Gazneliler Mimari Eserleri, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gazneliler Mimari. Gazne Kuruluşunda küçük bir merkez iken Sultan Mahmud zamanın­da İslâm ve Hint medeniyetlerinin bir­leştiği önemli bir şehir haline gelmiştir. Gazneli mimarisinin önemli eserlerini ve ana özelliklerini burada görmek mümkündür. Ancak şehircilik bakımından da dikkat çekici özellikleri bulunan bu mer­kez çeşitli akınlar ve yıkımlardan kendi­ni kurtaramamıştır.

İslâm mimarisi tarihi için olduğu ka­dar Türk mimarisi tarihi açısından da son derece önemli gelişmelerin işaretlerini Gazneli devri mimarisinde bulmak mümkündür. Tarihî kaynaklara ve özel­likle Muhammed b. Abdülcebbâr el-Ut-bî’nin nakillerine göre, günümüzde hiç­bir izi kalmayan Gazne’deki en önemli eser olan Arûs-i Felek Camii, ağaç direk­ler üzerinde düz çatılı bir yapı olmakla birlikte bazı kaynaklarda kemerlerin de varlığından söz edilerek ağaç aksam üze­rinde renkli nakışların güzelliği anlatıl­maktadır. Yapıda ana özellikleriyle er­ken dönem İslâm camilerine benzer bir planlamadan bahsedilse bile ağaç direk­ler kullanılması ve kemerlerin bunlarla birlikte anılması, günümüzde geç devir­deki benzerleri çeşitli Asya camilerinde hâlâ yaşatılan ve Anadolu Türk mimari­sinde Selçuklu dönemindeki önemli ör­nekleri bilinen camiler gibi, hem ağaç direk ve tavanlı hem de kemer ve ey­vanlara sahip sentez bir yapı olduğu ka­naati ağır basmaktadır.

XI. yüzyıl başlarından bir başka Gaz­neli camii olan ve Hilmend nehri kena­rındaki ordugâh şehri Leşker-i Bâzâr’-da bulunan Ulucami, Türk-İslâm cami mimarisi tarihi içinde çok önemli bir basamak teşkil eden yapı olarak karşı­mıza çıkmaktadır. Geniş saray manzu­mesinin dış sur duvarına bitişik olarak meydana açılan durumu ile aslında bir ordugâh camii niteliğinde olan bu yapı, sur duvarındaki mihrap nişi önünde iki sıra paye üzerinde taşınan tonoz-kub­be örtüsünden ibarettir. Bu Özellikler yapının, kemerlerle avluya açılarak ge­nişleyen cemaate hizmet edebilecek bir ordugâh camii şeklinde tasarlanmış ol­duğunu gösterir. Ancak en önemli nok­ta, mihrap Önünde kare planlı mekânın üstünün kubbe ile örtülmüş olmasıdır. Böylece enine gelişen harim mekânın­da, mihrap önü kubbeli bir plan şeması İlk defa karşımıza çıkmakta ve bu Ana­dolu Türk mimarisinde takip edilebile­cek bir gelişme çizgisinin başlangıcını teşkil etmektedir. Leşker-İ Bâzâr kazı­lan sırasında temizlenerek aydınlatılmış olan bu caminin Sultan Mahmud (998-1030) veya en geç 1. Mesud (1030-1041) döneminde yapılmış olduğu kabul edilir. Büyük Selçuklularla farklı bir konstrük-siyona kavuşan mihrap Önü kubbeli camiler Anadolu Selçuklularında ve Mısır Türk M em lü ki eri ‘nde de uygulanmıştır.

Daha önce bazı sanat tarihçileri tara­fından Sultan Mahmud ve oğlu I. Mesud’a ait zafer kuleleri olduğu söylenen İki yapının. XX. yüzyılın ikinci yarısında Afganistan’da kazı yapan İtalyan ve Fransız heyetlerinin çalışmaları sonun­da bitişiklerindeki camilere ait minare­ler olduğu anlaşılmıştır. Gazne harabe-lerindeki ilk yapı, kitabesinden III. Mesud’a ait olduğu anlaşılan XII. yüzyıl baş­larından kalma bir minaredir. Taş kaide üstünde yıldız biçimi kesitli yani keskin yivli bu minarenin silindir şeklinde olan üst kısmı yıkılmıştır. Şerefelerin ahşap olma ihtimali vardır. Tuğla gövdenin her tarafı eşit karelere bölünmüş ve bunlar zengin tuğla süslemelerle dolgulanmış-tır. Bunlarda yazı, bitki bezemeleri ve geometrik özellikteki değişik süsleme­ler yaygındır. Bunun daha basit bir tek­rarı olan ikinci minare ise kitabesine gö­re Behram Şah’a il 117-1157) aittir. Bu minareler, keskin yivli geniş gövdeleriy-le civardaki eserler üzerinde önemli bir etki yapmış olmalıdır. Nitekim Delhi’de­ki Kutub Minâr da aslında bir cami mi­naresi olarak Gazne-Hint Türk ilişkileri­nin bir devamı mahiyetinde ve aynı şe­kil özelliklerine sahip bir eser olarak de­ğerlendirilmelidir.

Medreseler Büyük Selçuklular zama­nında teşkilâtlanmış şekliyle bilinirse de ilk medreseler XI. yüzyıl başlarında Gaz-ne’de kurulmuştur. Sultan Mahmud za­manında kurulduğu bilinen Beyhakıyye, Safdiyye, Ebû Sa’d el-Esterâbâdîve Ebû İshak el-İsferâyînî adlarını taşıyan dört medresenin mimari özellikleri hakkında bilgi yoktur. Yine Gazneliler’in Tûs vali­si Arslan Câzib tarafından Sengbest’te yaptırılan külliyede bir medresenin varlığı biliniyorsa da 1913 yıllarında mevcut olan bu kalıntıların çizilen krokisinden tam bir fikir sahibi olmak mümkün olmamak­tadır. Yine de sonraki gelişmeler dikkate alındığında ve Gaznelüer’in eyvanlı taht salonlarına sahip sarayları sivil mimari­nin aynısı olarak kabul edildiğinde bun­ların eyvanlı iç avlulu ev-konak şeması­nı tekrarlamış olduğu düşünülebilir.

Gazneli türbe mimarisinden de günü­müze ulaşan örnekler çok azdır. Bunla­rın en tanınmışı, Arslan Câzib’in yukarı­da sözü edilen külliyesinde yer alan tür-besidir. 1028 tarihli bu türbe kare plan­lı, tuğladan üstü kubbe ile örtülü büyük bir yapıdır. Duvarların iç yüzlerinde, kub­beye geçiş bölgesinde tuğlaların deği­şik dizilmesi yanında kalem işi kalıntıla­rı da dikkati çeker. Belh’te XI. yüzyılın ilk yarısına ait Baba Hatun Türbesi, yon­ca tromplu kubbesiyle Karahanlılar’ın Arap Ata Türbesi’ne (978) benzerlik gös­teren diğer bir Önemli yapıdır.

Gazneliler’in sarayları, Türk saray mi­marisinin erken örnekleri arasında olup kazılarla oldukça aydınlatılmış durum­dadır. Güney Afganistan’da Büst şehri­nin karşı kıyısında, Hilmencl nehri kena­rındaki Leşker-i Bâzâr Sarayı geniş bir araziye yayılmış çeşitli yapılardan mey­dana geliyordu. Sultan Mahmud döne­mine tarihlenen güney kasrı, geniş bir avlu çevresinde uzunlamasına tasarlan­mış simetrik bir şemaya sahiptir. Dört eyvan şemasına bağlı avlunun kuzeyin­de, girişinde mescidin de bulunduğu taht salonu vardır. Duvarların ait kısmında. Sultan Mahmud’un hassa ordusunu can­landıran 1 /3 profilden resmedilmiş bel­ge niteliği taşıyan tasvirler dikkati çe­ker. Temperra tekniğiyle yapılmış olan figürlerin kaftanları, sarkıtlı kuşaklan ve gürzleri kıyafet tarihi açışından da önemlidir. Gazne şehrinde de 1112 yılından kalma İli. Me-şud’un sarayı dört eyvan şemasına bağ­lı avlu etrafında, kuşatma duvarları ve kubbeli taht salonu ile temeller hizasına kadar ortaya çıkarılmıştır. Burada avlu çevresini alt hizada uzun mermer bir süsleme kuşağı çevreler. Mermer di­zisinin üst hizasında ise uzun bir Farsça kitabe kuşağı dolanmaktadır.

Gazneliler’in Türk mimarisine önemli bir katkıları da kervansaray mimarisin­de ortaya çıkar. 1019-1020 yıllarında Sultan Mahmud tarafından Şâhnâme yazarı Firdevsî’nin hâtırasına Meşhed yakınında ve Serahs yolu üzerinde bir kervansaray yaptırılmıştır. Ribât-ı Mâhi” adıyla bilinen ve günümüzde harabe ha­linde olan bu muhteşem tuğla yapının ayakta kalan ana kapısı tuğla süslemeler bakımından dikkat çekicidir. En önemli özelliği ise burada dört eyvanlı avlu et­rafında tasarlanmış olan yapının eyvan arkalarında kubbeli bölümlerin bulun­masıdır. Eser, tarihi bilinen en eski Türk kervansarayı olması yanında zor bağda­şan kubbe-eyvan birleşmesinin de bili­nen ilk âbidevî örneği teşkil etmesi ba­kımından üzerinde önemle durulan bir yapıdır. Nitekim daha sonra Büyük Sel­çuklular tarafından bu kubbe-eyvan bir­leşmesi âbidevî Selçuklu camilerinde uy­gulama alanı bulacaktır. Erken dönem­de Karahanlı-Gazneli ve Büyük Selçuklu mimarilerinin bağlantıları ve gelişmenin kesintisiz devamını anlamak için Gazneli dönemi yapılarını sağlam bir değerlen­dirmeye tâbi tutmak gerekir.

Gazneliler’e ait mimari kalıntılarda ve kazılarda bulunan tek renkli sırla sır­lanmış, kabartma figürlerle bezenmiş tuğla levhalar, mimari süslemede yuka­rıda sözü edilen temperra tekniğinde resimler, kalem işleri, mermer yanında sırlı tuğla-çini malzemenin de kullanıl­mış olduğunu göstermektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski