Gelibolu Mevlevihanesi Tarihi, Nerede, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gelibolu Mevlevihanesi. XVII. yüzyıl başlarında kurulan Mevlevi âsitânesi.

On beş Mevlevî âsitânesi içinde hem en geniş araziye, hem de en büyük ve haşmetli semahaneye sahip olanıdır. Bi­nalarından bugüne kalanlar, Hamzakoy’daki askerî bölge içinde ve deniz kena­rına yakın bir alanda bulunan semâhâne-türbe binası ile iki taçkapıdan iba­rettir.

Mevlevîhânenin banisi ve ilk postnişi-ni, yeniçeri ağalarından Kara Hasan Ağa’-nın oğlu Ağazâde Mehmed Hakîkî Dede’dir. Sâkıb Dede’nin Seine’sinden öğ­renildiğine göre (II, 26-37) Ağazâde genç­liğinde malını mülkünü kardeşi Âsaf Ağa’ya bağışlayıp dünya ile ilişkisini kes­miş ve Konya Mevlânâ Dergâhı’nda 1. Bostan Çelebi’nin müridi olup çile çıkar­mıştır. Uzun yıllar matbah-ı şerifte hiz­met ettikten sonra hilâfet alıp macera­lı bir seyahatin arkasından Gelibolu’ya dönmüş ve şehrin ortasında bulunan Ahî Devle Zâviyesi’ne yerleşip sohbet toplan­tıları tertip ederek Mesnevi dersleri ver­meye başlamıştır. Ancak talep fazlala-şınca zaviye yetersiz kalmış, Ağazâde de kardeşi Âsaf Ağa’nın iade ettiği mal­lan ve tanıdıklarının yardımıyla bu zavi­yenin yanına, sonradan kendisinin de defnedildiği yerde (bugünkü mevlevîhânenin bulunduğu mevki) bir “âyîn-İ Mev­levî hankahr inşa edip ölümüne kadar (1063/1653) bu dergâhın postnişinliğini ifa etmiştir. Mevlevîhânenin son şeyhi Mehmed Burhâneddin Dede-Efendi’nin anlattığına göre İse Ağazâde’nin Geli­bolu’ya dönüşünde Solakzâde Mehmed Ağa kendi mescidine bitişik İki odayı ona vermiş, bundan sonra ders ve soh­betler burada, âyinler de mescidde icra edilmiştir.

Zamanın kaptan-ı deryası Ohrili Hüse­yin Paşa Akdeniz seferinden dönerken Gelibolu Mevlevîhânesi’ne uğrayıp kerâ-metleriyle meşhur olan şeyh Ağazâde Mehmed Dede’ye İntisap etmiş ve on­dan yakında sadâret mührünün kendi­sine verileceği haberini almıştır. Hüse­yin Paşa vezîriâzam olduktan sonra(Mart 1621) Beşiktaş Mevlevîhânesi’ni yaptırıp Mehmed Dede’den ilk postnişin olması­nı istemiş, böylece her iki mevlevîhâne­nin meşihatini birlikte yürütmeye baş­layan Mehmed Dede, ikisinde de çarşambaya rastlayan mukabelelere mü­navebeli olarak iştirak edebilmek için küçük bir yelkenliyle Gelibolu – İstanbul arasında gidip gelerek bir haftasını Be­şiktaş’ta, bir haftasını Gelibolu’da ge­çirmiştir. Ancak Hüseyin Paşa’nın II. Os­man’la birlikte öldürülmesinin(Mart 1622) arkasından Beşiktaş Mevlevihane-si postnişinliğini bırakıp Gelibolu’da kal­mıştır. Sâkıb Dede’ye göre daha sonra, babası Kara Hasan Ağa’nın yanında ye­tişen IV. Murad’ın veziriazamı Keman­keş Kara Mustafa Paşa Mehmed Dede’­nin maddî ve manevî koruyucusu olmuş, kardeşi şair Sîneçâk Osman Dede bir müddet Mehmed Dede İle birlikte Geli­bolu Mevlevîhânesi’nde kalmıştır. Evliya Çelebi de Ağazâde’nin ders ve sohbetle­rinde bulunup mübarek ellerini öptüğü­nü yazmaktadır.

