Osmanlıda Ferman Nedir, Tarihçesi, Nasıl Yazılırdı. Hakkında Bilgi

Ferman. Tuğralı padişah emri.

Dîvân-ı Hümâyun veya Paşakapışi’nda-ki divanlarda alınan kararlara uygun ola­rak yazılan ve üzerinde tuğra bulunan padişah emirlerinin (buyruk) genel adıdır. Bu kelime, padişaha ait olduğunu ifade eden “âlî-şân, hümâyun, pâdişâhî, şerif” veya itibarının yüksek olduğunu gösteren “celîlü’1-kadr”; mutluluk ve müjde belir­ten “saadet-unvan, beşâret-unvân”; şe­ref verdiğini ifade eden “şeref-İktiran”, mutlaka uyulması gerektiğini gösteren “vâcibül-iz’ân, vâcibü” I-imtisal”; dünya­nın itaat ettiği bir buyruk olduğunu bildi­ren “cihan-muta'”: güçlü bir itibarı bu­lunduğunu ifade eden “kadr-tüvân”; tat­bikine karşı çıkılamayacağını gösteren “kazâ-cereyân” gibi sıfatlarla birlikte kul­lanılırdı. Fermanla eş anlamlı olan emir ve hüküm kelimelerinin “emr-i âlî, emr-i şerif, emr-i pâdişâhî, emr-i münîf-i vâ-cibü’l-ittibâ’; hükm-i şerif ve hükm-i ci­han-muta” şeklinde terkipler halinde kullanıldığı da görülmektedir.


Yazılış Sebepleri
. Sefer açılması, asker şevki, vergi vb. devlet işlerine dair olan fermanlar doğrudan doğruya Dîvân-ı Hü­mâyun” un kararı ve padişahın emriyle hazırlanıp ilgili şahıslara gönderilirdi. Fer­manların büyük bir kısmı ise beylerbeyi, sancak beyi, kadı gibi görevlilerin mek­tup veya arzı yahut halktan birinin ar­zuhali üzerine konunun divanda görü­şülüp bir karara bağlanması sonunda hazırlanırdı. Bazan doğrudan doğruya padişahın emriyle, sancaktaki bir şeh­zadenin isteği ve gönderdiği müsvedde üzerine (BA, MD, nr. 3, s. 21] veya devlet kademelerindeki bir görevlinin verdiği örnek esas alınarak da ferman yazılabi­lirdi (BA, A.DVN, dosya nr. 5/39).

Hazırlanış Safhaları. Divana gelen me­selelerden lüzum görülenler yazılı veya sözlü olarak padişaha arzedilir ve fer­man da padişahın telhisin üzerine ken­di hattı ile (hatt-ı hümâyun) yazdığı emir doğrultusunda kaleme alınırdı. Mesele­nin divanda görüşülmesi halinde, kara­ra bağlandıktan sonra fermanın müs­veddesinin hazırlanması için arzın üze­rine ya sadece “buyruldu” kelimesiyle veya fermanın ne gibi bir şartla verildi­ğini belirten kısa bir notla işaret edilir, bazan da fermana esas olacak buyrul­du beyaz üzerine yazılırdı. Ferman müsveddesi buyruldudaki talimata göre ha­zırlanırdı.

Müsveddenin kimin tarafından hazır­lanacağı meselenin önem derecesiyle olduğu kadar konunun hangi görevlinin sahasına girdiğiyle de ilgiliydi. Meselâ arazi meseleleriyle ilgili fermanların müs­veddeleri daima nişancı tarafından ha­zırlanırdı. Divandan verilen bir ferman özel itinayı gerektiriyorsa müsveddeyi reîsülküttâb bizzat hazırlar, diğerleri ise kâtiplerden biri tarafından yazılırdı. Müs­veddesi bir kâtip tarafından yapılanlar da çok defa reîsülküttâb, bazan da ni­şancının kontrolünden geçerdi. Ferma­nın tuğrası genellikle temizinin yazılmasından sonra çekilirse de önceden ha­zırlanmış tuğralı kâğıtlara yazıldığı da olurdu. Tuğralar daha çok nişancı tara­fından çekilmekle beraber ihtiyaç duyul­duğunda vezirler de yardım ederdi. Sad­razamın serdâr-ı ekrem olarak sefere çıktığı zamanlarda “beyaz tuğralı ahkâm kâğıtları” hazırlanıp verilir ve sefer sıra­sında yazdan fermanlarda bunlar kulla­nılırdı. Padişahın İstanbul’dan ayrılması halinde bırakılan muhafıza da yine tuğra çekilmiş kâğıtlar verilir veya isteği üze­rine gönderilirdi (BA, MD, nr. 5, s. 612/ 1698). Serdar tayin edilenlere daha ön­ce gönderilen tuğralı kâğıtların yetme­mesi halinde yeniden bir miktar kâğıt yollanırdı (BA, MD, nr. 7. s. 285/807). Bun­lara “beyaz tuğra, beyaz tuğralı hükm-i şerîf, tuğralı beyaz ahkâm kâğıdı” yahut “nişanlı kâğıt” (BA, MD, nr. 7, s. 289/819) gibi isimler verilirdi.

Ferman gönderilen vazifelinin emre­dilen hususu süratle yerine getirmesi gerekmekle beraber ihmal vb. sebepler dolayısıyla fermanların tekidine ihtiyaç duyulduğunda ikinci fermanda mutlaka bir de tehdit rüknü bulunurdu (TSMA, nr. E 664/66). Emrin süratîendirilmesini temin maksadıyla gönderilen isti’cal emirleri de bu gruba girmektedir. Fermanın bir müracaat üzerine tekidi ha­linde arada, verilen emrin aksine bir fer­man çıkıp çıkmadığı ilgili kalemlerin ka­yıtlarından kontrol edilerek “derkenar” olunur, yeni fermanda bu hususa işaret edilip fermanın derkenar mucibince çık­tığı belirtilerek eski ferman ve kayıtlara atıfta bulunulurdu [TSMA, nr. E 5226/33).

Tahtta değişiklik meydana geldiğin­de eski fermanların yürürlükte olduğu­nu göstermek üzere yeni padişahın tuğ­rasını taşıyanlar gönderilerek fermanlar yenilenirdi.

Menşelerîne Göre Fermanlar. Fâtih Kanunnâmesi’nde “tuğrâ-yı şerîf ile ahkâm buyurulma”nın mülkî işler için sadra­zam, malî işler için defterdar, şer’-i şe­rîf üzere görülen davalarda ise kazas­ker buyruldusu ile yazılacağına işaret edilmiştir. Sadrazam ve kazasker buyruldula-rıyla yazılan fermanlar Dîvân-ı Hümâyun kalemlerinde hazırlanırdı. Ancak divan­dan verilen fermanlar da mahiyetlerine göre bazı değişiklikler gösterir. Ferman­ların bir kısmında sadece “ferman” ve “emir”, bir kısmında ise bunlara ilâve­ten “hüküm” tabiri görülür. Vezirlik, beylerbeyiiik gibi memuriyet tevcihi ferman­larında ferman ve emir kelimelerine hiç rastlanmaz, fakat mutlaka tevcihin yıl, ay ve gün sırasıyla hangi tarihte yapıl­dığına işaret edilirdi (TSMA, nr. E 770/ 67, 235, 329). Yeni tevcihlerde nasıl ha­reket edilmesi gerektiği bildirilenlerle vergi toplanması, Matbah-ı Âmire için istekte bulunulması, mal müsaderesi için gönderilen fermanlarda ise ferman ve emir kelimeleri kullanılmıştır. Divandan, herhangi bir şahsın müraca­atı yahut şikâyet üzerine gönderilenlerle maliyeden verilen fermanlarda emir ve ferman kelimeleriyle birlikte hüküm keli­mesinin de kullanıldığı görülmektedir. Gerçekten “hükm-i şerif tabirinin geçtiği fermanlarda nakil rüknünün başında “arz olunmak babında hükm-i hümâyunum ricasına arz etmeğin, kondurduğun bil­dirmeğin, emr-i şerifim talep etmeğin” vb. ifadeler bulunmakta, “büyürdüm ki”-den sonra ise “hükm-i şerîfim” ifadesi yer almaktadır (TSMA, nr. E 4502; 5814/2; 9291/3; BA, A.DVN, dosya nr. 21/2, 3,4. 35, 37,38.59: 37/11, 79,94; 2130/22).

Fermanın Rükünleri,

a- Ferman kelime­sinin kullanılması,

b- gönderilenin ismi­nin kendine lâyık dua ve sena İle birlik­te yazılması,

c- fermanın gönderilmesi­ne sebep olan olayın belirtilmesi,

d- gön­derenin muradının emredilmesi,

e- mu­radın açıklanması,

f- gerekenin tamam­lanmasına dua ile nihayet verilmesi. Şart­lan,

a- Tuğra,

b- padişaha yakışan ifa­de,

c- gönderilenin rütbesine riayet,

d- gönderilenin isminin yazılmasından ön­ce “düstûr-ı mükerrem, mefharü’l-ku-dât. kıdvetü’l-akrân” gibi senada-, is­minden sonra ise “edâmellâhu teâlâ ic-lâlehû. zîde ilmühü, zîde kadruhû” gibi mevkiine uygun bir duada bulunulması,

e- fermanın yazılış sebebinin belirtilme­si.

Osmanlı diplomatik dilinde “tahmîd” ve “temcîd” adı verilen, bugün “davet” denilen ük rükün yalnız fermanın değil diğer bütün belgelerin de başında yer alır. Ancak bu rükün fermanda son de­rece basit olup sadece “hüve” veya “hû” zamiriyle Allah’ın adının zikredilmesi şeklindedir. Davetten hemen sonra ve ferman metnine geçilmeden önce fer­manın padişah emri olduğunu tasdik makamında tuğra yer alır. Ferman met­ni, “mürselünileyh” denilen fermanın mu­hatabı şahsın elkâb’ı ile başlar. Osman­lı diplomatiğinde. Osmanlı devlet erkâ­nına olsun yabancı hükümdar veya dev­let adamlarına olsun, yazılacak yazılar­da kullanılacak elkâb ayrı ayrı tesbit edil­miştir. Herkes için işgal ettiği mevkiye göre elkâb kullanılmıştır. Fermanlar çok defa birden fazla mevki sahibine hita­ben yazılırdı. Birkaç kadıya, bir beyler­beyi veya bir sancak beyi ile bir kadı ve voyvodaya, yahut bunlarla birlikte yeni­çeri serdarları ve iş erlerine bir arada hitap eden fermanlar hayli çoktur. Bazı fermanların hem idarî hem kazâî otori­teyi muhatap almasının sebebi, mesele­nin sadece dava konusu olmakla kalmayıp mülkî âmiri de ilgilendirmesiydi. Böyle birden fazla şahsı muhatap alan fermanlarda her birine ait elkâb vazife­lilerin mertebe sırasına göre (beylerbeyi-sancak beyi-kadı-defterdar-vakıf mü­tevellisi gibi) ayrı ayrı yazılırdı. Çok defa elkâbdan sonra isim konmazdı. XVIII. yüzyılda ise isim bulunması lâzım gelen yerler boş bırakılmıştır. Fekete bunu, fer­manların yazılışı sırasında fermanın mu­hatabı olan makamı işgal eden şahsın isminin kâtiplerce bilinmemesine bağ­lamakta; Nedkov ise Osmanlı kalemlerinde mükemmel bir teşkilât olduğunu, bütün vergi mükellefleriyle ilgili kayıtla­rın kolaylıkla bulunabildiğini belirterek isim yerlerinin boş bırakılması keyfiye­tinin o isimlerin bilinmemesi veya ihmal­kârlık sonucu araştırılmamasından de­ğil yazılmasına gerek duyulmamasından kaynaklandığı üzerinde durmaktadır. Ona göre fermanlar hukukî birer belgedir ve bunun için de belirli şahısların adıyla bağlanamazlar; şahısların değişmesi bun­ların ihtiva ettiği emirlerin yerine getiril­mesini engellemez. Zira kanun ve nizam­lar o mevkii işgal eden kim olursa olsun uygulanacaktır.

