Gazi Mihal Bey Camii. Edirne’de Tunca kıyısında XV. yüzyılın ilk yarısında yapılan cami.
Kapısı üstünde bulunan üç satır halindeki Arapça kitabeye göre II. Murad döneminde 825 (1422) yılında Emîrü’l-kebîr Mihal b. Azîz tarafından yaptırılmıştır. Kitabede adı geçen Aziz (Bey [?]) oğlu Mihal’in Köse Mihaloğulları soyundan olduğu kuvvette tahmin edilmektedir. Bu ailenin bilhassa Balkanlar’da pek çok hayratının varlığı bilinmektedir. Evliya Çelebi, 1063 Şabanında(Temmuz 1653) Sofya’dan İstanbul’a dönerken uğradığı Edirne’de Gazi Mihal Camii’ni. “bir cezî-re üzerinde tarz-ı kadîm bir câmi-i rû-şen” olarak tarif ettikten sonra, “Hari-minin kapısı ta Mihal Köprüsü üzerinde vâki olmuştur” der ve İnşa tarihini de 825 (1422) olarak verir. 1907’de Edirne’deki Türk eserlerini inceleyen C. Gur-litt, kendisine rehberlik yapan kişinin telaffuzunu yanlış anlayarak burayı “Gha-dime Ali Camii” şeklinde kaydetmiş ve banisini Sadrazam Atik Ali Paşa ile karıştırarak 1511 “de şehid olduğunu yazmıştır. Bu yanlış bilgiler uzun yıllar yabancı yazarlarca tekrarlanmıştır.
İki yanında tabhâne odaları bulunduğuna göre bir zâviye-cami olduğu anlaşılan Gazi Mihal Bey Camii 1752’deki zelzelede hasar görmüştür. Tamamen yıkılan minaresi, eski fotoğrafında da görüldüğü gibi barok üslûbunda yenilenmiştir. Edirne’nin XIX. yüzyıl İçinde karşılaştığı felâketleri atlatan cami, Gur-litt’in varlığından bahsettiği bir kitabeye göre 1309’da (1891-92) tamir görmüştür. Cami oldukça iyi ve bakımlı durumda iken 1953’teki şiddetli zelzelede zarar görmüş ve hiçbir sahip çıkanı olmadığından terkedilmiştir. 1963’te içindeki halılar ve çeşitli mefruşat pislik ve enkaz içinde bulunuyordu. Bu çok değerli tarihî eserin ihyasına ancak iyice soyulduktan kırk yıl sonra başlanmış olup tamirat halen sürmektedir.(Mart 1995)
Gazi Mihal Bey Camii itinalı bir işçilikle işlenmiş kesme taş bir binadır. İki yanında tabhâne mekânları bulunan zaviye-camiler, sonraları mahalle camii durumuna sokulduklarında daha fazla cemaat alabilmesi için tabhânelerle orta mekânın aralarındaki duvarlar açılırdı. Ancak burada böyle bir değişiklik yapılmamış ve aradaki bağlantı aslında olduğu gibi kapılarla kalmıştır.
Caminin evvelce son cemaat yeri önünde dışa tek meyilli ahşap çatılı bir sundurma bulunuyordu. On iki ahşap direğe dayanan bu sundurmanın sağ taraftaki iki bölümü ahşap malzeme ile kapatılmış, direk aralarına da parmaklıklar konulmuştu. Esas son cemaat yeri, ortadaki daha geniş ve daha yüksek beş sivri kemeri taşıyan altı payeye sahiptir. Son cemaat yerinin orta bölümü basık kasnaklı bir kubbe İle örtülüdür. Yan bölümler dikdörtgen biçiminde olduklarından aynalı tonozlarla örtülmüştür.
Taçkapı, etrafı iki sıra silme ile çerçevelenmiş sivri bir kemer içindedir. Yayvan kemerli girişin üstünde ise kitabe yer alır. Caminin harimi bir kemerle ayrılan iki bölüm halindedir. Kapalı avlu geleneğini sürdüren ve aslında ortasında bir aydınlık feneri olması gereken bir kubbenin örttüğü bu mekânla yan odalara geçişi sağlayan kapılar hakkında Ekrem Hakkı Ayverdi, “…dahilî değil, mükellef bir haricî kapı evsâfındadır; iki yanında, dört sıra istalâktitli yaşmağı olan höcreler vardır. Bunların bir iç kapıda yapıldığı başka bir bina görmedik” demektedir.
İlk bölümün kubbesi sekiz köşeli yüksekçe bir kasnağa oturur. Caminin evvelce geçirdiği bir tamirde buradaki aydınlık fenerinin kaldırıldığı tahmin edilebilir. Bu mekân, Gurlitt’in planında görüldüğü gibi tabhâne odaları kapıları hizasında bir seki ile kıble tarafındaki namaz mekânından ayrılmıştı. Esasen buranın tabanı daha alçakta olduğundan birkaç basamakla inilmektedir. Yine Gurlitt’in pek çok hususta hatalı olan planında, o yıllarda bu mekânda ahşap bir merdivenle çıkılan bir mahfelin varlığı da dikkati çeker.
Kıble tarafındaki esas namaz mekânı bir beşik tonozla örtülüdür. Bunun mahya hattının dışarıda üçgen bir alınlık biçiminde belirtilmesi herhalde XVIII. yüzyıldaki tamirle ilgilidir. Önden dört, yanlardan birer pencere ile aydınlanan bu mekândaki mihrap mukarnaslı bir çerçeve içindedir ve alçıdan yapılmıştır. Eski fotoğraflarda görülen, bugün bütünüyle ortadan kalkmış olan ve soldaki tabhâne odasının köşesinde yükselen taş minarenin, pabuç kısmının soğan biçiminde oluşuyla ve şerefe çıkmasının şekli yanında 1752 zelzelesinden sonra Edirne’de yapılan minarelere tam benzerliğinden dolayı XVIII. yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. İki yanlardaki tabhâne odaları sekizgen kasnaklı kubbelerle örtülüdür. Bunların dışarıdan girilebilmesi için son cemaat yerine açılan kapıları vardır. İçlerinde ise ocak yerleri tes-bit edilmektedir.
Caminin 1920’de çekilmiş bir fotoğrafında görülen şadırvan bugün mevcut değildir. Ancak resminden anlaşıldığı kadarı ile bu da esas binadan sonra inşa edilmiştir. Sağ taraftaki hazîrede İse Gazi Mihaloğlu ailesine ait kabirler bulunmaktadır. Ekrem Hakkı Ayverdi bunların şâhidelerinin sonradan yapıldığını söyler. Ancak bu taşlar, üzerlerindeki süsleme-leriyle hat sanatı bakımından XV. yüzyıla işaret etmektedir. Sadece lahit kısımları geç bir devirde yenilenmiş olabilir. Burada caminin kurucusu Mihal Bey’in 839 (1435-36), kızı ve Yahşi Bey’in adı belirtilmeyen annesinin Şaban 847(Kasım 1443). Mihal Bey’in oğlu Aziz Bey’in Şevval 850(Aralık 1446), diğer oğlu Hızır Bey’in Şaban 856(Ağustos 1452) tarihli taşlarından başka Mihal Bey’in, tarih kısmı kırık olduğu İçin vefat tarihi okunamayan üçüncü oğlu Yûsuf Bey’in ve torunu Hızır Bey’in oğlu BâlF Bey’in 881 (1476-77) tarihli taşları vardır.
Gazi Mihal Bey Camii’nin bir de imareti olduğu ileri sürülürse de bugün izi kalmayan bu yapı, avlunun bir köşesine yerleştirilmiş küçük bir aşhane olmalıdır. Aynı vakfa ait olan, köprünün diğer ucundaki çifte hamam ise son derece harap durumdadır.
Cami, erken Osmanlı döneminde yaygın olarak yapılan, Kanunî Sultan Süleyman’ın ilk yıllarına kadar inşasına devam edilen, yanlarında tabhâne odaları bulunan zaviye-camilerin günümüze harap da olsa ulaşan bir örneğidir. Gazi Mihal Bey ailesinin Sofya yakınında İhtiman’daki camii de bu tipin temsilcisidir.
TDV İslâm Ansiklopedisi