Vakfiyesi ele geçmediğinden mevlevî­hânenin kuruluş tarihi kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte Ohrili Hüseyin Paşa’nın vezîriâzam olmasından (1621) önceki bir tarihte kurulduğu anlaşılmak­tadır. Dolayısıyla bazı yazarların verdiği 1667 tarihi yanlıştır. Arşiv kayıtlarına göre Ağazâde’den sonra sırasıyla Âsaf Ağa’nın oğlu ve divan sahibi Sâbir Pârsâ (ö. 1679), Ağazâde’nin halifesi Kalen­der Mahmud, Abdülkadir, Rahmetullah (ö. 1713), Mehmed, Abdülkerim, Bosnevî Mehmed (ö. 1750), Mustafa b. Bosne-vî Mehmed, Mehmed b. Mustafa, Lut-fullah, Hüseyin b. Mustafa (ö. 1796), bu­nun oğlu Ali İzzet bunun oğlu ve Galata Mevlevîhânesi’nin şeyhi Ahmed Celâled-din Dede’nin babası Hüseyin Azmî (1868de Kahire Mevlevîhânesi postnişinliğine tayin edildi), onun kardeşi Mehmed Hüsâmeddin (o. 1885), oğlu Mustafa Dâniş (ö. 1896) ve bunun oğlu son şeyh Meh­med Burhâneddin Dede (ö. 1954) meşi­hat makamında bulunmuşlardır.

II. Mustafa döneminde Lapseki’deki Bayramdere mezraasının hâsılat mevlevîhâneye tahsis edilmiş, III. Mustafa zamanında 1766’daki depremden büyük hasar gören yapılar 5833,5 kuruş har­canarak onarılmıştır (1767). Bu tamira­ta ait keşif raporundan külliyenin o zamanlar küfeki taşından minareli, kiremit örtülü ve bakır alemli, iki katlı bir semahane­sinin bulunduğu; semâ meydanı döşemesiyle mahfel, merdiven ve kürsünün ahşaptan yapıldığı; üst katın giriş kapı­sının saçaklı ve duvarlann nakışlı oldu­ğu; semahanenin bir yanında kadın manfeli, divanhane, ocaklı köşk, diğer yanın­da cephesi abdest musluklu, altı derviş hücresiyle şeyhe mahsus sof alı iki oda. kütüphane ve divanhanenin yer aldığı öğrenilmektedir. Mevlevihane, III. Selim dönemine rastlayan 1805 yılında 8974 kuruş harcanarak Kalyoncuzâde Musta­fa Efendi tarafından tekrar tamir etti­rilmiş ve buraya II. Mahmud Lapseki’ye bağlı Güreci karyesi, Abdülmecid de Çâmhâs ve Çeltikçi umarlarını vermiş­lerdir. Daha sonra Abdülmecid. 47.430 kuruş harcama ile harap binaları geniş­leterek yeniden inşa ettirmiş ve avlunun doğu taçkapısı üzerine 1256 (1840) tari­hini taşıyan güneş ışınlı -tugralı kitabe­yi koydurmuştur. 1850-1851’de 95.390 kuruş şartıyla yeniden tamir-tâdit edil­miş ve bu faaliyetin kitabesi de batıda­ki taçkapının ön cephesine yerleştiril­miştir. II. Abdülhamid tarafından 1899-1900 yıllarında semâhâne-türbe bina­sının yenilendiği, türbenin ve semaha­nenin kapılarındaki kitabelerden anla­şılmaktadır. Batıdaki avlu taçkapısının arka cephesinde bulunan kitabeden de mevlevlhâneyi “kâ’betü’1-uşşâk-ı sânî” (ikinci Mevlânâ Dergâhı) haline getiren son büyük onarımın 1908’de tamamlandığı öğrenilmektedir.