Elkâbdan sonra mutlaka dua rüknü yer alır, bu da elkâbda olduğu gibi fermanın yazıldığı şahsın mevkiine göre olurdu. Her vazifeli için kullanılacak dua da tesbit edilmişti.

Duadan sonraki rükün fermanın ya­zılma sebebinin izahıdır ki buna “nakil / İblâğ” (narratio / expositio) denir. Ancak nakilden önce, dua ile nakil kısmını bağ­layıcı mahiyette olan “tevki-i reff’-i hü­mâyun vâsıl olıcak ma’lûm ola ki” iba­resi yer alır. İlk devirlere ait fermanlar­da bu formül biraz farklıdır. Meselâ Fâ­tih Sultan Mehmed devri fermanlarında “tevki’-i refT-i cihân-mutâım vâsıl olıcak bilesiz ki / ma’lûm ola ki” şekilleri gö­rülür. Bundan sonra konuya geçi­lir. Nakil kısmı konunun önemine yahut nakledilen olayın mahiyetine göre kısa veya uzun olur. Bazan bir cümle ile özet­lenebildiği halde bazan fermanın büyük kısmı nakil rüknüne ayrılır. Eğer ferman devlet işleriyle ilgili olup divandan re-sen verilmişse hemen gönderilme sebe­bine geçilip izah edilir. Meselâ bir memu­riyet tevcihi söz konusu ise. “Sen müs-tahikk-ı inayet ve müstevcih-i atıfet ol­duğun ecilden hâliyâ hakkında mezîd inâyet-i aliyye-i şahanem vücûda geti­rip işbu sene semâne ve hamsın ve elf zilka’desinin yirminci gününde Diyarbekir eyâleti hatt-ı hümâyûn-ı saâdet-mak-rûnumla sana tevcih ve inayet edip…” şek­linde önce fermanın yazıldığı şahsın li­yakatinden ve devlete bağlılığından bah­sedilip sonra tevcih edilen şey tevcih ta­rihiyle birlikte bildirilir.

Eğer ferman devlet kademelerinden birinde vazifeli bir şahsın müracaatı ve­ya bir şikâyet üzerine verilmişse bu şa­hıstan bahsetmek icap edeceğinden is­minden önce mevkiine uygun bulunan elkâba yer verilir. Fakat buradaki elkâb fermanın muhatabı olan şahsın elkâbı gibi uzun tutulmaz. Eğer iki şahıstan bahsedilecekse ikisinin elkâbı da kendi isimlerinin önünde ayrı ayrı zikredilir. İsimden sonra ise yine mevkilerine uy­gun dua konulduktan sonra konuya gi­rilip istenilen şey özetlenir. Bazan isim­den önce fermanı getiren kastedilerek “dârende-İ ferman” denilip söze başla­nır. Fermanın yazılmasına sebep olan arz veya arzuhali gönderen şahsın o an­da işgal etmekte olduğu mevkii belirtmek için “bi’l-fiil” yahut “sabık” kelime­lerinin kullanıldığı da olur. Bazan da isim yerinde bir zümrenin adına rastlanır.

Nakledilen vak’anın yeni cereyan et­miş olması halinde “hâiiyâ” yahut “şim­diki halde” ibareleri kullanılır. Fermanın yazılmasına sebep olan şey daha önce cereyan etmiş bir olayın anlatılmasını gerektiriyorsa “bundan akdem” veya “bundan evvel” ifadelerinden biri tercih edilir.

Fermanların büyük bir ekseriyetinde ferman veya aynı mânada olmak üzere emir kelimesi kullanılır. Nitekim bir şi­kâyet üzerine çıkan fermanlarda nakil kısmının sonunda müracaat sahibinden bahsedilerek “emr-i şerifim rica etme­ğin” veya “emr-i şerif-İ âlî-şânım verilmek ricasına i’lâm etmeğin” vb. bir for­mül kullanılarak nakil rüknü bitirilir. Ba-zan da sadece şikâyet konusu olan şe­yin bildirildiğine işaret edilir.

