil Arabistan yarımadasının hemen hemen bütün sakinlerine sesini duyurmuştu. Bununla birlikte son ilâhî dinin bu yarımadadaki stratejik durumu nezaketini hâlâ koruyordu. Onun, hâkimiyetini tam anlamıyla kurabilmesi için yarımadanın dinî, iktisadî ve kültürel merkezi sayılan Mekke’nin fethedilmesi gerekiyordu. Feth sûresi bütünüyle, gerçekleşmesi yaklaşan bu zaferi müjdelemekte, bunun ilk denemesi sayılan ve siyasî açıdan önemli avantajlar sağlayan umre yolculuğu ile Hudeybiye Antlaşması”nın müslümanlar, münafıklar, bedevî Araplar ve müşrikler açısından doğurduğu sonuçları dile getirmektedir.
Feth süresi, Hz. Peygamber’e Allah tarafından açık bir fethin ihsan edildiğini bildiren âyetle başlar. Müfessirlerin çoğunluğu bu âyetteki “feth-i mübîn’i Hudeybiye Antlaşması ile tefsir ederken bazıları Hz. Peygamber’e verilen nübüvvet ve İslâmiyet, Asr-ı saadetteki bütün fetihler, gerçekleşecek olan Hayber veya Mekke’nin fethi gibi önemli gördükleri hususlarla da tefsir etmişlerdir. Bunu takip eden âyette feth-i mübînin, Resûl-i Ekrem’in geçmiş ve gelecek bütün günahlarının bağışlanması sonucunu doğuracağı ifade edilmektedir ki müfessir Taberî, Nasr süresiyle bağlantı kurarak dikkat çekici bir yorum getirir ve bunun Allah’a şükür ve teşbih mânasına geldiğini zikreder. Sûrede daha sonra Hudeybiye Antlaşması veya İslâmiyet’in genel konumu münasebetiyle müslümanların kalbine güven verildiği ve bu sayede imanlarının güçlendiği haber verilir. Müminler cennetle müjdelenirken münafıklarla müşriklerin kötü bir akıbete uğratılacağı. Allah’ın göklerde ve yerde güçlü orduları bulunduğu bildirilir. Hz. Pey-gamber’in, Allah’ın insanlar üzerindeki bir şahidi, müjdecisi ve uyarıcısı olarak gönderildiği, ona inanmanın ve ona biat etmenin Allah’a biat etme mânasına geldiği vurgulanır.(âyet 2-10)
Daha sonra, Resûl-i Ekrem’in etrafında kenetlenen müslümanların bu Örnek davranışına karşılık, kalplerine imanın tam olarak yerleşmemesi sebebiyle umre seyahatine ve dolayısıyla Hudeybiye seferine katılmayan Medine civarındaki bedevî Araplar’ın ikiyüzlülüğünü dile getiren sûre, onların Hudeybiye’den zaferle dönen Hz. Peygamber’den özür dilediklerini, fakat bunda samimi olmadıklarını, çünkü bu sefere çıkan müslümanların sağ salim geri dönemeyecekleri zannına kapıldıklarını ve bu kötü niyet ve tutumlarının sonucunda helake müstahak olduklarını ifade eder. Bu art niyete sahip bulunan bedevîlerin ganimet elde edeceklerini umdukları takdirde müslümanlarla beraber savaşa gitmek isteyeceklerini, ancak bunların önceden ciddi ve çetin bir savaşa davet edilip gerçekten inanıp inanmadıklarının anlaşılması gerektiğini anlatır. Sûrenin bu bölümü sıhhî mazeretlerin savaş için de geçerli olduğunu bildiren âyetle sona erer.(âyet 11-17)
Bunun ardından Feth sûresi, Hudey-biye’de Hz. Peygamber’e biat eden müminlerden Allah’ın razı olduğunu haber veren bölümle devam eder. Burada, Hu-deybiye’de elde edilen başarıdan sonra, isim zikredilmese de Hayber’in fethi gibi daha birçok zaferin kazanılacağı ve pek çok ganimetin elde edileceği müjdelenir, Allah’ın azîz, hakîm ve her şeye kadir olduğu ifade edilir. İki taraf arasında barış yapılmayıp da savaş çıksaydı kâfirlerin arkalarına dönüp kaçacakları, bu durumun da Allah’ın öteden beri süregelen ve hiç değişmeyen sünneti olduğu dile getirilir. Umre ibadetini yerine getirmelerine ve kurbanlarını kesmelerine engel olan Mekke!iler’le savaşmaya ant içtikleri halde müslümanlara savaş izni verilmemesinin sebebi, Mekke’de İslâmiyet’i benimsediklerini henüz açığa vurmamış bulunan müminlerin mevcudiyeti olarak gösterilir. Mekkeliler Câhiliye öfke ve taassubu ile hareket ederken müslümanların takvaya ve güvene lâyık ve ehil oldukları açıklanır.(âyet 19-26)
Sûrenin son bölümü. Hz. Peygamberin Mescid-i Harâm’a gireceklerine dair gördüğü rüyanın eninde sonunda gerçekleşeceğini haber veren ve dolayısıyla onun hak peygamber olduğunu teyit eden âyetle başlar. Sûrenin son iki âyeti, evrensel bir dinle gönderilen Resûl-i Ekrem’in tebliğ ettiği İslâmiyet’in bütün dinlere üstünlük sağlayacağını ilân eder. Çünkü Muhammed Allah’ın elçisidir. Başta ashap olmak üzere onun yanında yer alan müslümanlar hak dinin bu üstünlüğünü korumak için gerekli olan maddî ve manevî kuvvet ve kemale sahiptirler. Şüphe yok ki bütün insanlar ebedî hayata intikal edecek, içlerinden iman edip yararlı işler görenler mutluluğa kavuşacaktır.(âyet 27-29)
Feth sûresinin faziletine gelince, Hz. Peygamber’in, “Bu gece bana öyle bir sûre indirildi ki benim için o dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha kıymetlidir” dediği ve ardından sûrenin 1. âyetini okuduğu rivayet edilmiştir.
İslâm dininin evrenselliğini ve üstünlüğünü simgeleyen Feth sûresinin İslâm kültür tarihinde önemli bir yeri vardır. Gazaya giden müslüman askerlerin, buradaki zafer vaadinin kendileri için de gerçekleşmesini umarak sefer sırasında ve savaş boyunca sûreyi çokça okudukları bilinmektedir. Diğer taraftan kılıç, kalkan, balta gibi savaş aletleri üzerinde ilk âyetinin, bazı hükümdar ve kumandanların giydiği zırhlar üzerinde de bütün sürenin yazılı olduğu görülmekte. Çanakkale ve İstiklâl Savaşı yıllarında evlerde ve camilerde sürekli olarak Feth sûresi okunduğu nakledilmektedir. Sûre bazı müstakil eserlere de konu olmuştur. Emîr Sultan (ö. 833/1429 (?1), Emîr Pâdişâh, Abdüllatîf b. Mecdüddin el-Muhibbî, Sadreddinzâde eş-Şirvânî ve Bosnevî, Tefsîru sureti’I-Feth adıyla müstakil eser yazan müellifler arasında yer alır. Selîm b. Müs’ad el-Ahmedî. Mekke Ümmülkurâ Üniversitesi Külliyyetü’ş-şerîa’da Siyâsetti’r-Resul fi’1-harb ve’l-mühâdene kemâ taşav-verahâ sûretü’I-Feth (1398/1978) adıyla bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi