Fütûhâtû’l-Mekkiyye. Muhyiddin İbnü’l-Arabi’nin (ö. 638/1240) tasavvufi görüşlerini en geniş boyutlarıyla açıkladığı eseri.
Kısaca el-Fütûhât olarak da anılan eserin tam adı el-Fütûhâtü’l Mekkiyye îî macrifeti’l-esrâri’]-mâlikiyye ve’l-mülkiyye’dir. Sözlükte “açmak, yardım etmek; zafer” gibi mânalara gelen feth Kelimesi (çoğulu fütûh, bunun da çoğulu fütuhat) tasavvufta “Allah’ın rızık gibi maddî, ilim ve marifet gibi manevî lutuf-larını kuluna açması” anlamına gelir. İbnü’l-Arabî feth ve fütuhat kelimeleriyle, keşf kabiliyeti açılan kalbin ilâhî feyze nail olması ve ilham almasını kastederek peygamberlerin ve velîlerin Allah hakkında akıl ve fikir yoluyla oluşturulan bir bilgiye sahip bulunmadıklarını, Allah’ın onları bundan uzak tuttuğunu ve keşflerinin açılmasıyla (fütûhu’l-mükâşefe) Hakk’ın bilgisini elde ettiklerini söyler. İlham ürünü olan bilgiler kendisine Mekke’de geldiği ve eseri burada yazmaya başladığı için bu kitaba el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye adını verir. Kitabın bu özelliğini çeşitli vesilelerle vurgulayan İbnü’l-Arabî, noktasına varıncaya kadar eserdeki bütün bilgilerin ilâhî ilham (ilkâ-i rabbânîve imlâ-i ilâhî) mahsulü olduğunu ileri sürer (III, 477). İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l -Medeniyye ve el-Tenezzüİdü’i-Mevşiliyye gibi eserlerini de bu fetih ilhamlarının kendisine geldiği yerlerle irtibat-landırarak isimlendirmiştir.
İbnüT-Arabî, Filistin’de Halîl şehrindeki Hz. İbrahim’in makamını ve Kudüs’te Mescid-i Aksâ’yı ziyaret ettikten sonra hac ve umre maksadıyla yola çıktı, Medine’de Hz. Peygamber’in türbesini ziyaret edip 598’de (1201) Mekke’ye gitti. Bu sırada otuz yedi yaşında olan müellife eserin ilk fetihleri burada gelmeye başladı. Manevî varlık ve olayları geniş ölçüde maddî sembollerle tasvir eden İbnü’l-Arabî tavaf esnasında, “Kabe’nin hakikati” olduğunu söyleyen bir gencin Hacerülesved tarafından kendisinin bulunduğu yere doğru geldiğini, kendini “konuşan-susan, mürekkeb-basit” gibi bazı zıt sıfatlarla tarif eden ve aslında “imâm-ı mübîn”in veya “levh-i mahfûz”un tecessüm etmiş bir şekli olan bu gencin ondan kendisini okumasını istediğini ve, “Bende ne görüyorsan onu eserine geçir ve istidat sahiplerine öğret” dediğini nakleder. İbnü’l-Arabî, engin bir nura benzettiği bu gencin kendisinde gizli olan bilgileri gözleri önüne serdiğini, bunları okuyup el-Fütûhât’ın ikinci cüzünü meydana getirdiğini, bir başka yerde de yazıya geçirmeden önce eseri manen kendisinden okuduğunu söyler. İbnü’l-Arabî bu zattan, sahip olduğu sırlardan bazılarını kendisine açmasını rica ettiğini, onun da, “Ayak izlerimi takip ederek benimle beraber tavaf et” dediğini, birlikte yedi tavaf yaptıklarını, bu sırada genç adamın kendisine, “Bu görmüş olduğun ev (Kabe) zatımı, yaptığımız yedi tavaf da yedi aslî sıfatımı temsil eder” dediğini (1, 47-51) ve her tavafta el-Fütûhât’m bir faslını okuduğunu nakleder. Bu ifadeden, eserin ihtiva ettiği bütün bilgileri müellifin bu görüşme sırasında -özet olarak- ondan aldığı anlaşılmaktadır. Bunların yazıya geçirilmesi otuz bir yıl sürmüş ve eser 629 yılının Safer ayında yine Mekke’de tamamlanmıştır. İbnü”l-Arabî’nin, daha sonra Mekke şerifi Yûnus b. Yûsuf’un kızı Fatma’dan doğan oğlu İmâdüddin Muhammed el-Kebîr’e verdiği bu ilk nüshayı tamamlayınca ciltsiz ve cüzler halinde Kabe’nin damına koyduğu, bir yıl boyunca orada kalan esere yağmur ve fırtınaya rağmen hiçbir şey olmadığı rivayet edilir. Bu nüsha bugün mevcut değildir. Müellif yaklaşık üç yıl sonra (632/1234) Şam’da eseri baştan sona gözden geçirmeye başlamış, üçte bir oranında ilâve ve bazı çıkarmalar yaptıktan sonra nihaî şeklini verdiği el-Fütuhat’IN bu ikinci nüshasını bizzat kendi eliyle yazıp ölümünden iki yıl önce 24 Rebîülevvel 636 tarihinde bitirmiştir. Bu sebeple şeyhin en mütekâmil fikirlerinin bu eserinde toplanmış olduğu söylenebilir. Bu nüsha bir süre İbnü’l-Arabî’nin Şam’daki türbesinde muhafaza edildikten sonra üvey oğlu Sadreddin Konevî’ye intikal etmiş, XX. yüzyılın başlarına kadar da onun Konya’daki zaviye kütüphanesinde Özenle korunmuştur. Bu nüsha bugün İstanbul’da Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndedir.
Muhtevası. el-Fütûhâtû’l-Mekkiyye, müellifin “sifr” adını verdiği otuz yedi kitaptan meydana gelir. Bunlar cüzlere, fasıllara, bablara ve meselelere bölünmüştür. Ancak eser ana şema olarak altı fasla, fasıllar da 560 baba ayrılmıştır. Müellifin doğum tarihiyle (560/1165) Feth sûresinin kelimelerinin toplamının da S60 olması dikkat çekicidiR. Eserin bazı bölümleri bir iki sayfa, bazıları da müstakil bir kitap hacmindedir. 559. bölüm hacim itibariyle en geniş bölümdür. İlk yazılan “fetih” eserin bir şeması mahiyetinde olan ikinci cüzdür ki müellif bu kısmı 560 bölümün içerisinde saymaz. Eserin sonlannda yer alan bazı bölümler tarih olarak daha önce yazılmıştan Meselâ 121. bölüm 633 (1235-36) yılında, 191. bölüm 627 (1229-30) yılında, 295. bölüm 634 (1236-37) yılında kaleme alınmıştır. Öte yandan eserin muhtevası da belli bir plana uymaz. Nitekim müellifin kendisi de, “Diğer eserlerim gibi bu eserim de mahir yazarların kitap yazım kurallarıyla kaleme alınmamıstar”; “Bu kitabın bölümlerinin sırasının böyle olması kendi elimde değildir; (Kuranda) talâk, iddet ve nikâhla ilgili âyetlerin arasında, ‘Namazları ve orta namazı muhafaza ediniz’ mealindeki âyetin gelmesi gibi bu da bir emr-i ilâhîdir”; “Bana kalsa usulden bahseden 88. bölümün mantıkî olarak 68-72. bölümlerden önce gelmesi gerekirdi, fakat bu kendi irademle olmadı” diyerek eserin tertibinde görülen düzensizlik konusunda meydana gelebilecek tereddütlere bir açıklama getirmektedir. Bu yönüyle eserin Aristocu mantık silsilesini değil âdeta Stoacı mantığı andırdığı ileri sürülmüştür.
ei-Füfû/ıdtü’J-Me/duyye’nin ilk cüzü “Hutbetü’l-kitâb” başlığını taşıyan bir önsözle başlar. İbnü’l-Arabî burada “ha-kîkat-i vücûdiyye” ve “hakîkat-i Muham-mediyye” kavramlarıyla varlığın yaratılışı konusuna temas ettikten sonra eseri kendisinden feyiz aldığını söylediği Şeyh Abdülazîz el-Mehdevî’ye, talebesi Abdullah Bedr el-Habeşî’ye ve onların şahsında bütün safiyet sahiplerine, muhakkik sûfîlere, velî dostlarına ve zeki kardeşlerine ithaf ettiğini söyler. İkinci cüzde 560 bölümün adlan tek tek sıralanmıştır. İlim mertebelerinin anlatıldığı üçüncü cüz eserin mukaddimesini oluşturur; dördüncü cüzden itibaren birinci faslın konularına geçilir.
Eserin “maâriften bahseden birinci faslı yetmiş üç bölüme ayrılmıştır. İbnü’l-Arabî marifet konularının avamın, havassın ve havâssü’l-havâssın anlayışlarına göre üç ayrı seviyede ele alınabileceğini, havâssü’l-havâssın bu konuları algılayış tarzını anlamanın kolay olmadığını göz önünde bulundurarak konulan çeşitli bölümlere dağıttığını, eseri ancak Allah’ın anlama kabiliyetini nasip ettiği kişilerin anlayabileceğini söyleyip meseleleri havas ve havâssü’l-havâs düzeyinde ele aldığına dikkat çeker. Bu faslın ilk bölümlerinde harflerin mertebeleriyle varlık mertebeleri arasındaki irtibatlar gösterildikten sonra âlemin zuhuru, besmelenin sırları, ruhların, bedenlerin ve arzın yaratılışı, arş ve taşıyıcıları, kürsî, dört büyük melek ve kutuplar anlatılmış, ilâhî ilimlerdeki olağan dışı hususlara işaret edilmiştir. Daha sonra zamanın metafiziği yapılmış, ilham ilimlerinin nasıl öğrenileceği gösterilmiştir. Unsurlar âlemi, nefis, ulvî ve süflî âlemler, ba’s, kıyamet, cennet, cehennem, berzah ve bunların sırlan, şeriatın zahirî ve bâtınî sırları anlatıldıktan sonra velayet konusuna temas edilerek Ehl-i beyt’in sırrı üzerinde açıklamalar yapılmıştan Bu faslın son bölümlerinde kelime-i tevhîd, taharet, namaz, zekât, oruç ve haccın sırlan üzerinde genişçe durulmuştur. Bu İlk fasıl, bütün eserin etrafında örüldüğü fikrî bir yumak gibidir. Sâlik bu nazarî temeller üzerinde kemale erecektir.
Eserin İkinci faslında ilk fasıldaki nazarî açıklamaların uygulamalarına yer verilerek tövbe, mücâhede, halvet, uzlet, firar, takva, farzlar, sünnetler, nafileler, zühd, cömertlik, havf ve recâ, hüzün, açlık, şehvet, irade, uyku, uyanıklık, huşu, nefse muhalefet yollan, haset, kibir, gıybet, kanaat, hırs. tevekkül, şükür, sabır, yakın, murakabe, rızâ, istikamet, ubûdet, ihlâs, sıdk. haya, hürriyet, zikir, fikir, fütüvvet, firâset, hulk, gayret, velayet, nübüvvet, risâlet, fakr, tasavvuf makamı, tahkik makamı, hikmet makamı, kimyâ-i saadet makamı, tevhid makamı, edep, sohbet, sefer, marifet, ölüm, muhabbet, şevk ve iştiyak, semâ, keramet, harku’1-âdât. mucize, rüya ve mübeşşirât, sâlikin sureti gibi konu ve kavramlarla bunların sırlan anlatılır. Bu fasıl eserin 74-189. bölümlerini ihtiva eder.
Sâlikin ahvalinin anlatıldığı üçüncü fasıl seksen bölüme aynlmıştar. Bu fasılda sefer ve müsâferet, tarik, hal, makam, mekân, şath, tavâli’, nefes, sır, visal, fı-sâl. riyazet, tecellî, müşahede, mükâşe-fe, telvîn, gayret, hayret, letâif, fevâtih, vesm ve resm, kabz, bast, fena, beka, cem’, tefrika, murad, mürid. himmet, gurbet, mekr, rağbet vecd, tevâcüd, vü-cûd, vakt. heybet, üns, celâl, cemâl, kemal, gaybet, huzur, sekr, sahv, zevk, re’y, mahv. isbat, setr, kurb, bu’d, şeriat, hakikat, havâtir, vârid, şâhid, nefs, ruh, il-me’1-yakin, ayne’l-yakln, hakka’l-yakîn gibi konular ve bunların sırları anlatılır.
Dördüncü fasılda kutub ve onun iki yanında bulunan iki imamın menzilleri, tenzih, teberrâ, havz. ülfet, tecellî-i se-medânî, tilâvetü’l-evveliyye, ilmü’l-üm-mî. gayb ve şehâdet âlemleri, zamanın sadn ve dördüncü felek, şehâdet âleminin varlık sebebi, gayb âleminin zuhur sebebi, saadet ve şekavet ehli, ulvî âlemin inkisam sebebi, ulvî âlemin süflî âlem üzerine gelişinin sebebi, melâmet. evliyanın kalbine vahyin inişi ve şeytanın bundan uzak oluşu, nebîler, velîler ve meleklerin dereceleri ve farkları, azabın neden gerektiği, ibtilâ. Muhammedî şeriatın ve diğer şeriatların nefsânî garazlarla nasıl neshedildiği, âlem-i gayb ile âlem-i şehâdetin arasını ayıran menzil, büşrâ, mübeşşer-mübeşşer bih, rical ve nisanın bazı ilâhî mavtmlarda beraberliği, Kur’an menzili, mürekkeb ve basit terakki ve tedennî, “Ben eşyayı senin için, seni de benim için yarattım” menzili, uhuvvet, nebatatın kutba biati, Hz. Muhammed’in menzili ve âlemler, ihlâ-sın sırrı, bazı ariflerin sıdklannın sırları, Allah indinde ilk saf, Hayber fethi ve o gün inen sırlar, ebvâbın fethi ve kapanması, sıfatlarda ruhlar ve nefislerin beraberliği, mânalardan perdenin kaldırılması, Ehl-i beyt’ten olmayanın Ehl-i beyt’e ilhakı, Hak ve takdir, iki secde (küllî ve cüzî) ve sırları, arif ve onun kendi altındakileri eğitmesi, ekvânda hali ve makamı gizli olanlar, âhir zaman meh-dîsi ve vezirleri, şehâdet âleminin gayb âlemi üzerine olan tesirleri, hakikatler âlemi ve imtizaç, “Ulemâ enbiyanın vârisleridir” menzili, tevhid ve cem’ konula-nyla bunların sırları anlatılmıştır. Bu fasıl eserin 270-383. bablannı ihtiva eder.
Beşinci fasılda zillet ve fakr ile ulaşılabilecek haller (münâzelât) incelenmiştir. Eserin 384-461. bablannı içine alan bu fasılda. “Allah İnsan ile ancak vah-yetmekle veya hicabın ardından konuşur”[361] mealindeki âyetin sırları anlatıldıktan sonra, “Kim hakir görülürse galip gelir, kim de hakir görürse mağlûp olur”; “Merhamet edene merhamet edilir”; “Edepli olan vâsıl da olur”; “Kuluma tapan kulum değildir”; “İsimler sana hicaptır, eğer onları aça-bilirsen bana vâsıl olursun”; “Ben senin zamanınım, sen de benim zamanımsın”; “Benim fiilimi bana iade eden bana hakkımı vermiş olur”; “Deliller ve burhanlarla bana vâsıl olmak isteyenler hiçbir zaman bana vâsıl olamazlar” gibi hikmetli sözlerin açıklamaları yapılmıştır. Daha sonra şahdamarı ve beraberliğin mahalli, kulun kalbi, irfanı keşfin gerekliliği, kâbe kavseyn ve kâbe kavseyn-i sânî, İslâm, iman ve İhsan mertebeleri ve sırları anlatılmıştır.
Eserin 462-5S8. bablannı ihtiva eden altıncı faslında makâmâtla ilgili konular ele alınmıştır. Bu fasılda Muhammedi kutuplar ve bunların menzilleri, âlemin feleklerinin devrini sağlayan on iki ku-tub, menzili “lâilâhe illallah” olan Mu-hammedî kutuplar kutbunun hali, menzili “Allahüekber” olan kutub, menzili “sübhânallah” olan kutub, menzili “elhamdülillah” olan kutbun halleri anlatıldıktan sonra sırasıyla her birinin menzili bir âyete tekabül eden kutublardan söz edilir. İbnü’l-Arabî daha sonra, kendi zamanından kıyamete kadar gelecek kutublann adlannı zikretmesine engel olan sebepleri sıralamış ve hatmü’l-ev-liyâ konusuna temas etmiştir. Bu faslın son bölümünde Allah’ın isimlerinin bilinmesi keyfiyeti ve bunlardan hangisinin telaffuzunun caiz ve hangilerinin caiz olmadığı anlatılmıştır.
559. bölüm eserin bir özeti mahiyetindedir. 560. bölüm İse bir sonsöz niteliğinde olup İbnü’l-Arabî’nin hem mü-ridlere hem de vâsıl olan kişilere hitaben yazdığı ilâhî, şer’î ve hikemî vasiyetlerini ihtiva eder.
el-Fütûhât esas itibariyle mensur bir eser olmakla birlikte içerisinde bir hayli şiir bulunur. Bu şiirlerin sayısı İbnü’l-Arabî’nin divanında yer alan şiirlerin yaklaşık beş katına ulaşır. Müellif ayrıca bu şiirleri Nazmü’l-Fütûhi’l-Mekkî adıyla bir eserde toplamıştır[362]. Genellikle her bölüm bir şiirle başlar. Müellif bu şiirlerin o bölümün âdeta birer özeti olduğunu, bunların kendilerine özgü mânaları bulunduğunu vurgular.
Eserde nakledilen âyet ve hadislerin sayısı da oldukça fazladır. el-Fütuhat’-ta tefsir ve te’vili yapılan bu âyetler Mahmûd Gurâb tarafından derlenerek Rahmetün mine’r-rahman iî tefsîri’l-Kur’ân adıyla dört ciltten oluşan bir eser meydana getirilmiştir.[363]
Sûfflerin varlık ve bilgi nazariyesi, kozmolojisi ve metafizik anlayışlarının yanı sıra nübüvvet, risâlet, velayet, melekiy-yât, mebde ve meâd, tefsir ve te’vil gibi hem zahirî hem de bâtını yönleri olan birçok konu hakkında özgün bilgiler ihtiva eden el-Fütûhâtü’1-Mekkiyye’nm müellifin diğer önemli eseri Fuşûşü’l-hiAem’İn bir şerhi olduğu söylenebilir. Nitekim Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Muhammed Pârsâ, “Fusûş can, Fütuhat gönüldür” sözüyle eserin bu niteliğini vurgulamak istemiştir. el-Fütûhât’in özellikle II. cildinin 357-377. sayfaları arasındaki kısmın bir Fusûsü’l-hikem özeti olduğu hissedilmektedir. Öte yandan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Meş-nevfsini el-Fütûhât’m Farsça versiyonu olarak değerlendirenler de vardır. İbnü’l-Arabî, Mısırlı sûfî İbnü’l-Fânz’dan et-Tâ”iyyetü’l-kübrâ’sini şerhetmesini istediğinde onun, “Senin el-Fütûhât’m onun şerhidir” dediği rivayet edilir. Müellifin 400’ü aşkın eserinin her biri eî-Fütûhât’m bir bölümüne yazılmış birer zeyil olarak değerlendirilebilir. Meselâ Kitâbü’t-Teceiliyyât el-Fütûhât’m 382. bölümünün, Küâbü’l-Meimlü’!-menâ-lil de 22. bölümün birer zeyli gibidir, el-Fütûhat’m diğer bir önemli özelliği de nakledilen bir sûre veya âyetin, eserin hem kendi iç bölümleri arasında, hem de el-Fütûhât ile başka bir eseri arasında fikrî bağlantı kurmada anahtar rol oynamasıdır. İbnü’l-Arabî bütün eserlerinin Kur’an’ın hazinelerinden olduğunu, kendisine Kur’an’ın fehminin ve nus-retinin bahsedildiğini sık sık söyler. Bundan dolayı eî-Fütûhât’a tasavvufî bir Kur’an tefsiri demek de mümkündür.
İbnü’l-Arabî. eserlerinin kendisi tarafından yapılmış birer listesi olan el-Fih-rist ve el-İcâze adlı kitaplarında el-Fü-tûhâtü’l-Mekkiyye’y’ı 50. sırada zikreder. Fuşûşü’l-hikem”\n dört yerinde ve diğer bazı eserlerinde de bu eserden söz eder.
Pek çok kitap okuduğunu, ancak el-Fütûhât’tan daha kapsamlı bir eser görmediğini söyleyen Abdülvehhâb eş-Şa’-rânî’ye göre bu eserde şeriatın sır ve hikmetlerine, müctehidlerin ictihadları-nı ortaya koyarken dayandıkları esaslara geniş yer verilmiştir. Bir müctehid bu eseri inceleyecek olursa bilgisi artar, daha önce bilmediği istidlal şekillerini ve bunların sırlarını öğrenir, isabetli bir şekilde gerekçe tesbit etme imkânını kazanır. Bir müfessir, bir hadis yorumcusu, bir kelâma, bir dil veya kıraat âlimi, hatta bir rüya tabircisi bu eserden kendi alanıyla ilgili pek çok yeni şey öğrenir. Bir tabip, bir mühendis, bir mantıkçı, bir kimyacı ve bir tabiat âlimi için de aynı şeyi söylemek mümkündür.[364]
Çeşitli vesilelerle tefsir, hadis, fıkıh ve kelâmla ilgili pek çok meseleye temas eden ve bunlara dikkate değer açıklamalar getiren İbnü’l-Arabî’nin bu hacimli eseri yazıldığı tarihten itibaren pek çok âlimin dikkatini çekmiş, defalarca istinsah edilmiş, şerh ve ihtisar şeklinde bazı çalışmalara konu olmuştur.
Nüshaları. Sadece İstanbul kütüphanelerinde birçok yazma nüshası bulunan eserin 1238 yılında tamamlanmış müellif hattı nüshası İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’ndedir[365]. Konya nüshası olarak bilinen ve otuz yedi ciltten meydana gelen bu nüsha itinalı bir mağrib neshiyle yazılmıştır. Sonunda, eser kaleme alınırken ve tamamlandıktan sonra yetmiş bir defa müellifle mukabelesinin yapıldığına, kendisine okunduğuna dair okuyucu ve dinleyicilerin İsimlerini de ihtiva eden semâ kaydı bulunmaktadır. Müellifin eserleri üzerinde geniş bir çalışma hazırlayan Osman Yahya el-Fütûhât nüshaları hakkında bilgi verirken bu yetmiş bir semâ kaydının senedlerini tek tek sıralar[366]. Müellifin yazdığı bugün mevcut olmayan ilk nüshadan istinsah edilen Beyazıt Devlet Kütüphanesindeki el-Fütûhât nüshası[367] dört cilt halindedir. Bu nüsha yukarıda tanıtılan nüsha ile bazı farklılıklar göstermektedir. “Beyazıt nüshası” olarak tanınan eser 683 (1284) yılından önce istinsah edilmiştir. İbnü’l-Arabî’nin İsmail b. Sev-dekîn en-Nûrî adlı talebesi tarafından ilk nüshadan istinsah edilen Fâtih nüshası eserin XVIII-XXVII. ciltlerini ihtiva eder[368]. Beyazıt Devlet[369] ve Nu-ruosmaniye[370] kütüphanele-rindeki nüshalar da oldukça eski tarihli olup sonlarında semâ kayıtlan vardır.
Tarih boyunca el-Fütûhât’a verilen önem. onu en usta hattat ve müzehhip-lerin istinsah edip süsledikleri bir eser haline getirmiştir. Bunlardan, Mehmed Ali Ayni’nin, “Yenicami Kütüphanesi kitapları arasında bir Fütûhöt-ı Mekkiy-ye vardır ki görülmeye şâyestedir… Hattatının hiç olmazsa iki sene mütemadiyen çalışması lâzım geleceğini tahmin ediyorum”[371] dediği nüshanın zahriyesi nefis bir tezhiple bezenmiş olup bölüm başlıkları ve sayfalar altın yaldız çerçevelidir. Molla Fenârî’nin oğlu hattat Celâled-din Efendi tarafından istinsah edilen bu nüsha bugün Süleymaniye Kütüpha-nesi’ndedir[372]. Ayrıca yine Süleymaniye[373] ve Topkapı Sarayı Müzesi[374] kütüphanelerinde nefis tezhipli eJ-Fütûhât nüshaları bulunmaktadır.
el-Fütûhât’m yazma nüshalarında bazı tahrifler yapıldığı iddiası Abdülvehhâb eş-Şarânî’den kaynaklanmaktadır. Şa’-rânî, el-Fütûhât’\ özetlemeyi amaçladığı el-Yevâklt ve’1-cevâhir adlı eser üzerinde çalışırken kullandığı nüshada İbnü’l-Arabî’nin görüşlerine aykırı bazı ifadelere rastladığını, bunları eserine almadığını, yıllar sonra Konya’da eî-Fütûhât müstensihlerinden Şemseddin el-Medenî’ye rastladığını, onun istinsah ettiği nüshayı incelediğini, kendisinin el-Yevâkit ve’1-cevâhir’e almadığı birçok meselenin bu nüshada bulunmadığını görünce Mısır’daki bazı nüshalarda tahrifat yapıldığı kanaatine vardığını söyler[375]. Şa’rânî’nin bu iddiayı ileri sürerken hangi nüshaları kastettiği belli değildir. İbnü’l-Arabî uzmanlarından Ebü’1-Alâ el-Afîfî el-Fütûhât’m Bulak baskısını baştan sona taradığını, Şeyh-i Ekber’İn fikirlerine aykırı bir şey görmediğini söyleyerek Şarânî’nin bu konudaki kaygısını yersiz bulduğunu bildirir {Tİ, 1, 163).
Eser ilk olarak Emîr Abdülkâdir el-Cezâiri tarafından Mısır’da neşredilmiştir[376]. Bu basımda Konya nüshasının esas alındığı söyleniyorsa da bu nüsha yukarıda tanıtılan müellif nüshasının dışında başka bir nüsha olmalıdır. Eser 1876 ve 1911 “de tekrar basılmış, bu son baskının Beyrut’ta birçok tıpkıbasımı yapılmıştır[377]. Üçüncü basımda önceki baskılara göre bazı farklılıklar ve baskı hataları bulunduğundan ilk baskı daha muteber sayılır. Eserin son bölümü olan “Vesâyâ” ayrı bir kitap olarak e/-Veşdyd adıyla birkaç defa basılmıştır.[378]
el-Fütûhât’m ilmî neşrine 1972 yılında Osman Yahya tarafından Mısır’da başlanmıştır. Çok tafsilâtlı bir tahkik ve tah-ric yapılması planlanan bu çalışmada Konya, Beyazıt, Fâtih nüshalan ile Bulak baskısı esas alınmakta, her cildin önsözünde o cildin muhtevası hakkında bilgi verilmektedir. V. cildin başında eserin kullanımını kolaylaştıran bir makale bulunmaktadır. Mısır Kültür Bakanlığı ve Sorbonne Üniversitesi’nin üstlendiği bu projeye XII. ciltten itibaren UNESCO tarafından da destek verilmektedir. Otuz yedi cilt halinde yayımlanması planlanan eserin şimdiye kadar (1995) on dört cildi çıkmıştır. el-Fütûhât’m yayımı Mısır’da ilginç tartışmalara yol açmıştır. 23 Şubat 1979’da Mısır Parla mentosu’n-da eserin basılıp basılamayacağı tartışılmış, alınan bir kararla yayımı durdurulmuş ve neşredilen ciltlerin dağıtımı yasaklanmıştır. 1981 “de yasağın kalkması üzerine neşir faaliyeti yeniden başlamıştır. Ezher hocalarından Kemâl Ahmed Avn’in Kitâbü’î-Fütûhâti’1-Mek-kiyye ve mâ verâ3ühû min ‘iyâzi’1-ha-liyye (1989] adlı broşürü konuyu tekrar gündeme getirmiştir. Muhammed Ga-zâlî Livaü’l-İslâm dergisinde[379] yayım kararını şiddetle eleştirmiş, Enver el-Cündî de en-Nûr dergisinde[380] bu konuda bir yazı yazarak kendisine katılmıştır.
Şerhleri ve Muhtasarları. el-FütÛhât’\n tam bir şerhi yoktur. Abdülkerim el-Cî-lî’nin Şerhu müşkilâti’l – Fütûhâti’1-M.ek-kiyye adlı eseri 559. bölüm üzerine bazı açıklamalardan ibarettir. Hint ulemâsından Muhibbullah Allahâbâdî’nin belirii bir sıra takip etmeden yazdığı Farsça bir şerhin sadece II. cildi günümüze ulaşmıştır[381]. Eserin bazı güç bölümlerini Mîr Seyyid Ab-dülevvel’in şerhettiği rivayet edilir[382]. Muhammed el-Bâlî el-Eş’arî mukaddimedeki birkaç sözünü[383], Abdullah BosnevT, Risale fî neş^eti’1-in-sdniyye adıyla el-Fütûhöt’m 6. bölümünü[384] ve Enfesü’l-varidat adıyla da ilk cümlesi olan “el-hamdü li’llâhi’llezî evcede’l-eş-yâ’e can cademihî” ibaresini[385] şerhetmiştir. Şeyh Ömer Gürânî Şerh-i Müntehabât-1 Fütûhât-ı Mekkî adıyla eserin bazı bölümlerini Türkçe, kısmen de Arapça olarak şerhetmiş, Müstakim-zâde Süleyman Sâdeddin bu şerhi İstinsah ederken yer yer derkenara haşiyeler düşmüştür[386]. Sarı Abdullah Efendi, el-Fütuhat’m esas olarak 309. bölümünde ve diğer bazı bölümlerinde yer alan melâmete dair konuları Mir’âtü’l-aşfiyâ3 ü şıfâti me-lâmiyyeti’l-ahtiyâ3 adıyla şerhetmiş, bu eser Mirkâtü’i- evliya adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. Seyyid Nigârî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’ye Tavzîhöt adlı Türkçe bir kitabı olduğu söyleniyorsa da[387] bugüne kadar böyle bir esere rastlanmamıştır. İsmail Hakkı Bursevî’ye veya Niyâzî-i Mıs-rî’ye atfedilen Lübbü’i-lüb adlı risale el-Fütûhât’m “hazerât-ı hams” ile ilgili bölümlerinin tercüme ve şerhinden ibarettir. el-Fütûhât’m “Hutbetü’l-kitâb” adlı ilk cüzü Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî tarafından şerhedilmiştir.[388] Mevlevî şeyhi Alemî Dede’nin de el-Fütûhât’m bazı yerlerine şerh yazdığı rivayet edilmektedir[389]. Ayrıca Beyazıt Devlet[390] ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi[391] kütüphanelerinde el-Fütûhât’m bazı bölümlerine yapılmış kısmî şerhler vardır. Yakın dönemde Nihat Keklik eserdeki konuları felsefî açıdan tahlil eden geniş bir çalışma yapmıştır[392]. İbnü’l-Arabî’nin havassü’l-havas-sın akidesini anlattığı bölümde pek tafsilat vermediğini söyleyen çağdaş Mısır meşâyihinden Şeyh Muhyiddin et-Tugnî bu kısma altmış bölümlük bir tekmile yazmıştır.[393]
Bunların yanı sıra eserde yer alan birçok şiir müstakil şerhlere konu olmuştur. Meselâ, “Künnâ hurûfen câliyen” ile başlayan beyit Cendî, Molla Fenârî, Ab-durrahman el-Bistâmî. Celâleddin ed-Devvânî, Ulvân el-Hamevî gibi âlimler tarafından şerhedilmiştir. “Bi-kuvveti cay-ni’ş-şühûd” ibaresiyle başlayan beyti Dâ-vüd-i Kayseri, “Huztü lüccete bahre’l-enbiyâ'” ibaresiyle başlayan beyti Celâleddin ed-Devvânî. “Lenâ min emrihî ruhun ve cismün” ibaresiyle başlayan beyti Tecelliyât-ı Berkıyye adıyla Osman Fazlı Atpazarî, “Subhâne men ezhere’l-eşyâV ibaresiyle başlayan beyti (Ali el-Kârî’nin İbnü’l-Arabî’yi tekfir ettiği beyit) Miftâh-ı Vücûd adıyla Selâhî Efendi, “er-Rabbü Hakkun ve’l-cabdü Hakkun” İbaresiyle başlayan beyti Risâietü’1-îet-hil-mübîn adıyla Abdullah el-Hâlidî, yine aynı beyit Cemâl-i Halveti ve ismi bilinmeyen bir kişi tarafından, “Zanentü zunûnen” ve “Felevlâhu felevlânâ” ibareleri ise Muhammed Nûr el-Arabî tarafından serhedi I mistir.
el-Fütuhat’\n şerhinden ziyade ihtisarları yapılmıştır. Çeşitli kütüphanelerde Kita’ât mine’1-Fütuhat veya Mün-tehabât mine’1-Fütuhat adı altında kayıtlı pek çok seçme vardır. Bunların en meşhurları Abdülvehhâb eş-Şa’rânî’nin eî-Yevâkü ve’î-cevâhir’i ve bunun da ihtisarı olan el-Kibrîtü’l- ahmer’ldir. Yine aynı müellif Levâkıhu’i-envâri’l-kudsiyye adını verdiği bir ihtisar çalışması daha yapmıştır. Hüseyin el-Beyti-mânî Mülahhaşu culûmi’l-Fütuhat, Ab-dülmuhsin b. Muhammed el-Münte-hab mine’i-Fütuhat adıyla birer muhtasar eser hazırlamışlardır. Abdülganî en-Nablusî de Sevöhcu’l-envân’l-kud-siyye adını verdiği bir ihtisar çalışması yapmıştır. Nakşî şeyhlerinden Hüseyin Hâmid Efendi’nin Şafvetü’i-Fütûhâti’I-Mekkiyye adıyla bir telhisi vardır (İÜ Ktp., AY, nr. 3173). Şeyh Ömer Gürânî’nin Şerh-i Müntehabât-ı Fütûhât-ı Mekkî adlı eseri aynı zamanda bir telhis sayılır. Gürânî’nin Varidat adlı eserinde de el-Fütûhât’tan bazı parçaların tercümeleri yer almaktadır[394]. Ahmed Diyarbekrî adlı bir kişi el-Fütûhât’a bir indeks hazırlama teşebbüsünde bulunmuştur.[395]
Tercümeleri. el-Fütûhât’m mecaz ve istiarelerle örülü sembolik bir dile sahip olması ve muhtevasının fikri yoğunluğu sebebiyle tercüme edilmesi oldukça güçtür. Bazı dillere kısmî tercümeleri yapılmışsa da henüz eserin tamamının çevirisi bulunmamaktadır. Bir Batı dilinde tam bir bölüm tercümesi ilk defa Mic-hel Valsan (Mustafa Abdülazîz) tarafından Fransızca olarak yapılmış ve on bir parçadan ibaret bu tercüme 1953-1966 yılları arasında Etudes traditionnelîes (Paris) dergisinin çeşitli sayılarında yayımlanmıştır. Daha sonra Valsan’ın talebelerinden Charles-Andre Gilis (Abdürrez-zâk Yahya), “Hac ve Sırlan” adlı 72. bölümü La Doctrine initiatique du pele-rinage[396] “Rahmanı Nefes ve Sırlan” adlı 198. bölümü Le Coran et la ionction d’Hermes[397] adıyla tercüme etmiştir. Muhabbete dair 178. bölüm Maurice Gloton tarafından Traite de lamour[398], “Kimyâ-i Saadet” adlı 167. bölüm S. Ruspoli tarafından L’Aîchimie du bonheur par-iaü[399] adıyla Fransızca’ya çevrilmiştir. İbnü’l-Arabî üzerine araştırmalarıyla tanınan Michel (Ali) Chodkie-vviczin başkanlığında bir heyetin eJ-Fü-tûhât’tan Fransızca’ya ve İngilizce’ye yaptıkları tercümeler Chodkievvicz’in önemli notlar ihtiva eden uzunca bir mukad-dimesiyle birlikte yayımlanmıştır[400]. Yine Chodkievvicz’in el-Fütûhât üzerine olan yorumlarından oluşmuş makaleleri Un ocûan şans rivage adıyla yayımlanmıştır[401]. Eserin firâsetle ilgili 148. bölümü M. J. Vıguera tarafından İspanyolca’ya tercüme edilmiştir[402]. M. Asin Palacios el-Fütuhat’m bazı bölümleriyle Dante’nin (ö. 1321) İlâhî Komedya’sı arasındaki benzerlikleri gösteren bir çalışma yapmıştır[403]. W. Chittick’in The Su-fi Path of Knov/ledge[404] adlı eseri el-Fütûhât’tan nakiller ihtiva eden önemli bir çalışmadır. S. Hİrtenstein ve M. Tiernan tarafından yayıma hazırlanan Muhyiddin Ibn cArabî: A Com-memomtive Voîume[405] adlı derlemede el-Fütûhât’ın bazı bölümlerinden seçmeler yer almaktadır, el-Fütûhât’m birkaç bölümü Deh Risâle-i Mütercem-i İbn cArabî adıyla Farsça’ya çevrilmiştir. Eserin Carlo Monte adlı bir kişi tarafından 1424 yılında İspanyolca’ya tercüme edildiği rivayet edilir.
el-Fütûhât’tan en fazla tercümenin yapıldığı dil Türkçe’dir. Eserin 53. bölümünün (müridin bir üstat bulmadan önce yapması gereken şeyler) mütercimi meçhul bir tercümesi Süleymaniye Kütüphanesi’nde, 65. bölümün (cennet ve menzilleri) yine mütercimi meçhul bir çevirisi de İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı’ndadır. Şeyh Mustafa Efendi adlı bir kişi tarafından yapılan, üstatlara saygı gösterme ve onların kalplerine girme konusuna dair 181. bölümün tercümesi basılmıştır. 148. bölümün (firâset ilmi ve sırları) tercümesi Şâkir b. Hüseyin, 178. bölümün (muhabbet makamı ve sırları) tercümesi Ömer Lutfi Efendi tarafından Neb’a-İ Muhabbet adıyla yapılmıştır. Atatürk Kitaplığı’nın Osman Ergin bölümünde el-Fütûhât’tan yapılmış çeşitli bölüm tercümeleri bulunmaktadır. 560. bölümün (vasiyetler) Kaymakam Osman Bey tarafından yapılan tercümesi yayımlanmıştır. Bu bölümün yeni bir çevirisini Naim Erdoğan yapmıştır. Bu tercümede şiirler de nesir halinde çevrilmiştir. Son devir meşâyihinden Hüseyin Şemsi (Ergüneş) Efendi’nin el-Fütûhât’tan tercüme ettiği esmâ-i hüsnâ şerhi, insân-ı kâmil ve kunut bölümlerinin tercümesi henüz basılmamış-ür. İbrahim Aşkî Tanık, Tasavvuf adlı kitabında başta “Mârifet” bölümü olmak üzere birkaç kısa bölümün tercümesini vermiştir. Mahmut Sadettin Bilginer’in Ahadiyyet Risalesi ve Fütûhât-ı Mekkiyye’den Seçilmiş Tasavvufa Dair Bölümler, Selahattin Alpay’ın Fütûhât-ı Mekkîyye adlı eserlerinde bazı parçalar yer almaktadır. Mahmut Kanık 178. bölümü İlâhî Aşk adıyla tercüme etmiş, ayrıca eserin bazı bölümlerinden seçtiği metinlerin çevirisini de Marifet ve Hikmet adıyla yayımlamıştır.
Tesirleri. el-Fütûhâtü’1-Mekkiyye İslâm tarihi boyunca lehte ve aleyhte çeşitli görüşlere konu olmuş, birçok âlim eserden övgüyle söz ederken bazıları da ehl-i kıbleden olan hiçbir kimseye kesinlikle küfür isnat edilmemesi gerektiğini söyleyen müellifine tekfire kadar varan ağır tenkitler yöneltmişlerdir. Sûff çevrelerinde, yaygın anlayışa uyan ve uymayan pek çok hususu ihtiva eden eserin nasıl anlaşılması gerektiği müzakere edilirken zahir ulemâsı onu okumanın caiz olup olmadığını tartışmıştır. Molla Câmî, Ubeydullah Ahrâr’a bu kitaptan bir yeri göstererek anlayamadığını söyleyince Ubeydullah’ın ona kitabı kapatarak kendisini dinlemesini söylediğini, konuşması bitince aynı yeri bir daha okumasını istediğini, bundan sonra metnin kendisine açıldığını söyler. el-Fütûhât’ın anlaşılmasıyla ilgili olarak buna benzer pek çok olay rivayet edilir. Bazı müellifler, İbnü”! -Arabi’nin diğer eserleri gibi el-Fütûhât’m da ancak sülük gördükten ve merâtib tanındıktan sonra anlaşılabileceğini, hatta bunun için müellifle manevî bir bağın kurulması gerektiğini de söylemişlerdir. Mesnevi ve Fuşûşü’l-hikem sârini Ahmet Avni Konuk’un ihvanından Tahsin Bey’in el-Fütûhât’\ birkaç defa hatmettiğini, zaman zaman mânasını anlamakta güçlük çektiği metinleri rüyasında müellifin kendisine açıkladığını ifade etmesi bu görüşü destekler mahiyettedir. Hüseyin Vassâf ise zamanının meşhur bir âlimiyle görüşmesi esnasında onun kendisine el-Fütû-hât’ı medrese tahsilinden sonra okumaya başladığını, fıkıhçılann ve hadisçilerin görüşlerine aykırı bazı mütalaalar yürütüldüğünü görünce okumayı sürdürmekten korktuğunu, eserin daha yüksek bir zevk mertebesinde anlaşılacağına kanaat getirerek, “eî-Fütûhât’ı öptüm, rafa koydum” dediğini nakleder. Yemenli sûff Ebû Bekir el-Ayderûsî, talebelik yıllarında elinde el-Fütûhât’ı görünce babasının kendisine çok kızdığını, ancak bunu yaparken İbnü’l-Arabi’nin büyük bir velî olduğunu da söylediğini anlatır. Babası Ebû Bekir’e yıllar sonra eseri okuması için İzin vermiş ve bu kitabın ancak ilimde en yüksek mertebelere gelenlerce anlaşılabileceğini söylemiştir. Bu tür rivayetler, el-Fütûhât’m ihtiva ettiği meselelere aşina olmanın başlı başına “entelektüel bir problem” teşkil ettiğini ortaya koyması açısından önemlidir.
el-Fütûhât, yaygın olmamakla birlikte bazı mahfillerde ders olarak da okunagelmiştir. Eseri okutabilecek bir şeyh veya arif bir zat bulunduğunda bazan camide, bazan medresede, çok defa da bir tekkenin şeyh odasında belli sayıda kişiye takrir edilmiştir. Takrir sırasında yabancı biri geldiği zaman kitabın hemen kapatılarak derse son verildiği nakledilir. Köstendilli Süleyman Şeyhî, Müderris Mustafa Efendi’den okuduğu dersler arasında el-Fütûhât’m da bulunduğunu, bir defasında hocasından bu kitabı kendi kendine incelemek üzere izin istediğini, ancak hocasının, “Daha zamanı değil” diyerek izin vermediğini anlatır. Mevlânâ Hâlid el-Bağdadî’nin halifesi Muhammed el-Hânî, Emîr Abdülkâdir el-Cezâirî ve Abdülmecîd el-Hânî el-Fütûhât’\ okutmuşlar, hatta bir şeyhi masraflarını karşılayarak Konya’ya gönderip asıl nüshasından istinsah ettirmişlerdir[426]. eî-Fütûhât’m son devir üstatları arasında Trablusgarp nâib-i sultânı Şemseddin Paşa önemli bir yer işgal eder. Şeyhülislâm Müftîzâde Ahmed Efendi’nin Fâtih Camii’nde bu kitabı takrir ettiği bilinmektedir. ei-Fütûhât okutanlar arasında, zahir ulemâsının en üst seviyesini temsil eden bir şeyhülislâmın bulunması ilginçtir. 1910’larda Medresetü’l-meşâyih’in kuruluşu sırasında bu mektepte el-Fütûhâtü’1-Mekkiyye’nm de ders kitabı olarak okutulması tavsiye edilmiştir. Mevlevî Esad Dede, Tunuslu Şeyh Mustafa Efendi’den Fatih’teki Çayırlı Medrese’de el-Fütûhât okuduklarını söyler. Aynı şeyh ayrıca, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin şeyh odasında aralarında Tâhirülmevlevî’nin de bulunduğu bir topluluğa el-Fütûhât’\ takrir etmiştir. el-Fütûhât’\ ezberden okuyacak kadar iyi bildiğinden kendisine “Fü-tûhâtçı” lakabı verilen Nazmi Efendi adlı bir kişinin Nuruosmaniye’deki evinde eseri okuttuğu nakledilir. Üsküdar İskele Camii imamı Nafiz Efendi ile sûfiyyeden Mehmed Ali Yitik’in isimleri de ei-Füfû-Jıdf’ın son üstatian arasında geçer. İslâm âleminin çeşitli yerlerinde el-Fütuhat’m takririnin halen devam edip etmediği konusunda yeterli bilgi yoktur. Şam’da Abdurrahman Şâgürî adlı bir kişinin evinde sabah namazlarından sonra bu geleneği sürdürdüğü söylenmektedir.
Birçok şair el-Fütûhât hakkında methiyeler yazmıştır. Meselâ Nâbî, “Ne Fü-tûhât ki feth-i der-i esrar etmiş / Hâme-i feyz-eseri hazret-i Muhyiddîn’in” derken Salâhî Efendi, “Nice şîrin-mezâk etmez kelâm-ı hikmet-âmîzi / Ki sırr-ı vahdet ile her işârâtı müfesserdir / Hu-sûsâ ki Fütuhat u Fuşûş içre maâriften / Ne dürler saçtı hakka her biri şahane cevherdir, Sünbülzâde Vehbî. “Gör Fütûhât’ı-nı kim ol tahrîr / Nice esrar eder anda takrîr” diye övgüde bulunmuşlardır.
Bazı âlimler el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’-den hiçbir şey anlamadıklarını söylerken Şeyhülislâm Sirâceddin el-Mahzûmî, “Eğer Fütûhât’-tan bir şey anlamıyorsanız da sakın onu inkâr etmeyin” diye fetva vermiştir. İbn Teymiyye Mecmü’u Fe/dvd’sında el-Fütûhât’a bazı tenkitler yöneltir. Esere en şiddetli tenkit ise İbrahim el-Bikâî tarafından gelmiştir. el-Fütûhât’takı on beş kadar meseleden dolayı İbnü’1-Ara-bî’yi tekfir eden Bikâî, Tenbîhü’l-ğabî calâ tekfiri İbni’l-‘Arabî adlı eserinde eî-Fütûhât’m adını el-Kubûhâtü’l-hel-kiyye şeklinde değiştirmiştir. Ancak Bi-kâTnin bu görüşleri birçok âlim tarafından reddedilmiştir. Süyûtî, BikâTye cevap olarak Tenbîhü’l-ğabî iî tebri’eti İbni’l-cArabî, Ali b. Meymün el-Mağri-bî de er-Red fî münkiri’ş – Şeyhi1-ek-ber adlı eserleri kaleme almışlardır. İbnü’l-Arabi’nin diğer eserleri gibi ei-Fü-tûhât hakkında da okunmasının caiz olup olmadığı hususunda çeşitli kadı ve müftülere fetvalar sorulmuştur. Bunlardan Kadı Mecdüddin el-Ffrûzâbâdî. “Onun kitaplarını devamlı okuyup mânalarını düşünenlerin güçlükleri çözmekte gönülleri açılır ki bu onun eserlerinin özelliklerinden biridir”; Şeyhülislâm İbn Kemal de meşhur fetvasında. “… el-Fütûhâtü’1-Mekkiy-ye’de bazı meseleler vardır ki bunlar keşf ve bâtın ehli olmayan zahir ehlinin idrak edemeyeceği gizliliktedir. Anlatılmak istenen mânayı kavrayamayan kişinin Allah’ın, Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme emrine göre bu konuda sükût etmesi gerekir” demiştir.
İmâm-ı Rabbani Mektûbât’ında el-Fütûhât’taki bazı görüşlere karşı çıkmış, onun bu itirazlarını Ahmet Avni Konuk İmâm-ı Rabbânî Mektûbâtınm Reddiyesi İsimli eserinde cevaplandırmıştır. İsmail Fennî Ertuğrul. Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî adlı eserinde el-Fütûhât’ta yer alan bazı bâtınî astronomik ve anatomik görüşlere pozitif bilimlerin verileriyle farklılıklar arzettiğin-den dolayı itirazlarda bulunmuştur.
Bütün bunların yanı sıra birçok âlim eİ-Füfü/id/’tan alıntılar yaparak fikirlerine destek aramıştır. Meşhur Selefi âlimlerinden Cemâleddin el-Kâsımî, Mec-mıî’afü’r-resd^i uşûli’1-hkh adlı eserinde şeyhin, “Elhamdülillah, taklit ehli değilim” sözünden yola çıkarak ondan bazı nakillerde bulunmuştur. Şa’rânî. Nablusî, Süyûtî, Devvânî, Molla Sadra, Siyâlkûtî, Abdülkâdir el-Cezâirî, Bursalı İsmail Hakkı, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İbn Âbidîn, Elmalılı Muhammed Hamdi el-Fütûhât’tan alıntılar yapan âlimler arasında zikredilebilir.
el-Fütûhât’ın 317. bölümünün Dan-te’nin İlâhî Komedya ‘sına ilham kaynağı olduğu ve Raymond Llull’ün (ö. 1316} Els cent Noms de Dieus adlı eserinde, el-Fütûhât’ın esmâ-i ilâhiyyeye dair olan izahlarını (558. bölüm) kullandığı ileri sürülmüştür. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosewelfin, kendisiyle görüşen bir Türk heyetiyle sohbeti esnasında, “Her gün el-Fütûhâtü’1-Mekkiyye’-yi tetkik ederim. Halen III. cildini hayranlıkla okuyorum” dediği rivayet edilir. F. Schoun, R. Guenon, H. Corbin gibi Batılı; Seyyid Hüseyin Nasr. Attâs gibi Doğulu yazarlar eserlerinde el-Fütuhat’tan alıntılar yapmışlardır. İbnü’l-Arabî üzerine müstakil bir eser yazan H. Corbin, ezoterik Batı felsefesi bakışıyla el-Fütûhât’taki bazı temaları mukayeseli bir incelemeye tâbi tutmuştur. Aynı yazar, el-Fütûhât’m özellikle 39. babından yola çıkarak Sünnî ve Şiî İslâm âlemi arasındaki iç irtibata dikkat çekerek İslâm birliğinin fikrî temellerinin burada yattığını ileri Sürmüştür.
TDV İslâm Ansiklopedisi