Fermanların nakil kısmına girişte “sen” zamiri kullanılır. Fiillerin bitiş şekli ise çok defa “-sin” veya “-siz” eklerinden hangisiyle bittiği anlaşılacak şekilde ya­zılmadığından tek kişiye hitaben yazı­lanlarda daima sen zamirinin kullanıldı­ğı söylenebilir.

Fermanın yazılmasına sebep teşkil eden olay özetlendikten sonra bu konu­da verilen emre geçilir. “Emir / hüküm” (dispositio) adı verilen bu rükün iki kı­sımdan meydana gelir. Birinci kısım ge­nellikle, “imdi vech-i meşrûh üzere amel olunmak babında” ibaresiyle başlayıp “fermân-ı âlî-şânım sâdır olmuştur” iba­resiyle son bulur. Padişahın nakil kısmın­da anlatılan şey hakkındaki tutumu bu­rada belirtilir. Neyin doğru ve gerekli ol­duğu, eskiden beri var olan tatbikat ve eğer gerekiyorsa böyle bir durumda ve­rilecek cezadan bahsedilir. Bazan sade­ce fermanın muhatabı tarafından gön­derilmiş olan bilginin, yapılan açıklama­nın öğrenildiği bildirilir. Nadiren İse fer­manın muhatabının hareketinden dola­yı takdir sözlerine yer verilir. Bununla birlikte birçok fermanın bu kısmında padişahın kararı muayyen bir şahsı hedef almamak üzere kısa bir emir şeklinde yer alır. Emrin bu ilk kısmı çok seyrek olarak da “…e icâzet-i şerifim olmuştur”, yahut “…e rızâ-yi şerîfım yoktur” şeklin­de son bulur. Bazan da bu ibarelerin ye­rine çoğu maliyeden verilmiş eski fer­manlara atıf yapılır. Bu ilk kısım, “bu-yurdum ki” ifadesiyle başlayan emrin ikinci kısmına esas teşkil eder. XVI. yüz­yıldaki fermanlarda “büyürdüm kî “yi ta­kiben “hükm-i şerifim / şerifimle var­dıkta” ifadesi kesintisiz olarak devam eder. Hatta “hükm-i şerîf” hiç kullanıl­madan “büyürdüm ki’den sonra “vüsûl buldukta” şeklinde devam eden ferman­lar da vardır. Bazı fermanlarda “buyurdum ki”den sonra hemen “sâdır olan fer-mân-ı şerifim mûcebince”, yahut “hatt-ı hümâyun-ı şevket- makrûnumla sâdır olan fermân-ı celîlü11 -kadrim… ile” de­nilerek emre geçilir. Fermanların bir kısmında “büyürdüm ki” ile “vardıkta / vüsûl buldukta” arasında bir açıklık bı­rakılmıştır. Bu açıklığın tamamen boş bırakıldığı fermanlar olduğu gibi “hükm-i şerîfim” ibaresi ilâve edilmiş olanları­na da rastlanır. Daha ince bir kalem kul­lanılıp üzerine rik serpilmiş olması do­layısıyla fermanın yazılışı sırasında de­ğil de sonradan ilâve edildiği anlaşılan bu kelimelerden “hüküm”deki “hâ” ile “şerîfinTdeki “şın” dikkat çe­kecek bir biçimde uzatılmıştır.

Emir / hükmün ikinci kısmında belli bir şahıs yahut şahıslar muhatap alınır. Padişahın, nasıl yerine getirileceği veya tatbikatta nelerin yapılmaması gerekti­ği hususundaki emirleri burada belirti­lir; fakat esasta emir / hüküm rüknü­nün birinci kısmında bildirilenlere pek fazla bir şey eklenmez. Emrin, nakil kıs­mındaki kelimeler kullanılmak suretiyle üçüncü defa olarak kısaca tekrarlandığı da görülür.

Bazı fermanlarda emir rüknünden son­ra sadece, “Şöyle bilesiz, alâmet-i şerî-fe itimat kılasız” formülü yer alır ki da­ha başka bir tekit (sanctio) veya tehdit (comminatio) bulunmayan belgelerde bu ibare tekit rüknü olarak kabul edilmek­tedir. Bu formüle bazı fermanlarda, “Şöyle bilesiz, ona göre amel eyleyesiz, bir türlü dahi etmeyesiz”; “Bir türlü dahi etmeyesiz ve tekrar arza muhtaç eyle-meyesiz” gibi şekillerde de rastlanır. Bir kısım fermanlarda emrin yerine getiril­memesi halinde ne gibi bir cezaya çarptı­rılacağına da, “Özür ve bahane asla mak­bul ve mesmû olmayıp müstahikk-ı itâb-ı azîm-i vâki’ olursız, bilmiş olasız. Ona göre ihtiyat u ihtiraz edip… dahi u taar­ruz olunmaktan ziyade hazer eyleyesiz” gibi bir ifade ile işaret edilmiştir. Fer­manın yazıldığı şahsın affedilmesi ha­linde kullanılan ifade ise daha değişik­tir. Tehdide emir rüknü içinde yer veri­len fermanlara da rastlanır.

Fermanlarda tekit/tehdit rüknünden sonra tarih bulunur. Tarihlerin başında genellikle “tahrîren ff”, bazan da “hurri-re fi” ibaresi yer alır. Tarih daima yazı ile gün, ay, yıl sırasına göre ve Arapça olarak yazılır. Bununla birlikte ayın tari­hinin yazılışı bakımından fermanın cin­sine ve yazıldığı büroya göre biraz fark­lılık vardır. Bazılarında ayın tam tarihi verildiği halde bazılarında sadece “evâil” (1-10), “evâsıt” (11-20) ve “evâhir” (21-30) kelimeleriyle ifade edilen onar gün­lük bölümlerden hangisinde olduğuna işaret edilmekle yetinilmiştir. Tarih fermanın çıktığı büroya göre farklılık gös­termek üzere ya “alâmet-i şerîfe itimat kılalar” ibaresinin hemen devamında ve ferman metninde kullanılan aynı ka­lemle, yahut da bir ara verilerek daha ince bir kalemle atılırdı. Bu sonuncula­rın tahrir mahallinin üstüne, müstakil bir. satırın sol yarısına yazılması haline de sıkça rastlanır.

Fermanların son rüknü, “mahall-i tah­rîr” denilen fermanın yazıldığı yeri gös­teren kısımdır. Bu rükün sol alt köşede yer alır. Ferman, İstanbul ve Edirne gibi padişahın devamlı ikamet yerlerinden birinde yazılmışsa şehir isminin başına “be-makâm, be-medîne”, sonuna da “el-mahrûsa, el-mahmiyye” kelimeleri ilâve edilirdi. Sefer sırasında konakla-nılan yerlerde, diğer bir ifadeyle geçici ikamet yerlerinde yazılanlarda yer adı­nın başına “beyurt, be-sahrâ, be-meş-tâ” kelimeleri getirilir, sonuna ise her hangi bir sıfat eklenmezdi. Mahall-i tah­rîrin şekli zaman içinde değiştiği gibi fer­manın divan veya maliyeden verilmesi­ne göre de biraz farklılık gösterirdi. Ar­ka yüzdeki işaretler ise beratlardaki gi­bidir.

Sahte Fermanlar. Divan ve maliye kâ­tiplerinin dürüst ve namuslu kimseler­den seçilmesine itina gösterilmesine rağ­men zaman zaman sahte fermanlar dü­zenlenebilmekte, bunlar devlet mesele­leriyle ilgili olduğu takdirde düzenleye­nin ağır cezaya çarptırılmasına karşılık şahsî meseleler söz konusu olduğunda daha hafif cezalar verilmekteydi.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski