Mîr Ebü’l-Kâsım b. Mîrzâ Findiriskî Hüseynî Esterâbâdî (ö. 1050/1640-41) İbn Sînâ geleneğine mensup felsefeci.
Esterâbâd şehrine bağlı Findirisk köyünde doğdu. Safevî dönemi felsefecilerinin en önemlilerinden biri olup babası Mirza Beg ve dedesi Seyyid Sadreddin Esterâbâd’ın ileri gelenlerindendir. Fin-diriskî’nin ilk tahsilini bu köyde tamamladığı tahmin edilmektedir. Daha sonra İsfahan’a giderek eğitimine burada devam etti.
Findiriskî, çeşitli tarihlerde gittiği Hindistan’da İran asıllı Âzer Keyvân’ın öğrencileriyle kurduğu ilişkiler sonucunda Zerdüştlük. Budizm ve diğer Hint inançlarını yakından tanıdı. İran’da Safevî sultanlarından Şah I. Abbas ve onun yerine geçen Şah Safî’den. Hindistan’a gittiğinde de Şah Cihan gibi Hint sultanlarından saygı ve itibar gördü. Bununla birlikte sûfî tabiatlı bir kişi olan ve giyim kuşamına pek dikkat etmeyen Findiris-kî’nin devlet büyükleri ve zenginlerle ilişkide bulunmaktan hoşlanmadığı anlaşılmaktadır.
İsfahan’da öğretim faaliyetinde de bulunan Findiriskî’nin derslerinde İbn Sînâ’nın eş-Şi/d3 ve el-Könûn adlı eserlerini okuttuğu nakledilmektedir. Bundan dolayı. XI. (XVII.) yüzyılda İran’ın fikir hayatında büyük rol oynayan ve Mîr Dâmâd, Şeyh Bahâeddin Âmilî. Feyz-i Kâşânî gibi şahsiyetlerin oluşturduğu İsfahan Mektebi’nin düşünürlerinden biri sayılır. Eserlerinin, kendisine büyük ilgi gösteren Şah Safînin kütüphanesine verilmesini vasiyet eden Findiriskî yaklaşık seksen yaşında İsfahan’da vefat etti. Aynı şehirdeki Taht-ı Fülâd ve Tekiyye-i Mîr de denilen Baba Rükneddin Me-zarlığı’na defnedildi. Mezarı zamanla bölge halkı için bir ziyaret yeri haline gelmiştir.
Findiriskî’nin. çeşitli felsefî disiplinler yanında özellikle geometri, kimya ve matematikte uzman olduğu nakledilmekle birlikte bu konularla ilgili görüşleri bilinmemektedir. Canlı hayvan kesmek mecburiyetinde kalacağı endişesiyle hacca gitmekten kaçındığı şeklindeki rivayetler onun Hint kültüründen etkilendiğini göstermektedir. Dervişler gibi pejmürde kıyafetle gezmesinde de aynı kültürün rolü olabilir. Findiriskî, Hint kültürüne duyduğu bu ilgi sonucunda Hint felsefesi ve mistisizminin önemli metinlerinden biri olan Yogavasishtha adlı eserle ilgili açıklamalar kaleme almıştır. Yaşadığı dönemde ilim çevrelerinde tanınmasına rağmen kendisinden sonrakilere etkisinin eserleri aracılığıyla değil, daha çok Muhammed Saîd Sermed, Molla Receb Ali Tebrîzî, Âgâ Hüseyin Hânsârî ve Muhakkık-ı Sebzevâri gibi talebeleri vasıtasıyla olduğu anlaşılmaktadır.
Findiriskî, Kaşîde-i Yd’iyye’deve Hint mistisizminin önemli eserlerinden birine yazdığı haşiyede tasavvufî ve İşrâki görüşler ileri sürmüşse de öteki risalelerinin muhtevasından onun İbn Sînâ geleneğine mensup olduğu anlaşılmaktadır. Findiriskî ve talebelerinin, derslerinde İbn Sînâ’nın eserlerini okuttuklarına dair kaynaklarda geçen bilgiler de bunu desteklemektedir. Bunun bir gereği olarak, hareket kavramını işlediği risalesinde bir yandan Tann’nın varlığını ispat yöntemlerinden biri olan hareket delilini kullanmakta, öte yandan da Şehâbeddin es-Sühreverdî’de “nûrânî örnekler” şeklini alan Eflâtun’un idealar düşüncesine varlığın izahında ihtiyaç bulunmadığını savunmaktadır. Aynı şekilde, İbn Sînâ ve Sühreverdî geleneklerine bağlı filozoflar arasında önemli tartışmalara konu olan, zât ve zatîde teşkîk’in mümkün olup olmadığına dair tartışmalarda İbn Sînâ’nın görüşünü benimsemektedir. Buna göre, içine aldığı tikellerin tümüne aynı şekilde tetabuk eden tümellere “mütevâtf, bu kapsayı-şın öncelik-sonralık, şiddet-zayıflık vb. açılardan farklılık arzettiği tümellere ise “müşekkek” denilmektedir. İbn Sînâ bu anlamda teşkîkin mahiyetlerde bulunmadığını, Sühreverdî ise bulunduğunu savunmuştur. Findiriskî. Molla Muzaffer Kâşânî’nin bu konuyla ilgili sorusuna teşkîkin zatîlerde, dolayısıyla mahiyetlerde de bulunduğu cevabını vererek İbn Sînâ geleneğini devam ettirmiştir.
İnsanın küçük âlem, âlemin de büyük insan olduğu şeklindeki stoa felsefesinden gelen, daha çok bâtınî ve tasavvuf çevrelerinde ilgi uyandıran benzetmeye Findiriskî de başvurmaktadır. Ona göre her organın bir görevi bulunduğu gibi her İnsanın da bir işi. bir sanatı olmalıdır. “Sanat” kelimesine, belirli bir konuda özel bir gaye için yapılan bütün faaliyetleri içine alacak şekilde geniş bir anlam veren Findiriskî sanatların konusunun tümel veya tikel olabileceğini, gayelerinin ise ya konusunun iyileştirilmesi (salâh) veya bozulması (fesâd). ya da bunlardan ikisinin de dışında olacağını ifade etmektedir. Sanatları gayeleri, konuları. İyi ve kötü, faydalı ve faydasız oluşlarına göre çeşitli açılardan izah ve tasnif etmektedir. Bu sınıflandırmalarda küllî varlık ve olguları konu edinen, ayrıca failini bu konuyu mükemmelleş-tirmeye yönelten meslek en üstün sanattır; peygamberlik, imamlık, müctehidlik ve filozofluk bu gruba girer. Yine konusu küllî olmakla birlikte failini bu hususta tahribat yapmaya sevkeden meşguliyetler de vardır. Findiriskî bu gruba inançsızlar (mülhid), ibâhîler, zâlim halifeler, bid’atçılar ve sofistlerin faaliyetlerini örnek gösterir. Çünkü bunlar evrensel düzenin üzerinde kurulduğu nübüvvet, hilâfet, ictihad ve felsefeyi yıkmayı gaye edinmişlerdir; bu yüzden de insanların en kötüleridir. İnsanların meşgul oldukları sanatlar bu şekilde tasnif edilirken bunlara bir yandan ahlâkî değer hükümleri yüklenmekte, öte yandan da kötü kabul edilenler için tedavi yollan gösterilmektedir. Bundan dolayı, gayeleri kötülük olan mülhid vb. kişilerin tedavisini siyasî otoriteye ve müctehid-lere havale ederek onlann ortadan kaldırılmasını öğütlemektedir. Diğer taraftan bu tasnifte filozof ve müctehid gibi kişilerin peygamberlerle aynı grupta anılması, bunların toplum tabakaları içindeki yerini ve derecesini tesbite yöneliktir. Ayrıca her grubun kendi içinde gizli bir derecelenmesi nin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Flndi-riskî’nin kendisi, belki de böyle bir sorun çıkabileceğinin farkında olduğu için, sanatlarla ilgili görüşlerine yer verdiği risalesinde filozofla peygamberi çeşitli açılardan karşılaştırmaktadır. Ona göre filozoflar ilim ve amelde yanlış yapabilirler, buna karşılık peygamberler hata etmezler; filozofların bilgi kaynağı düşünce ve amel. peygamberlerinki ise vahiy ve ilhamdır. Nübüvvet ve (Şia’ya göre) imametin müktesep olmamasına karşılık felsefe çalışılarak ve kazanılarak elde edilir. Peygamberlikle filozofluk arasında buna benzer önemli farkları sıralayan ve peygamberlerin ifade ettikleri bilgilerle diğer bilgi türleri arasında kesin bir ayırım gözeten Findiriskî, bu görüşleriyle konu etrafında İslâm felsefesine zaman zaman yöneltilen eleştirilerin yanlışlığını belirtmiş olmakta, ayrıca Fârâbî ve İbn Sina’nın görüşlerini benimseyen felsefecilerin bu konuyu nasıl anladıklarına bir örnek teşkil etmektedir.
Eserleri
Arapça ve Farsça yazan Findi-riskî’ye nisbet edilen bazı eserlerin nüshaları tesbit edilememiştir. Eserlerinin önemlileri şunlardır:
l- Risâle~i Şınd’iyye. Hakâ’ikuş-şmâ, Şınâ’i’u’l-hakö 3ik ve Şmâ ciyye gibi adlarla da anılan bu risale Farsça yazılmış olup yirmi dört bölüm ve bir sonuçtan oluşur. Çeşitli sanat ve ilimlerin tarifleri, faydaları, halkın sanatları ve ilimleri öğrenmeye teşvik edilmesi, varlık mertebeleri gibi konuları ihtiva eder. Çeşitli yazma nüshalan bulunan risale önce Hindistan’da (1267, taş basması), daha sonra Tahran’da Ali Ekber-i Şehâbî’nin notlarıyla (1317 hş.) basılmıştır. Son olarak Seyyid Çe-lâleddin Âştiyânî tarafından seçmeler halinde yayımlanmıştır. Eseri Muhammed Takı Nasîr-i Tûsî Arapça’ya çevirmiştir.
2- Kaşîde-i Yd’iyye. Findiriskrnin en ünlü eseri olan bu Farsça kaside felsefî ve tasavvufî bir mahiyet taşımakta olup meşhur şair Nâsır-ı Hüsrev’i taklit ederek ve ona cevap olmak üzere yazılmıştır. Bazı nüshalan bulunan bu eser de basılmıştır. Kaşîde-i Yd’iyye, Seyyid Muhammed Salih Halhâlî ve Molla Abbas ed-Dârâbî tarafından şerhedilmiştir. Risale Seyyid Hüseyin Nasr tarafından kısmen İngilizce’ye çevrilmiş, bu tecrümeden de Türkçe’ye aktarılmıştır.
3- Risale fi’l-hareke. Mûkûletül -hareke ve’t-tahkıka fîhâ adıyla da anılan Arapça bir risaledir. Eserde her hareketin tek yaratıcı olan ilk hareket ettiriciye geri döndüğü belirtilmekte ve Eflâtun’un savunduğu idealar reddedilmektedir. Risale Âştiyânî tarafından seçmeler halinde yayımlanmıştır.
4- Risale der Teşkîk. Ce-vöb-ı Su’âlût-ı Muzaffer-i Kâşânî adıyla da anılmaktadır. Molla Muzaffer Kâşânî adlı bir şahsın sorduğu sorulara Flndiris-kî’nin verdiği cevaplan ihtiva eden bu Farsça risale zâtilerde (tümel kavramlarda) teşkîkin mümkün olup olmadığı hakkındadır. Eser Âştiyânî tarafından seçmeler halinde yayımlanmıştır.
5- Hâşiye-i Cog. Hint mistisizmi ve felsefesiyle ilgili, Mahâ-Ramâya-na ve Vasishtha Ramâyana adlanyla da anılan Yoga – Vasishtha adlı Sanskritçe eserden yine aynı dilde Laghu-yoga-vasishtha adıyla yapılan Özet Ekber Şah zamanında Nizâmeddin Pânîpetî tarafından Farsça’ya çevrilmiş ve bu esere Findiriskî Farsça haşiyeler yazmıştır. Bu haşiye dolayısıyla müellif İslâm dünyasındaki Hindistan uzmanlarından biri olarak değerlendirilmektedir. Findiriskî’nin eseri Şerh-i Cög olarak da anılır.
Findiriskî’nin bunlardan başka Usû-lü’l-fuşûl, Tahkiku7-mezelle, Risale der kîmyâ3, Kitâb fi’t-tefsîr, Risale îî hakikati’î- vücûd, Risale fi’i-makülâ-ti’i-‘aşr, Risale tî irtibâti’l-hadis bi’l-kadîm, Müntehab-ı Cog, Ferheng-i Cög, Dîvân ve Târih-i Şafeviyye adlı eserleri olduğu belirtilmektedir.
TDV İslâm Ansiklopedisi