Mevlevîhânede 1849’dan itibaren, der­viş ve fakirlerin yemek masraflarına har­canmak kaydıyla mukâtaa ve timar be­delinden tahsis edilen 13.620 kuruşla haftada iki akşam bütün Gelibolu fa­kirlerine yemek verildiği bilinmektedir. 1911de burada on altı hücrenişîn der­vişle beş matbahnişîn (çilekeş can) ika­met ediyor, görevli kadrosu sertabbah, mesnevîhan, türbedar, neyzenbaşı ile muavini, kudümzenbaşı, duahan, na’t-han, kazancı dede ve serhücrenişînden oluşuyordu. I. Dünya Savaşı sırasında bu­ranın son şeyhi Burhaneddin Dede. Yedi dervişiyle birlikte Dördüncü Ordu emrin­deki Mevlevî alayına katılıp üç yıl Şam’­da kalmıştır. Bundan sonra Gelibolu düş­man işgali altına girdiği İçin mevlevîhâ-nenin tarihçesi karanlıktır. Bu dönemde cephanelik olarak kullanılan semâhâne-türbe binasındaki sütunlar üzerinde iz­leri görülen kalın kelepçelerden ahşap kirişlere taşıtıldığı anlaşılan asma kat halindeki mahfiller ve merdiveniyle ze­minin döşeme tahtaları sökülmüş, san­dukalar kaldırılıp türbe tabanı toprak haliyle bırakılarak semahane tabanı be­tonla kaplanmış, kuzeydeki semahane giriş kapısına beton briket örülmüş ve semahanenin asma kat mahfillerine çı­kan çifte kanatlı iki merdivenin arasındaki boşluklar gözetleme kulesi haline getirilmiştir. Eski resimlerde görülen ana binanın türbe girişi önündeki hâmûşânla (kabristan) avlu taçkapılarının tuğralı üçgen alınlıkları ve çatıdaki Mev­levî sikkeli alem tahrip edildiğinden gü­nümüze ulaşmamıştır.

Geniş bir araziye ve kagir bir semaha­neye sahip olan mevlevîhâne, bulunduğu stratejik ve müstahkem mevkiinden dolayı halen askerî garnizon olarak kul­lanılmaktadır. Yıkılan mescidle müşte­milâtının yerine bir askerî hastahane ve ek hizmet binaları inşa edilmiş, askeri malzeme deposu olarak kullanılan se­mâhâne-türbe binasının 1980den ön­ce geçirdiği çatı ve cephe onarımı sıra­sında güney cephesi kesme taşla yeni­den kaplanmış, batıdaki semahane alt ve üst mahfel kapıları pencereye dönüş­türülmüş, pencerelere de petek revzen ve korkuluklar takılmıştır. 1994 yılında bina Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafın­dan satın alınarak çatısının onarımına başlanmıştır.

Zamanında bir mescid, zengin kütüp­hane, altmış odalı harem dairesi, geniş yemekhaneye, bir han ve bir mektebe sahip olan mevlevîhâne külliyesinin dış durumu, ancak XX. yüzyıl başında çeki­len bir kartpostalla diğer bazı resimler­den anlaşılmaktadır. Düz ve tenha bir mevkide kurulan mevlevîhâne yaklaşık 33.000 mz bir alana sahip olup ihata du­varı ile çevriliydi. Batıdaki sokaktan yu­varlak kemerli, sütunları korint başlıklı mermer taçkapıyla 1000 m2’lik avluya giriliyordu. Avlunun kuzeyinde kiremit örtülü kesme taştan yapılmış semâhâ­netürbe binası ve onun güneyinde hâ-mûşân yer almaktaydı. Hâmûşânın doğu­sundaki diğer taçkapıdan minareli mes­cid, derviş hücreleri, selâmlık ve harem dairesiyle güneye inen kiremit örtülü di­ğer bina topluluğuna geçiliyordu. Muh­temelen yerli gayri müslim ustaların ese­ri olan semâhâne-türbe binasının iç ve dış süslemeleri. II. Mahmud dönemi so­nu-Abdülmecid dönemi başında devam eden taşra Türk empire (ampir) üslûbu­nun tipik örneklerindendir. Tanzimat dö­nemi devlet daire veya idadilerini andı­ran 12 m. yüksekliğindeki cepheler ya­tay bir yalın silme ile ikiye bölünmüş, üst yarısı yüksek altlıklı ve korint baş­lıklı sütunçeler, alt yansı da plastrlarla düşey bölümlere ayrılmıştır. Her bölüm­de altlı üstlü iki sıra halinde düz silmeli ve üçgen alınlıklı büyük dikdörtgen pen­cereler yer almaktadır. Üst pencereler, diş kesimli saçak kornişinin altında bu­lunan üç bölümlü ve yuvarlak dilimli bi­rer kemer olarak düzenlenen yüzeylerin ortasına yerleştirilmiştir. Bu düzen bi­nanın dört cephesinde tekrarlanarak de­vam etmekte, sadece kapılar ve eskiden mevcut olan batıdaki çift kanatlı iki mer­divenle kesilmektedir. Semâhâne-tür­be, aynı dikdörtgen planlı kitle (28,6 x 35 m.) içine alınarak diğer bölümlerden tecrit edilmesi bakımından, farklı mal­zemeye sahip olmasına rağmen Yenikapı ve Bahariye mevlevîhânelerinin asma galeri katlı ahşap türbe-semahane iki­lisinin plan tipine uymaktadır, iç mekân, birbirine kemerlerle bağlanan on beş sü­tunun taşıdığı sekiz bağdadî kubbe ve aralarındaki düz tavan bölümleriyle ör­tülü olup iki sıra halindeki kırk dört pen­cere ile aydınlatılmıştır. Hepsi korint baş­lıklı olan sütunlardan doğudaki altı ta­nesinin taşıdığı 9,5 m. çapındaki orta kubbe ile köşelerde yer alan 8 m. çapın­daki iki kubbenin örttüğü türbeye 113,5 x 26 m.) güneye açılan ta’lik kitâbeli kapı­dan girilir. Semahane kısmının (18,8 x 26 m.) doğusunda İse dokuz sütunun ta­şıdığı 18,78 m. çapındaki orta kubbeyle örtülü semâ meydanı, 4.5 m. çapında birer kubbenin örttüğü mihrap önü ma­halli ile karşısındaki içine eskiden asma kat mutrip mahfilinin yerleştirildiği me­kân ve iki köşesi 8 m. çapında birer kub­beyle örtülü eski iki katlı asma ziyaret­çi mahfili yeri bulunmaktadır. Semaha­nenin, mevcut hatıl izlerinden zamanın­da, kapının üstüne rastlayan kısmının mutrip heyetine ait bir asma kat mah-filiyle çevrili olduğu ve buraya kapının yanında bugün İzleri görülen ahşap bir merdivenle çıkıldığı anlaşılmaktadır. Alt ve üst kat ziyaretçi mahfillerine ise dı­şarıdaki çift kollu iki beyzî merdivenin altında ve üstünde bulunan bugün pen­cereye dönüştürülmüş iki kapıdan giril­mekteydi. 18,78 m. çapındaki ahşap dö­şemeli semâ meydanı. Mevlevi âyini ic­rasına uygun olarak ya dairevî veya do-kuzgen planlı olup dokuz sütun arasına yerleştirilmiş alçak bir korkulukla sınır­lanmış ve Yenikapı ve Bahariye mevlevî-hânelerinde olduğu gibi türbe kısmın­dan yüksek bir korkulukla ayrılmış bu­lunuyordu. 1767 yılına ait tamirat keşif raporuna ve eski bir kartpostaldaki res­me göre semahane, Selanik Mevlevîhânesi semâhânesindekilere benzeyen sa­çaklı kapılara sahipti. Yaşlıların ifadele­rinden, türbe kapısından 6 m. kadar içe­ride Ağazâde Mehmed Dede’nin medfe-ninin yer aldığı mahzene inen beş basa­maklı bir merdivenin bulunduğu Öğre­nilmektedir. 7,74 m. yüksekliğindeki aza­metli mermer mihrabın nişi, yaldız bor-dürlü ve ortası abartılmış üç dilimli ge­niş silmeli bir kemerle çevrilidir. Nişteki kırmalı sarı mukarnasın altı, bordo ren­gi saçaklı ve kordonlu perde motifiyle süslüdür.   Köşeliklerdeki  Türk  empire üslûbu özelliği gösteren şualı İri gülçe-lerle yanlarındaki çift sütunçe başlıkla­rının sarkık uçlu yaprak çelenkleri yal­dızlıdır. Yer yer alçısı dökülmüş bağda­dî kubbelerin canlı kalem işlerinde hâ­kim renkler mavi ve kiremidi olup dilim­lere bölünen kubbe yüzeyleri, gölgeli bir üslûpta yapılan ortalarda soyut bitkisel motiflerle, kenarlarda ise kurdele, kor­don, âşık yolu gibi Türk empire motif­leriyle süslenmiştir. Semâ meydanının üzerindeki büyük kubbenin eteklerinde yirmi pafta içine talik hatla yazılmış Ye­nikapı, Bahariye ve Kütahya mevlevîhâ-nelerinin semahane kubbe eteklerinde de bulunan ve semânın manevî değeri­ni anlatan, “Dânî semâ çe büved?” (Se­mâ nedir, bilir misin?) mısraı ile başlayan Farsça beyitler dikkat çekmektedir.

TDV İslâm Ansiklopedisi

Daha yeni Daha eski